Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

GÖLGE OYUNLARI

Anayasa teklifi Meclisten geçti. Bahar aylarında yapılacak olan referandumdan ‘evet’ çıkması halinde; bir kısmı hemen, ama tam olarak 2019 seçimlerinden sonra yürürlüğe girecek hükümlerle pek çok değişikliğe şahit olacağız. Bu değişiklikler öyle iddia edildiği gibi rejim değişikliği filan değil... Zira rejim değişikliği olabilmesi için Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi gerekir. Böyle bir şey de söz konusu değildir. Yapılan değişiklikle demokratik yönetimlerde zaten var olan parlamenter sistem ve başkanlık sisteminden birisi olan başkanlık ya da bizdeki ismi ile ‘Cumhurbaşkanlığı’ sistemi benimsenmektedir.   Aksini iddia etmek yalan söylemekle eşdeğerdir. Zira bunu iddia edenlerin konuyu bilmemesi gibi bir durum söz konusu değildir. Bir başka açıdan baktığımızda da seçmenin aklıyla alay etmektir bu... Seçmene ‘koyun’ muamelesi yapılması bizdeki siyasetin en önemli sorunlarından birisidir. İşin bir başka yanı da başkanlık sisteminin aslında cumhuriyetin ilk evresinde bizde, üstelik çok da katı bir şekilde uygulandığı gerçeğidir. Mustafa Kemal de İsmet İnönü de teknik olarak ‘başkan’ idi zaten… İsmet İnönü’nün milli şef (değişmez genel başkan) ilan edildiğini hatırlatmak isterim.   Eğer kazasız belasız atlatılırsa referandumdan hayır çıkması sadece bir sürpriz olur. Zira bizde seçmen olaylara biraz duygusal bakar. Bir başka deyişle partisinin kararını onaylar. Nitekim son seçimlere bakıldığında referandumu destekleyen iki partinin toplam oy oranının 60’ın üzerinde olduğu görülür. Biraz da propaganda gücü etkili tabii… Etkili propaganda yürüten taraf lehine küçük bazı sapmaların yaşanması da mümkün… Ama burasının Türkiye olduğunu, ne zaman neyin olacağını kestirmenin her zaman mümkün olmadığı opsiyonunu da bırakalım.   İfade edilmeyen diğer bir şey ise, başkanlık sisteminin kabul edilmesi halinde bu sisteme karşı çıkanların sittin sene iktidar yüzü göremeyeceği gerçeğidir. Zira normalde de iktidar yüzü göremeyen bu çevrelerin iki turlu yapılacak olan bir seçimde iktidar olma ihtimali tamamen ortadan kalkmaktadır. Muhaliflerin bas bas bağırmasının asıl nedeni de bu… Elbette basit bir ‘iktidar mücadelesinden’ bahsetmiyorum. Statükonun tasfiyesi söz konusu zira…   Peki iktidardakiler tam olarak doğruyu söylüyor mu? Ona da bakalım: İlk aşamada Cumhurbaşkanlığını seçime endeksleyerek zaten yetkileri itibariyle güçlü olan Cumhurbaşkanını fiilen de güçlendirdi. Mevcut durum dikkate alındığında fiili bir başkanlık sistemi olmadığını kimse ileri süremez. Bu da diğer ileri adımdı. Şimdi sıra bunun resmileşmesine geldi.   Başkanlık sisteminin şöyle bir artısı da olabilir. Başkan ya da Cumhurbaşkanı partisiyle ilişkisi devam da etse kabineyi milletvekillerinden atama geleneği yerine dışarıdan atayacağı için, bu zorunlu da olabilir, farklı eğilimlerde olan kişilerin de bakan olması mümkün olacaktır.   Şöyle ki; hali hazırda tek başına iktidar olma durumunda kolay kolay dışarıdan bakan atanmamaktadır. Dolayısıyla muhalefetin hükümette fiili temsili mümkün olmamaktadır. Farklı partilerden bakan atama sadece koalisyon hükümetlerinde mümkün olmakta, Türkiye modelinde de koalisyon hükümetleri başarısız olmaktadır.   Başkan belli eğilimi temsil etse de, halkın oyuyla seçilmiş olmanın getirdiği baskı ile, (devleti-milleti temsil ettiği için) farklı siyasi eğilimde olanlara hükümette yer verebilecektir. Örneğin hâlihazırda rektör, vali ya da emniyet müdürü atamalarında siyasi iktidardan olması aranmamaktadır. Bir başka örnek BBP Genel başkanlığı da yapmış olan Yalçın Topçu'dur. Cumhurbaşkanının danışmanıdır. Ya da Abdullah Gülün basın danışmanı sosyal demokrat eğilimli Ahmet Sever idi. Oysa hali hazırda hükümetlerin partizanlıkları ağır basmaktadır.   Ülkemizde önemli ölçüde yetişmiş insan gücü vardır. Ancak bunlar iki temel nedenden dolayı, sahip oldukları bu potansiyeli ülkeye hizmete çevirememektedir. Bunlardan birisi politikanın kısır tartışma zemini oluşturması, bir diğeri ise yüksek potansiyele sahip olmasına rağmen, sahip olduğu siyasi eğilimi temsil eden partinin neredeyse hiç bir zaman iktidar şansının olmamasıdır. Son derece 'ilkeli' olan böylesi insanlar parti değiştirmek gibi bir düşünceyi ilkeleriyle bağdaştıramamakta, siyasetin kısır tartışma zeminine girmek istemediğinden de 'keşfedilememekte'dir.   Böylece yetişmiş insan gücünün ülke ve toplum lehine kullanılması da mümkün olmamakta, bu potansiyel heba olup gitmektedir. Konuya bu açıdan da bakmakta yarar var diye düşünüyorum. Ne dersiniz...
Ekleme Tarihi: 06 Şubat 2017 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

GÖLGE OYUNLARI

Anayasa teklifi Meclisten geçti. Bahar aylarında yapılacak olan referandumdan ‘evet’ çıkması halinde; bir kısmı hemen, ama tam olarak 2019 seçimlerinden sonra yürürlüğe girecek hükümlerle pek çok değişikliğe şahit olacağız. Bu değişiklikler öyle iddia edildiği gibi rejim değişikliği filan değil... Zira rejim değişikliği olabilmesi için Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi gerekir. Böyle bir şey de söz konusu değildir. Yapılan değişiklikle demokratik yönetimlerde zaten var olan parlamenter sistem ve başkanlık sisteminden birisi olan başkanlık ya da bizdeki ismi ile ‘Cumhurbaşkanlığı’ sistemi benimsenmektedir.

 

Aksini iddia etmek yalan söylemekle eşdeğerdir. Zira bunu iddia edenlerin konuyu bilmemesi gibi bir durum söz konusu değildir. Bir başka açıdan baktığımızda da seçmenin aklıyla alay etmektir bu... Seçmene ‘koyun’ muamelesi yapılması bizdeki siyasetin en önemli sorunlarından birisidir. İşin bir başka yanı da başkanlık sisteminin aslında cumhuriyetin ilk evresinde bizde, üstelik çok da katı bir şekilde uygulandığı gerçeğidir. Mustafa Kemal de İsmet İnönü de teknik olarak ‘başkan’ idi zaten… İsmet İnönü’nün milli şef (değişmez genel başkan) ilan edildiğini hatırlatmak isterim.

 

Eğer kazasız belasız atlatılırsa referandumdan hayır çıkması sadece bir sürpriz olur. Zira bizde seçmen olaylara biraz duygusal bakar. Bir başka deyişle partisinin kararını onaylar. Nitekim son seçimlere bakıldığında referandumu destekleyen iki partinin toplam oy oranının 60’ın üzerinde olduğu görülür. Biraz da propaganda gücü etkili tabii… Etkili propaganda yürüten taraf lehine küçük bazı sapmaların yaşanması da mümkün… Ama burasının Türkiye olduğunu, ne zaman neyin olacağını kestirmenin her zaman mümkün olmadığı opsiyonunu da bırakalım.

 

İfade edilmeyen diğer bir şey ise, başkanlık sisteminin kabul edilmesi halinde bu sisteme karşı çıkanların sittin sene iktidar yüzü göremeyeceği gerçeğidir. Zira normalde de iktidar yüzü göremeyen bu çevrelerin iki turlu yapılacak olan bir seçimde iktidar olma ihtimali tamamen ortadan kalkmaktadır. Muhaliflerin bas bas bağırmasının asıl nedeni de bu… Elbette basit bir ‘iktidar mücadelesinden’ bahsetmiyorum. Statükonun tasfiyesi söz konusu zira…

 

Peki iktidardakiler tam olarak doğruyu söylüyor mu? Ona da bakalım: İlk aşamada Cumhurbaşkanlığını seçime endeksleyerek zaten yetkileri itibariyle güçlü olan Cumhurbaşkanını fiilen de güçlendirdi. Mevcut durum dikkate alındığında fiili bir başkanlık sistemi olmadığını kimse ileri süremez. Bu da diğer ileri adımdı. Şimdi sıra bunun resmileşmesine geldi.

 

Başkanlık sisteminin şöyle bir artısı da olabilir. Başkan ya da Cumhurbaşkanı partisiyle ilişkisi devam da etse kabineyi milletvekillerinden atama geleneği yerine dışarıdan atayacağı için, bu zorunlu da olabilir, farklı eğilimlerde olan kişilerin de bakan olması mümkün olacaktır.

 

Şöyle ki; hali hazırda tek başına iktidar olma durumunda kolay kolay dışarıdan bakan atanmamaktadır. Dolayısıyla muhalefetin hükümette fiili temsili mümkün olmamaktadır. Farklı partilerden bakan atama sadece koalisyon hükümetlerinde mümkün olmakta, Türkiye modelinde de koalisyon hükümetleri başarısız olmaktadır.

 

Başkan belli eğilimi temsil etse de, halkın oyuyla seçilmiş olmanın getirdiği baskı ile, (devleti-milleti temsil ettiği için) farklı siyasi eğilimde olanlara hükümette yer verebilecektir. Örneğin hâlihazırda rektör, vali ya da emniyet müdürü atamalarında siyasi iktidardan olması aranmamaktadır. Bir başka örnek BBP Genel başkanlığı da yapmış olan Yalçın Topçu'dur. Cumhurbaşkanının danışmanıdır. Ya da Abdullah Gülün basın danışmanı sosyal demokrat eğilimli Ahmet Sever idi. Oysa hali hazırda hükümetlerin partizanlıkları ağır basmaktadır.

 

Ülkemizde önemli ölçüde yetişmiş insan gücü vardır. Ancak bunlar iki temel nedenden dolayı, sahip oldukları bu potansiyeli ülkeye hizmete çevirememektedir. Bunlardan birisi politikanın kısır tartışma zemini oluşturması, bir diğeri ise yüksek potansiyele sahip olmasına rağmen, sahip olduğu siyasi eğilimi temsil eden partinin neredeyse hiç bir zaman iktidar şansının olmamasıdır. Son derece 'ilkeli' olan böylesi insanlar parti değiştirmek gibi bir düşünceyi ilkeleriyle bağdaştıramamakta, siyasetin kısır tartışma zeminine girmek istemediğinden de 'keşfedilememekte'dir.

 

Böylece yetişmiş insan gücünün ülke ve toplum lehine kullanılması da mümkün olmamakta, bu potansiyel heba olup gitmektedir. Konuya bu açıdan da bakmakta yarar var diye düşünüyorum. Ne dersiniz...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.