Uzun zamandır görüşemediğimiz arkadaşlarla Eylül 2019’un başında Çanakkale’de bir araya geldik. Hukukun öneminden ve bu gidişle hiçbir zaman hukuk bağımsız olamayacağını dile getirdim. Düşünce itibariyle her zaman ters düştüğüm bir arkadaşım, şeriat yönetimi olsaydı uygulamada aynı hatalar olmayacak mıydı? Bu konuda arkadaşlarıma anlattıklarımı, sizler ile paylaşmak istiyorum…
Değerli arkadaşlarım, Halife Hz. Ömer’in adaletini örnek göstermek bir ideolojiyi desteklemek olarak algılanmaması gerekir. Hz. Ömer’in adaleti evrensel hukuk anlayışının bir tezahürüdür. Böyle bir adalet ister batıda, ister doğuda, ister Moskova’da olsun önemli değildir. Önemli olan hâkimin kararı evrensel hukuk anlayışına uygun olup olmadığına ve insan haklarının çiğnenip çiğnenmediğine, baskılara boyun eğip eğmediğine bakmalıyız. Örnek 27 Mayıs 1960 ihtilalinde Adnan Menderes Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın, 1971muhtırasında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edilmesinde, yargının baskı ile karar verdiğini herkes biliyor. 12 Eylül 1980 darbesini hatta 28 Şubatı da örnek verebiliriz.
Şeriat yol demektir. Şeriatın anlamını yerinde kullandığımız zaman Suriye Şeriatı, İran Şeriatı, Suudi Arabistan Şeriatı, Alman Şeriatı, Rusya Şeriatı, Fransa Şeriatı, İslâm Şeriatı, Hıristiyan Şeriatı, Amerika Şeriatı, PKK şeriatı gibi anlayışlar karşımıza çıkar. Sizin kastettiğiniz konu zannedersem İslâm Şeriatıdır.
Baskı, güç, unvan ve makam devreye girdiğinde günümüzde olduğu gibi İslâm hukukunu uygulayanlar da bir konuda hem olumlu hem olumsuz karar verir. Burada önemli olan hukukçunun, çok dirayetli, kültürlü, taraf olmadan sebep ve sonuçları değerlendirebilen vasıflara sahip olmasıdır. Evrensel hukuk anlayışını, baskı altında kalmadan algılayabilmesidir. Halife Hz. Ömer’in uygulaması da evrensel hukuk anlayışının ortaya koyan bir örnektir. Aslında Hz. Ömer taraftır. Neyin tarafıdır. Hz. Ömer, İslamin tarafıdır, Kur’an-ın tarafıdır ama Müslüman biri ile gayrı Müslim biri arasında adaletin dağıtımında tarafsızdır. Buna benzer birçok örneği, batıdan da vermek mümkündür.
Evrensel hukuk, bir ideolojinin hukuk anlayışından meydana gelmez. Bütün ülkelerin hukuk ilkeleri, semavi dinlerin hukuk anlayışı, toplumların yaşantıları ve ekonomi yapıları dikkate alınır ve ortak bir hukuk anlayışı oluşturulur. Kanaatimce buna evrensel hukuk denir.
Birkaç örnek vermek istiyorum. Yalan söylemek, hırsızlık yapmak, adam kandırmak, zina yapmak, adam dövmek ve öldürmek, insanların malını zorla almak, bireylerin hürriyetlerini yok etmek, haksız kazanç elde etmek, gayri meşru yollardan devleti ele geçirmek gibi davranışları, Kur’an şiddetle reddettiği gibi batı hukuku da reddetmektedir. Söz konusu davranışları, Kur’an Kerim cezalandırıyor diye Batı, anayasasına koymamazlık etmemiştir.
Hukuk aslında ekonomi ile bağlantılıdır. Bir ülkenin ekonomisi ne kadar çok güçlü olursa o ülkenin hukuk anlayışı oturmuş olur. Sizin bahsettiğiniz kol kesmek hadisesi de ekonomi ile ilgilidir. İslâm hukukunu çok iyi bilmem ama duyduğum kadarıyla İslâm hukuku şöyle der: “Bir insan hırsızlık yaptıysa ona ceza verilmez. Hırsızlık yapmasının nedeni araştırılır. Eğer maddî imkânsızlıktan dolayı yaptıysa, karnı doyurulur, geçimini sağlayacak bir iş temin edilir. Buna rağmen yine hırsızlık yapıyorsa kolu kesilir”. Zaten hırsıza, iş temin edildiği takdirde hırsızlık ortadan ister istemez kalkacaktır. Burada uygulayıcının bilgisi, kültürü, ileri görüşlülüğü dikkate alınmalı, duygularıyla, baskı ile hareket edip etmediğine bakılmalıdır. Hukukun gayesi, insanları, kötülüklerden caydırmaktır.
Uygulayıcı, kötü niyetli ise İslâm hukukunun caydırıcı özelliğini dikkate almaz, hemen hırsızın kolunu keser. Başka bir hukukçu, İslâm hukukunun caydırıcı özelliğini dikkate alırsa kol kesmez. Anlaşılan kol kesme konusunda iki ayrı karar vardır. İşte burada evrensel hukuk anlayışının kabul ettiği hukukun caydırıcı özeliği, zaman zaman, baskı ile güç ile yok edilebiliyor.
Hırsıza, iş temin edildikten sonra, hırsız, aynı hatayı tekrar ettiğinde ceza verme anlayışı batı hukukunda da vardır. Bu anlayışın kaynağı İslâm hukukudur deyip hukukun caydırıcı özelliğini göz ardı edersek, olaylara ideolojik bakarız. Doğru olan bir uygulamayı Moskova’dan aldığımızda, Rusya’nın ideolojisi gelir, Kur’an’dan aldığımızda İslâm şeriatı gelir korkusuyla reddedersek evrensel hukuk normlarının çok altına düşmüş oluruz.
Bu nedenle uygulayıcılarda kusur vardır. Daha doğrusu baskı altında kalıp veya taraf olduğu konularda haklılığını ortaya koyabilmek için sistemin yoruma açık olan kısımlarını istediği gibi tefsir eden uygulayıcılarda kusur vardır. Bu uygulayıcı, ister İslâm, ister Hıristiyan, ister laik olsun fark etmez.
Onun için hukukçularımız, taraf olmadan, baskı altına kalmadan, ideolojik düşünmeden, niyet okumadan, evrensel hukuk anlayışına göre hüküm vermelidir. Çünkü adaletin doğru dağıtılmadığı yerde kargaşa, zülüm, haksızlık ve insan haklarına tecavüz vardır. Saygılarımla…