Mayıs 2020 tarihinde adını vermek istemediğim bir yazarımız, Menderesi örnek vererek iktidarı tehdit manasına gelecek şekilde ifadeler kullanması, darbe çığırtkanlığı olarak algılandı, ben de bu şekilde algıladım…
Bugün de bazı 103 emekli amirallerin Montrö Sözleşmesi bahanesiyle, vesayet özlemi içerisinde darbe iması yaptıkları açıklamayı, üzülerek okudum. ([1])
Değerli okuyucularım,
Türk ordusu darbe istemez ve darbe yapmaz. Herkesin güvendiği, saygı duyduğu çok önemli bir kurumdur. Böyle önemli bir kurum, saygınlığını hiçbir zaman kaybetmek istemez.
Hiçbir kurum diğer bir kurumdan üstün olmadığı gibi millet meclisinden hiç üstün değildir. Çünkü millet meclisi, halkı temsil ediyor.
Kurumların arkasına sığınarak toplum mühendisliğine soyunan bazı muhteremlere, halk görev vermemiştir. Sivillerin de darbeyi kışkırtması için halktan görev aldığını hiç hatırlamıyorum.
28 Şubat döneminde, milli güvenlik sekreterliğinde çalışan bir kurmay albay bana şunu dedi: “Ordu darbeyi sevmez, aklının ucundan bile geçirmez. Ancak siviller darbeyi kışkırtıyor. Örneğin, 60 ihtilali, 71 muhtırası ve 12 Eylül darbesini siviller istedi.” Bugün de darbe özlemi çeken yine sivillerdir…
Milliyet yazarı Hasan Cemal, “12 Mart muhtırası, emekli bir binbaşının talebi üzerine Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş’ın evini gözetleyip rapor tutmasını istemiş” 2000 li yıllarda bir başbakan yardımcısının evi gözetlendiği iddia edilmektedir. Bu işi ordu yapmıyor, içinden birkaç asker veya sivillerden yönetimi isteyen muhteremler kışkırtıyor…
Bir kurumun mensupları veya emeklileri devletin üst düzey yöneticilerinin evini gözetleme, darbe yapma veya darbeyi meşru kılmak için anarşiyi teşvik etmek gibi haklara sahip olduğunu düşünebiliyorsa, diğer kurumlar da aynı haklara sahip olduklarını düşünebilir…
Darbelerin, tarihini iyi analiz ettiğimizde şunu görüyoruz. Darbeye teşvik amacıyla halkı sokağa dökebilmeyi meşrulaştırmak için:
1. Anarşi teşvik edilmiş,
2. Laik elden gidiyor denmiş,
3. Devlet yönetilemiyor denmiş
4. Yokluk ve kuyruklar oluşturulmuş,
5. Çarşaf ve sarıklılar hortlatılmış,
6. Komünist tehlikesi abartılmış,
7. Din korkusu verilmiş,
8. PKK ile bağlantılı olan Hizbullah gibi terörist guruplar ortaya çıkartılmış,
9. Türkiye’nin yarısı satılmış gibi… Tıpkı 60 ihtilalinde olduğu gibi… Ne oldu 60 ihtilalinde? Açıklayalım:
Menderes, Türkiye’nin yarısını satmış diyerek kamuoyu oluşturulmuş. Menderes, idam edildikten sonra ülkemizin bir karış toprağı satıldığına dair bir emare göremedik. Ama;
Darbeyi meşrulaştırmak için koca bir iftiraya ihtiyaç vardı. Bunun adına ister yalan deyin ister iftira deyin ama darbenin zemini bu şekilde oluşturulmuş…Bu bir şiddet değil midir?
Darbe imasında bulunan iki yüzlü insanların özelliklerine bakalım:
1. Kadına şiddet yapılmasına karşıdır ama darbeyi meşrulaştırmak ister,
2. Demokrasiyi savunur ama her fırsatta darbeye baş vurur,
3. İnsan haklarına saygılı ama darbe ile tehdit eder,
Şimdi soralım:
1.Darbe mi doğaldır, kadına şiddete karşı olmak mı doğaldır?
2. Darbe mi demokrasidir yoksa ABD’nin, Rusya’nın ve diğer emperyalist ülkelerine Suriye’de ne işiniz vardır diyememek mi demokrasidir?
Sonuç.
Eli kalem tutanlar, tetikçi medya, yandaş medya, iktidar ve muhalefet ve de sivil kuruluşlar, samimi bir şekilde hep birlikte:
Facebook, instagram, twitter gibi sosyal medyada “Darbeye hayır” yazarsak mesaj yerini bulur…
Selam ve saygılarımla…