Paralel kelimesi, günümüzde beyinlere yerleşen önemli bir kavram olduğu gibi anlamı da çok geniştir. Ancak paralel kavramını, devlet kavramı ile yanyana getirdiğimiz de bir tanım yapmak zorundayız. Tanımın içine giren herkes paralelcidir.
Paralel:
Devletin herhangi bir organına veya devletin bütününe sandık dışında, alternatif idari sistem ortaya koymak ve bu sisteme uymaları için insanları zorla mecbur etmek. Veya; Devletin idari yönetimini değiştirmek için yabancı istihbaratlar ile iletişim içine girerek devleti ve cumhurbaşkanını yabancı devletlere şikâyet ederek, sandığın dışında devleti ele geçirmenin her türlüsüne paralel veya paralelci denir…
Devletin idari yönetimini sandık dışında değiştirmek için yabancı istihbaratlar ile iletişim içine girerek devleti ve cumhurbaşkanını yabancı devletlere şikâyet gibi bir gayreti olmayanlar “Paralel” kavramından rahatsız olmasına gerek yoktur.
Yukarıda ifade edilen paralel kavramın tanımına göre eylemlerini gerçekleştirmeye çalışanlar; sağcı, solcu, liberal, dinci, herhangi bir sivil kuruluş, asker, polis veya bir dernek olabilir. Şimdi “paralel” yapı anlayışını devletin kurumları ile yanyana getirerek bir analiz yapalım.
Kurum, genel bir kavram olduğu için kurumun içindeki kişiler, bir kurumu temsil edemez ama kurum içindeki kişi kurumun bir parçasıdır. Yani söz konusu kişiler, kurumun (vücudun) içinde bir hücredir. Bu hücreler, bazen yaramazlık yapar, öyle bir yaramazlık yapar ki vücudu (toplumu) inanılmayacak derecede rahatsız eder hatta ölüme bile götürebilir. Önemli olan bu hücrelerin, virüs özelliği taşıdığını tespit edebilmektir.
Söz konusu hücrelerin virüs olduğu tespit edilirse, anti virüs programını taviz vermeden ve sapla samanı ayırt ederek devreye sokulmalıdır. Devlet ve özel üniversiteleri için, milli eğitim için, emniyet için, yargı için, asker için velhasıl diğer bütün kurumlar için de anti virüs programı geçerlidir. Hiçbir kurum diğer bir kurumdan üstün olmadığı gibi millet meclisinden hiç üstün değildir. Çünkü millet meclisi, halkı temsil ediyor. Millet meclisi halkın kendisidir...
Kurumların arkasına sığınarak toplum mühendisliğine soyunan bazı muhteremlere, halk görev vermemiştir. Sivillerin de darbeyi kışkırtması için halktan görev aldığını hiç hatırlamıyorum.
28 Şubat döneminde, milli güvenlik sekreterliğinde çalışan bir kurmay albay bana şunu dedi: “ ordu darbeyi sevmez, aklının ucundan bile geçirmez. Ancak siviller darbeyi kışkırtıyor. Örneğin, 60 ihtilali, 71 muhtırası ve 12 Eylül darbesi gibi..
12 Eylül arifesinde, sigara, yağ, benzin, kömür, şeker gibi önemli ihtiyaçların karşılanması için halk kuyruğa giriyordu. Günde 15–20 kişi öldürülüyordu. Böyle bir ortamda seçime gidildiğinde kimse iktidar olamazdı. İlerisini düşünen siyasetçiler, anarşik ortam oluşturularak gelecek yıllarda iktidar olmanın hesaplarını yapmıştı. Ordunun hassas noktası olan laik anlayışının tehlikede olduğunu ileri sürerek bazı askerlerin ikna edilmesiyle 12 Eylül ihtilali oldu.
12 Eylül sabahı ölümler durdu, kuyruklar azaldı, herkes okuluna döndü… Sonunda şöyle bir demeç verildi… “ Aslında daha önce bu anarşiyi durdurabilirdik ama her şeyin olgunlaşmasını bekledik.”
28 Şubat sürecini yaşadık. Yine ordunun suçu yoktur. O günkü noktaya gelmenin nedeni sivillerdir… Söz konusu siviller, Laik anlayışının tehlikede olduğunu ileri sürerek ordu demiyorum ama bazı askerlerin gayretleriyle 28 Şubatı gerçekleştirdiler. Sonunda batan bankaların yönetim kurullarında ve başkanlıklarında 28 Şubat kahramanlarının olduğunu hep birlikte gördük.”
27 Nisan "e-muhtıra"sında yine siviller devrede. Cumhurbaşkanı seçimini halka rağmen cumhurbaşkanı seçmek. Yani demokrasiyi askıya almak. Halkı hiçe saymak….
Bugün gelinen noktada yine sivillerin desteği ile 15 Temmuz 2016’da bir darbe teşebbüsünü birlikte gördük. Gece saat 23 - 08.00 arası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Üsküdardaki evinin önündeydim. Mahşeri bir kalabalık vardı… Bu mahşeri kalabalık birinci köprüye (Boğaz Köprüsü) doğru kaydı. Darbecilerin üç tankı, halkı korkutmak için sağa sola ateş etti. Ama halk, hiç korkmadı bile bile tankların üzerine yürüdü. Yürüyen bu halk, devletine, milletine, cumhurbaşkanına, muhalefetine, iktidarına sahip çıkmak için, darbeye hayır demokrasiye evet dedi…
Halkın Attığı Sloganlar:
Cumhurbaşkanı, benimdir!..
Devlet, benimdir!..
Bayrak, benimdir!..
Muhalefet, benimdir!...
İktidar, benimdir!...
Polis, benimdir!...
Asker, benimdir!..
Benim asker, bana kurşun sıkamaz!...
Benim asker, meclisimi bombalayamaz!...
Hainler, benim değildir!..
Evet, cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Üsküdardaki evinin önünde ve boğaz köprüsündeki mahşeri kalabalığı gördükten sonra;
Türkiye eski Türkiye değildir!..
Halk da eski halk değildir!..
Meydanlarda gördüğüm halk, demokrasinin teminatıdır.
Selam ve saygılarımla…