Türk ve Kürt halkı destek verse de T.C. Devletini bölmeye ve yok etmeye çalışan her örgüt, terör örgütüdür. DAİŞ, DAEŞ, IŞİD, ELKAİDE, TKM-ML, HİZBULLAH, DHKP-C,KİDH, MLKP, SHB, DKP-SHB, DKP, PKK, HDP, YPG, YPG-H, PYD, YDH, KCK, PJK, YDG-H, YPG-YP, YPJ” gibi terör örgütlerine, Türk ve Kürt halkı zaten hiçbir zaman destek vermedi. Ama devleti gücünü göremediği zaman korkudan destek vermiş olabilir. Kişisel bazda yukarıda saydığım örgütlere sırtını dayadığını ifade eden ve ülkemizi bölmek isteyen kişiler, içimizde mevcuttur. Söz konusu bu örgütlerden HDP, hem Türk halkını hem de Kürt halkını hiçbir zaman temsil edemedi, etmedi, etmiyor ve etmek istemiyor. Yani Türkiye partisi olamadı veya olmak için gayret etmedi… Ama HDP, PKK’yi temsil etmekte, özel gayret sarf ediyor…
Bugünü, Abdülhamit döneminde yaşadık. Nasıl yaşadık? Yeter ki Abdülhamit gitsin de Osmanlı İmparatorluğu dağılsın ama daha sonra toparlarız düşüncesi… Bugün ise mevcut iktidar gitsin, ülke bölünürse bölünsün diyenler vardır. Aklıma gelmişken söyleyeyim. İki insan hata işler. Biri; Âşık olan kişi… Niye aşık çünkü insan aşık olduğu insanın hatalarını görmez. Hataları görmediği için hata yapma oranı çok fazla olur. İkincisi ise nefret eden insan. Nefret ettiğin muhatabın olumlu hareketini veya konuşmasını göremez. İşte bu insan olaylara tarafsız bakamaz ve her zamana hata yapar. Ülkemiz âşık ve nefret eden insanlardan yöneticilerden çok çekti.
Emperyalist güçler, İttihat Terakki Cemiyeti ile Osmanlıyı yıktı. İttihat Terakkin Cemiyetinin art niyeti yoktu ama ittifak ve itilaf devletlerinin kuklası oldu. 10 yıl içinde koca bir imparatorluğu yıktılar. Neticede İttihat Terakki Cemiyeti önderleri, Alman gemileri ile Almanya’ya kaçtılar. Abdülhamit’i gönderdikten sonra dağılan Osmanlıyı maalesef toplayamadılar…
Aslında bizim için Abdülhamit, önemli değildir. Bir Abdülhamit gider başka bir Abdülhamit gelir. Bütün emperyalist devletler dikta dedikleri Abdülhamit’i gönderdiler ve 33 yıllık istikrarı sona erdirdiler, sonunda koca bir imparatorluk da dağıldı. Bizim için Önemli olan “DEVLETTİR”. Cumhurbaşkanı, başbakan ve hükümet kim olursa olsun devletin bekçisidir, içte ve dışta devleti temsil eden kişidir… Ancak duruma nefret gözüyle bakarsak cumhurbaşkanı veya diğer yöneticilerin temsil kabiliyetini göremez…
Devleti bölmek isteyen bir PKK vardır. PKK’yı destekleyen parti vardır diyemeyeceğim ama eş başkanlar ve milletvekilleri vardır. Hatta Cumhurbaşkanına olan kininden dolayı PKK’yi, perde arkasında destekleyen ve oy veren zihniyetler de vardır… Eş başkanların demeçleri, ülkeyi bölecek şekilde tahripkâr bir üslup arz etmektedir. Açıklamaları burada yazmam için zamanım müsait değildir ama iki eş başkanın yaptığı açıklamalar kesinlikle anayasa suçudur. İki eş başkan, yaptıkları açıklamaların bedelini ödemelidir…
1970’li yıllarda sırtımızda ceket gibi giydiğimiz parka, rejim karşıtı olmanın simgesi olarak görülürdü. Belki güleceksiniz ama 70’li yıllarda rejimi tehdit eden bir siyasi simge olarak düşünüldüğü için, parka giymek yasaktı… Parka giyenler de komünist olarak kabul edilirdi… Birisi parka giydiği zaman işte bu komünisttir denirdi… Birileri, parka giyenlere karşı şüphe ile bakardı… Bunun nedeni ise; bu insanların devleti ele geçirip, devrim yapıp mevcut düzeni değiştirme ihtimallerinin olduğu kaygısıydı… 1960 ihtilali, 1971 Muhtırası, 1980 darbesi, 28 Şubat gibi tecrübeler ister istemez insanı kaygılandırıyor…
Ben o zaman liseden yeni mezun olmuştum. Hayatı pek bilmiyordum. Kimin, kime düşman olarak gösterildiğini de anlamıyordum. Çaykara Ülkü Ocağı başkan yardımcısıydım. Duygularımla hareket ediyordum. Dolayısıyla hoşuma giden elbiseyi de giymekte tereddüt etmezdim. Bu nedenle bir arkadaşımdan altı liraya askeri parka satın aldım ve hevesle sırtıma geçirdim…
Arkadaşlarım,
- - Komünist oldun, biraz daha ileri gittiler, vatan haini oldun dediler.
- - Niye?
- - Bu parka rejim düşmanlığının bir işaretidir. Bu parka rejimi sıkıntıya sokan bir giysidir.
Aldırış etmedim. Çünkü parka giymek hoşuma gidiyordu. Kim ne derse desin. Ben rejime karşı da değildim. Türkiye’de dönen dolapları ve uygulanan siyaseti de bilmediğim için kimseyi dinlemiyordum. Söz konusu parkayı asker giydiği zaman sıkıntı olmuyor da sivil giydiği zaman niye sıkıntı oluyor? İşte bu düşünce ile Trabzon’a gittim. Meydanda dolaşıyordum. Bir polis, yakamdan tuttuğu gibi karakola götürdü…
- - Sen komünistsin!..
- - Hayır, ben komünist değilim! Çaykara Ülkü Ocağı başkan yardımcısıyım. Komünist olmam mümkün değildir!...
- - Bu parka seni ele veriyor, nerde toplanıyorsunuz?
- - Hiçbir toplantıya katıldığım yok, sadece parka hoşuma gittiği için giyiyorum,
- - Nerde okuyorsun?
- - Liseyi bu sene bitirdim. Dershaneye gideceğim. Onun için Trabzon’a geldim…
- - Kiminle işbirliği halindesin?
- - Hiçbir kimse ile bağlantım yoktur. Dedim ya sadece parkayı sevdiğim için giydim.
- - Hangi düşünceye sahip olursan ol bu parkayı giyenler, devletin, rejimine düşmandır.
Çocuk olduğum için beni çok sıkıştırmıyorlar. Çay ikram ettiler… Biraz da nasihat ettiler…
- - Şimdi sana kefil olacak birisinin adını verebilirsen, senin hakkında hiçbir işlem yapmayacağız.
Daha önce Çaykara Adalet Partisinin Gençlik Kollarının yönetim kurulundaydım. Adalet Partisinden Çaykara Belediye Başkanı, Kâzım Kofoğlu aklıma geldi…
- - Çaykara Belediye başkanına sorabilirsiniz nasıl birisi olduğumu? Dedim.
- - Polis, karakolun telefonundan Kâzım Kofoğlu’nu yanımda aradı ve benim düştüğüm durumu anlattı… Daha sonra telefonu bana verdi.
- - Amca beni kurtar! Ben Paçanlı Mehmet Dursun Hoca’nın oğluyum… Diyebildim.
Kâzım amca,daha sonra polisle görüştü…
- - Dostumun çocuğudur… Çok iyi tanıyorum. Komünist değildir. Serbest bırakın demiş…
Polis bana bir çay daha ikram etti.
Sen iyi bir çocuğa benziyorsun. Sağcıların veya solcuların içine girme… Girsen dahi çok temkinli olman gerekiyor. Aslında bu parka hukuken yasak değil, birilerinin işine geldiği için fiilen yasak oldu… Bir gün bu parka serbest olacak, fakat çok üzgünüm parkayı alacağız ve hiçbir işlem yapmadan göndereceğiz. Olur dedim.
Ne kadar sevindiğimi kelimelerle anlatmam mümkün değildir. Polis amcanın elini öptüm, emniyetten ayrıldım… Kâzım Kofoğlu’nun yanına gittim.
Geçmiş olsun, dedi.
Teşekkür ederim, sizin ve o polis beyin sayesinde kurtuldum…
O günden beri hangi plâtformda bulunursam bulunayım bireysel özgürlükleri riskli olsa da savunurum…
Askerlerin eskittiği parkayı giydim. Vatan hainliği ile suçlandım. Kiminle iş birliği yapıyorsuna varana kadar benzer sorular, soruldu. Karakolda üç saate yakın bekletildim. Şimdi, HDP’nin iki eş başkanları devleti bölmeye çalışan açıklamaları vardır. PKK’yı alenen destekliyorlar. Öz yönetimden bahsediyorlar. Karakolda bana sorulan soruların onda biri, HDP’nin iki eş başkanlarına sorulmayacak mı?
Evet, devleti bölmeye çalışanlar, BEDEL ödemelidir…
PKK’yi destekleyenler, BEDEL ödemelidir…
Darbeye teşebbüs edenler, BEDEL ödemelidir…
Evimi kundaklayanlar, arabamı bombalayanlar, BEDEL ödemelidir…
Kürt kardeşlerimizi yerlerinden yurtlarından edenler ve destekleyenler, BEDEL ödemelidir…
Askeri araçları, hastaneleri, okulları ve camileri bombalayanlar ve bombalayanları destekleyenler, BEDEL ödemelidir…
Barajları, iş makinalarını, iş yerlerini, fabrikaları bombalayanlar, dükkânları yağmalayanlar ve destek verenler, BEDEL ödemelidir…
Huzurumu bozanlar, BEDEL ödemelidir…
Ergenlik çağına gelmeyen çocukları, dağa kaçırıp T.C. Devletine karşı kinlendirenler, hendek kazdıranlar ve hendek kazdıranları destekleyenler, BEDEL ödemelidir.
Kendi çocuklarını özel okullarda okutup, okulları bombalayıp Kürt halkının okumasını engelleyenler, BEDEL ödemelidir.
Neticede PKK’ya gizli ve aşikâr destek verenler, darbeye teşebbüs edenler ve devleti bölmeye çalışanlar, BEDEL ödemelidir.
Saygılarımla…