‘Yerel Medyanın Sorunları konferansına’; Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Başkanı Nuri Kolaylı’nın yanı sıra Basın İlan Kurumu üyesi Mustafa Arslan, Akdeniz Gazeteciler Federasyonu Başkanı Sayın Mevlüt Yeni’nin yanında Isparta ve Burdur Gazeteciler Cemiyet Başkanları ile Burdur basını, Burdur protokolü ve biz gazetecilere ev sahipliği yapan Sayın MAKÜ Rektörü Âdem Korkmaz katıldı.
Konu basın ise algı operasyonu kaçınılmaz olur. Sayın Kolaylı’nın ‘basına özgürlük’ derken sadece olayları Can Dündar ve Erdem Gül’e getirmesi düşündürücü. Sayın Can Dündar ve Gül’ün tutuklanmasını haklı görmesek de, mahkeme kararına uymak da her gazetecinin görevi olsa gerek. Yoksa ülkemizde bulunan sözde gazetecilerin tutuklu olmasını ya terör ya da adli suçlardan olduğunu göz önünde bulundurmak gerek. Dünya devletleri arasında kendi devletine küfür ederek gazetecilik yapan ve buna da ‘basın hür olsun’ naraları atan bir ülkeyiz.
Ülkemizde bulunan yerel medyanın Basın İlan Kurumu’ndan aldığı pastanın yerel medya üzerinde bir kılıç gibi kullanılması da ayrıca bir sorun gözükürken, yerel medyadaki arkadaşlarımızın da bu pastayı ‘bölüşülmesin, az olsun bizim olsun’ mantığından çıkamaması ayrı bir sorun olarak görünüyor.
Konferansta davetli olarak katılan Burdur Milletvekili Sayın Reşat Petek’in ise ‘basının içinde yetiştim’ diyerek basına aklınca ayar vermeye çalışması (lekelemeye çalışıyorlar; diyorlar ki diyerek sorumluluktan kaçıyorlar ) basının bilip ancak ispatlayamadığı belgeleyemediği konularda bu yola başvurduğunu bilmemesi düşündürücü. Bir örnek verirsek Sayın Reşat Petek “İl Başkanı(önceki) görevden alınırsa ben bir daha Burdur’a gelmem” demesi kesin bir bilgi; ancak dört kişinin arasında geçen bir olayı nasıl ispatlayacaksın, bu haber nasıl yapılır! (O yüzdendir ki yaptığımız haberleri ve köşe yazılarımızı “SUÇ UNSUDUR, DAVA AÇILACAK” diyerek dolmuşa getiren basın kanunundan anlamayan cahillerin sözüne bakarak dava açanların davaları ret oldu.)
Aslında basının sorunlarını 30 senedir tartışırız; ne bir yol kat ederiz ne de bir çözüm buluruz. Bu günlerde de basın konfederasyon başkanlarımızda bir arzu var, bir istek var, eski sendika ağaları gibi olmak. Ne çalışan gazetecinin özlük hakları ne de gazete sahiplerinin nasıl ayakta kalacağına dair bir çözüm bulunur. Bugün Türkiye’de bulunan TV ve gazetelerin toplam yıllık reklam gelirleri 1.6 milyon dolar olurken bu, İsviçre’de 2.8 milyon dolardır. Yani bizim dörtte birimiz kadar olmayan ülkedeki gazete ve TV gelirleri ülkemizin neredeyse iki katı ise bizlerin önce mantalitemizi değiştirmek gerektiğini bilmemiz gerek.
Çözüm yollarının en büyük pay ise üniversitelerimize düşmekte. Gençlerimizi kampus öğrencisinden saha öğrencisine dönüştüremezsek sadece basın değil bütün dallarda sıkıntı çekileceği bir gerçektir. Diplomalı cahilliklerden sahada yetişen diplomalı üniversitelimiz olma mecburiyetindeyiz. Bunun örneğini yıllar önce sevsek de sevmesek de Köy Enstitülerinde gördük. Eğer sahada yetişen bir üniversiteli olsa en azından saygı ve edebi öğrenir, amele sümüğü gibi uzayıp durmaz.
Herkesin bildiği bir hikâye ile bitirelim: bir baba evladına, saygısızlığından dolayı ‘oğlum sen adam olamazsın’ der dururmuş. Çocuk okur, iyi bir yere idareci olur ve makam arabasını göndererek babasını ayağına getirtir. “Bak baba! Sen bana ‘adam olamazsın’ der dururdun; ben okudum ve buraya idareci oldum” der. Babası şöyle bir bakar; “Oğlum! ben sana okuyamazsın demedim, adam olamazsın dedim. Sen adam olaydın beni ayağına değil sen benim ayağıma gelirdin” der. Bir sonraki yazımızda buluşmak dileği ile…