Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihi olan 1923’den itibaren bu ülke 65 beş hükümet kurdu, 41 Başbakan gördü. 96 Yılda ortalama olarak her hükümetin iktidarda kalma ömrü bir buçuk sene olmuştur. Menderes’li Demokrat Parti, Özal’lı Anavatan Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan’lı AK Parti’nin tek başına iktidar dönemlerini dahil etmezsek kurulan hükümetlerin iktidarda kalma süreleri bir senenin altında kalıyor. Ülkenin kalkınması ile ilgili çalışacak, uzun vadeli düşünecek bir iktidarın gelemeyişi bugünkü bürokrasi sorunlarının ana kaynağı olarak da gösterilebilir. Millet olarak hafızalarımıza kazınan 1960 askeri darbesi, Güneş Motel pazarlıkları, 12 Eylül askeri cuntasının yaptığı darbe, 28 Şubat 1997’de Postmodern darbe girişimleri, bir gecede kurdurulan Cindoruk’un DTP ve İsmail Cem in kurduğu YTP’si, 15 Temmuz vatan hainlerinin kalkışması ve ülkeyi ele geçirme girişimleri bürokrasi sorunlarının nedenleridir. Bunların bir örneğini de yakın zamanda kurulan iktidar olma politikasıyla yola çıkan İYİ Parti olarak gösterilebilir. Cumhur ittifakının temelini oluşturan Milliyetçi Muhafazakâr kesimin oylarına talip olmuştur. Kutuplaşma sonucunda ise; AK Parti, MHP: Cumhur ittifakı, CHP, İYİ Parti ve ne yazık ki HDP ile aynı düzlem içinde yer almıştır. Sonuç olarak bakıldığında 16 senedir tek başına iktidar mücadelesi veren AK Parti başkanlık sistemiyle beraber ittifak sürecinde MHP ile yan yana yer almıştır. Tüm bu olayların sonucu olarak bakıldığında Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren 96 yılda 65 hükümet kurulmuştur. Şu anda dünyada küresel güç olan ABD’de 1789’dan beri 230 senede 45 başkan görüyor, ortalama başkanlık yapma süreleri beş buçuk sene… Türkiye Cumhuriyetin kuruluşundan beri başkanlık sistemi veya parlamenter sistemi düzgün işlemiş olsaydı bizlerde en fazla 24 başkan veya başbakanla idare edilecektik. Dünya ülkelerinde iktidarda kalma süreleri en az ülkelerden birisi olarak tarihe geçmekteyiz. Bu da gelişmişlik ve ekonomik açıdan ne kadar istikrarsız bir politika izlediğimiz görünmektedir. Ülke olarak 24 Haziran 2018 genel seçimleri ile birlikte bir seneyi aşkındır Cumhurbaşkanlığı sistemi ile yönetiliyoruz. Yeni sistemin getirmiş olduğu bürokratik işleyişlerde görünen aksaklıklar ve AK Parti iktidarının yıpranmışlığı parti içi cenahta yer almaktadır. Siyasiler üzerinden AK Parti’yi yıpratma senaryoları havada uçuşurken 31 Mart 2019 mahalli idareler seçim kampanyasında ‘bizler seçim istemiyoruz’ diyerek başkanlığın önünde, ekonomiyi düzeltmesi için dört sene seçimsiz bir zaman dilimi var diye siyaset yapan CHP lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimlerde büyükşehirleri ittifak ile alması ve bunu kendilerine verilen oy olarak görmesi söylemlerini değiştirmiş gözükmekte. Seçim istemiyoruz ama sadece cumhurbaşkanlığı sistemini halk oylamasına veya referanduma götürmek istemesi, siyasi söylemde bulunması ekonomi ve çevremiz de bulunan küresel güçlerin oyununa yağ sürmesi olarak algılanmaktadır. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu söylemine kendisinin bile karşı olduğu ancak iç siyasetten ötürü dile getirdiği de söylemlerinde ki isteksizlikte anlaşılmadır. Sayın Kılıçdaroğlu 31 Mart yerel idareler seçiminde miting alanlarında başkanlık sisteminin eksiklerini ve yapılması gerekenleri çok kez dile getirdiği, sistemin nasıl daha iyi uygulanabileceği beyanları da mevcut. Ülke gündeminde bir kesimin dile getirmiş olduğu erken seçimden kimler faydalanabilir? Erken seçimi Türkiye gündeminde tutarak Türkiye’nin müdahil olmak istediği konulardan gündem olarak uzaklaştırılmak istenmekte. Orta Doğu ve Dünya gündeminden uzak tutmak isteyen cenahın analizini de yapınca toplum olarak karşımıza şu veriler çıkmakta;
1) Akdeniz’de Türkiye’nin olmadığı bir masa kurulup enerji yataklarının işletmelerini kendi kontrollerine almak,
2) Güneyimizde kurulacak enerji koridorunu kendi kontrollerine geçirerek ve terör örgütleri ile iş birliği yaparak Türkiye’nin müdahil olmasını engellemek,
3) Türkiye’nin engellediği Kuzey Irak’ta kurulan Kürt bölgesinde kendi güdümlerinde bir devlet kurdurmak,
4) Yunanistan’ın karasu sahanlığını 12 mile çıkararak Türkiye’yi Anadolu’ya hapsettirmek,
5) Yunanistan’ın bile hava saldırısı erken uyarı sistemi varken Türkiye’nin S 400 gibi sisteme sahip olmasını engelleyerek istenildiği zaman müdahale edecek bir konumda tutmak,
6) ABD güdümlü 15 Temmuz vatan hainlerinin kalkışmasında ülkemize yerleştirmek istedikleri Vehhabi modelini iç siyasetle yerleştirmek,
7) İsrail’in Kudüs’te bulunan Filistinli Müslümanlardan temizlenmesi ve başkent ilan ederek Yahudilerin inanç turizmi merkezi haline getirmek,
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarında Gazi Mustafa Kemal’in 1924 yıllarında Musul üzerindeki siyasi ve politik çalışmaları 1925 yılında Şeyh Said ayaklanmasının ortaya çıkması akabinde Brüksel Hattının kabul edilmesiyle son bulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarından günümüze kadar geçen sürede Orta Doğu ve Dünya siyasetinde aktif rol almaya başladıysak isyanlar, darbeler, ambargolarla karşılaştık. Türkiye Cumhuriyeti’nin günümüzdeki aktif dış siyaseti bugünkü sorunların ana kaynağı olarak da gösterilebilir.
Ana hatları ile kaleme almaya çalıştığım sebepleri değerlendirince; Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Bizler MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile 15 Temmuz gecesi ittifak kurduk. Sonuna kadar gideceğiz” demesi bu saydığımız sebeplerden dolayı mıdır? Cumhurbaşkanlığı sisteminin neden kalkmasının istendiği, parlamenter sisteme dönüldüğünde hangi küresel güçlerin işine geleceği de aşikardır. Cumhurbaşkanlığı sistemindeki aksaklıkları dile getirmek eleştirmek ayrı bir şeydir, parlamenter sisteme geri dönelim demek ayrı bir şeydir. Bu ülkenin bir seksen sene daha kaybedecek ne zamanı ne de imkanının olduğu düşünülemez. İktidarında bu bilinçle aksaklıkları acilen giderip, ötekileştirme dilinden kurtulup, iç siyasette gerilimi düşürmesi gerekmektedir. Türkiye hava savunma sistemleri, savaş uçakları ve silah sanayinde geliştiği müddetçe, küresel güçlere rakip olduğu müddetçe, küresel güçlerin kabulleninceye kadar ekonomide de siyasette de daha çok yaptırımlar görmek zorunda kalacaktır. Muhalefetinde bu geçiş döneminde siyasi çıkarlardan öteye ülke çıkarlarını ön plana almak mecburiyetindedir. Bu geçiş döneminde yapılanlar tarihin tozlu sayfalarında yerini alacaktır…
Bir sonraki yazımızda buluşmak dileği ile…