Bugünlerde adını vermek istemediğim bir yazarımız, Menderesi örnek vererek iktidarı tehdit manasına gelecek şekilde ifadeler kullanması darbe çığırtkanlığı olarak algılandı, ben de bu şekilde algıladım…
Menderesi gündeme getirmeden iktidarın yanlışlarını ve eksiklerini dile getirilseydi bir uyarı olarak kabul edecektik. Söz konusu makalede Menderes’in örnek verilmesini, darbe çığırtkanlığı değildir demek, çok saf olmak demektir.
Şimdi gelelim bugüne kadar darbeyi kimler istedi veya darbe ile kimler amacına ulaşmak istemiştir.
Değerli okuyucularım,
Türk ordusu darbe istemez ve darbe yapmaz. Herkesin güvendiği, saygı duyduğu çok önemli bir kurumdur. Böyle önemli bir kurum, saygınlığını hiçbir zaman kaybetmek istemez.
Kurum, genel bir kavram olduğu için kurumun içindeki kişiler, bir kurumu temsil edemez ama kurumun bir parçasıdır. Yani söz konusu kişiler, kurumun (vücudun) içinde bir hücredir. Bu hücreler, bazen yaramazlık yapar, öyle bir yaramazlık yapar ki vücudu (toplumu) inanılmayacak derecede rahatsız eder, hatta ölüme bile götürebilir. Önemli olan bu hücrelerin, virüs özelliğini taşıyıp taşımadığını tespit edebilmektir. Söz konusu hücrelerin virüs olduğu tespit edilirse, anti virüs programını devreye sokulmalıdır. Aynı düşünceler ve davranışlar, YÖK için, milli eğitim için, emniyet için, yargı için velhasıl diğer kurumlar için de geçerlidir.
Hiçbir kurum diğer bir kurumdan üstün olmadığı gibi millet meclisinden hiç üstün değildir. Çünkü millet meclisi, halkı temsil ediyor. Kurumların arkasına sığınarak toplum mühendisliğine soyunan bazı muhteremlere, halk görev vermemiştir. Sivillerin de darbeyi kışkırtması için halktan görev aldığını hiç hatırlamıyorum.
28 Şubat döneminde, milli güvenlik sekreterliğinde çalışan bir kurmay albay bana şunu dedi: “Ordu darbeyi sevmez, aklının ucundan bile geçirmez. Ancak siviller darbeyi kışkırtıyor. Örneğin, 60 ihtilali, 71 muhtırası ve 12 Eylül darbesini siviller istedi. 12 Eylül arifesinde, sigara, yağ, benzin, kömür, şeker gibi önemli ihtiyaçların karşılanması için halk kuyruğa giriyordu. Günde 15–20 kişi öldürülüyordu. Böyle bir ortamda seçime gidildiğinde kimse iktidar olamazdı. İlerisini düşünen siyasetçiler, böyle bir anarşik ortam oluşturularak gelecek yıllarda iktidar olmanın hesaplarını yapmıştı. Ordunun hassas noktası olan laik anlayışının tehlikede olduğunu ileri sürerek bazı askerlerin ikna edilmesiyle 12 Eylül ihtilali oldu.
12 Eylül sabahı ölümler durdu, kuyruklar azaldı, herkes okuluna döndü… Sonunda şöyle bir demeç verildi… “Aslında daha önce bu anarşiyi durdurabilirdik ama her şeyin olgunlaşmasını bekledik.”
1960 darbesini, 1971 muhtırasını ve 28 Şubatı birlikte yaşadık. Bunların hiç birisinde ordunun suçu yoktur. Bugüne kadar darbeleri yaşamamızın nedeni sivillerdir. Söz konusu siviller, Laik anlayışının tehlikede olduğunu ileri sürerek ordu demiyorum ama bazı askerlerin gayretleriyle darbeleri gerçekleştirdi. Sonunda batan bankaların yönetim kurullarında ve başkanlıklarında kimlerin olduğunu gördük.”
Milliyet yazarı Hasan Cemal, “12 Mart muhtırası, emekli bir binbaşının talebi üzerine Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş’ın evini gözetleyip rapor tutmasını istemiş” 2000’li yıllarda bir başbakan yardımcısının evi gözetlendiği iddia edilmektedir. Bu işi ordu yapmıyor, içinden birkaç asker veya sivillerden yönetimi isteyen muhteremler…
Bir kurumun mensupları veya emeklileri devletin üst düzey yöneticilerinin evini gözetleme, darbe yapma veya darbeyi meşru kılmak için anarşiyi teşvik etmek gibi haklara sahip olduğunu düşünebiliyorsa diğer kurumlar da aynı haklara sahip olduklarını düşünebilir.
Darbelerin, tarihini iyi analiz ettiğimizde şunu görüyoruz. Darbenin meşru olması için anarşi teşvik edilmiş, yokluk ve kuyruklar oluşturulmuş, çarşaf ve sarıklılar hortlatılmış, komünist tehlikesi abartılmış, din korkusu verilmiş. PKK ile bağlantılı olan Hizbullah gibi terörist guruplar ortaya çıkarılmış, hatta Türkiye’nin yarısı satılmış gibi gösterilebildi… Tıpkı 60 ihtilalinde olduğu gibi… Ne oldu 60 ihtilalinde? Açıklayalım:
Menderes Türkiye’nin yarısını satmış diyerek kamuoyu oluşturuldu. Menderes idam edildikten sonra ülkemizin yarısının satıldığına dair emareler olmadığını gördük. Ama darbeyi meşrulaştırmak için koca bir iftiraya ihtiyaç vardı. Bunun adına ister yalan deyin ister iftira deyin ama darbenin zemini bu şekilde oluşturuldu…
Eli kalem tutanlar, aydın geçinenler, Türkiye Cumhuriyetini düşünenler, ekonomimizin daha güçlü olmasını isteyenler, muhalefetiyle, iktidarıyla güçlerinin nispetinde darbelere hayır demelidir. Çünkü her darbe, beni, ailemi, komşumu, toplumu ve tüm halkımızı, telafisi mümkün olmayacak şekilde mağdur etmektedir. Ancak darbeyi düşünenler, darbeyi yapanlar ve darbeye çanak tutanlar ise ekonomisi güçlenmekte ve refah düzeyi yükselmektedir. Halka rağmen yönetimi de ele geçirmektedir.
Darbenin her türlüsüne karşıyım, darbe kelimesi lügatlerden ve beyinlerden silinmesini istiyorum. Darbelere hayır diyebildiğimiz müddetçe demokratik bir ülke olabiliriz. Onun için kendi adıma darbeye hayır diyorum. Kendi selameti için darbeyi düşünenlere, darbecilere çanak tutanlara ve darbe yapanlara lanet olsun diyorum.
Hem demokrasi diyeceksiniz Hem de darbeyi düşüneceksiniz. Darbeyi düşünenler, ABD’nin, Rusya’nın ve diğer emperyalist ülkelerinin Suriye’de ne işiniz vardır diyemiyor.
Sonuç;
Eli kalem tutanlar, sol yandaş medya, sağ yandaş medya, iktidar ve muhalefet samimi bir şekilde hep birlikte gür bir sesle DARBEYE HAYIR DEMELİDİR!
Selam ve saygılarımla…