Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

NASIL BİR ÜNİVERSİTE

Artık akademik hayatım yirmi yılı aştığına göre, üniversitelerle ilgili benim de söyleyebileceğim bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Zira meslek hayatımın yirmi yılı, yaşımın da kırkı aşması, önemli ölçüde tecrübe kazanmama ve gözlem yapmama neden oldu. Bir ülke için üniversite eğitiminin fevkalade önemli olduğunu düşünüyorum. Kanaatimce herkese bu fırsat verilmeli… Zira insana yapılan yatırımın parasal karşılığı olmaz. Bu yüzden ülkemizde son 10-12 yıl içerisinde üniversite sayısının artmış olmasının başlı başına dikkate değer bir durum olduğunu düşünüyorum. YÖK Başkanının açıklamalarına göre halen 5.5 milyon öğrenci üniversiteye devam etmektedir. Bir zamanlar sadece bir üniversite ve yine sadece iki bin küsur (1930-31 öğretim döneminde 2.167) öğrencinin eğitim görüyor olduğu Türkiye ile kıyaslandığında, o günlerde bu rakamın hayali dahi kurulamazdı. Evet üniversite sayısı ve üniversitelerin kapasitesi henüz sayısal olarak bütün potansiyele cevap veremese de, Avrupa ülkelerinin ortalamasını yakalamıştır. Yine YÖK Başkanının açıklamalarına göre üniversitelerde okullaşma oranı % 45’lere yaklaşmıştır. Üstelik sadece birkaç büyük şehirde değil, neredeyse Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar uzanmış ağı ile 199’a yükselen üniversite sayısı, aynı zamanda bir ekonomi demektir. 1990’lı yıllardaki akıllı strateji ile Anadolu’da açılan yeni üniversiteler ve bu üniversiteler için yurt dışına gönderilen öğretim üyeleri büyük şehirlerdeki tekeli de kırdı. Elbette üniversitelere tek başına ekonomi olarak bakılamaz. Üniversitelerin ekonomik yönü bir sebep olmaktan ziyade sonuçtur. Örneğin 40.000 civarındaki öğrenciye eğitim verilen Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin varlığı, önemli sayıda kişinin bu şehirden göçünü önlemektedir. İstihdam demektir yani… 1992’den bu yana şehre çok şeyler kattığı gözardı edilemez. Çok daha önce bunu keşfetmiş olan Eskişehir ise tam bir öğrenci şehri… Ülkemizin öğrenci alt yapısı en güçlü illerinden birisi olan Eskişehir, akıllı bir strateji ile bunu başarmıştır. Yöneticileri ne kadar övünse yeridir. Eskişehir artık bir ekoldür ve birden fazla üniversiteye sahip nadir Anadolu şehirlerinden birisidir. Bünyesinden Afyon Kocatepe, Dumlupınar ve Uşak Üniversiteleri gibi üniversiteler de doğmuştur. Üniversite şehri olmak bir tarafa, ekonomisinde üniversite eğitiminin önemli bir yeri olan ülkeler de vardır. Örneğin dünyanın önemli büyük ekonomilerinden birisi olan İngiltere’nin yabancı öğrencilerden elde ettiği gelir 40 milyar dolar civarındadır. Bu sayede bir ekonomi değil, bir kültür de oluşturulmaktadır. Ülkelerine dönen bu kişiler eğitim gördükleri ülkelerin adeta gönüllü elçiliğini yapmaktadır. Dönmeyenler ise kazanılan beyin olarak bu ülkeye hizmet vermektedir. Yani bir taşla birden fazla kuş vurulmaktadır. Ülkemizde üniversite ve öğrenci sayısının artması yanında, özellikle Türk ve Akraba Topluluklardan, Eski Osmanlı coğrafyasından ülkemizde eğitim görmek için gelen öğrencilerin sayısı da sürekli artış göstermektedir. Yine YÖK Başkanının açıklamalarına göre ülkemizde 55.000 civarında yabancı öğrenci eğitim görmektedir. 1990’larda altyapı yoksunluğu nedeniyle başarılamayan şeyin, şimdilerde ivme kazanmış olması başlı başına önemlidir. Zira, büyük devlet daha fazla kilometre kare toprağı olan ülke değil, geleceğini planlayan ülkedir. Doğrusu süreç içerisinde Türkiye’de üniversitelerin araştırma imkânları da artırıldı. Örneğin, ülkemizin bilim kurumu olan TÜBİTAK’ın sosyal bilimlere neredeyse hiçbir desteği yoktu geçmişte... Bugün parasal imkânları geçmişle kıyaslanmayacak derecede artırılan, daha da önemlisi zihniyet dönüşümü yaşayan TÜBİTAK şimdilerde çok sayıda yurt içi ve yurt dışı projelere destek verebilmektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği öğrenci-hoca değişimi Erasmus, Sokrates gibi programlar, yine uluslar arası bilimsel projeleri ilgilendiren 6. ve 7. Çerçeve Programlarına dahil olması yine bu dönemde elde edinilen kazanımlardan… Son yıllardaki araştırmalar göstermektedir ki; Türkiye’nin araştırmaya ayırdığı pay AB ortalamasına yaklaşmıştır. Eskiden ilim adamlarının rızık-geçim derdi olmazmış. Gerçekten de bilim ile uğraşanların böyle bir kaygı taşımaması gerekir. Belki doktora sonrası bu tür kaygılar nisbi olarak azalsa da özellikle mesleğe ilk girişte verilen ücret tatmin sınırının çok altında… Örneğin bir araştırma görevlisinin bu dönemde eline geçen para asgari ücretin iki katının sadece biraz üzerinde... Doğal olarak bu durum akademisyenliğe talebi de etkilemektedir. Bu yüzden özellikle düşük gelirli meslek mensuplarına yapılan son iyileştirmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Düzenlemenin bilimsel çalışmalarla orantılı maaş artışını önermesi de bu alandaki çalışmalara pozitif etki edecektir. Bu süreçte üniversitelerle ilgili çok olumlu bulduğum diğer bir husus ise, özel üniversitelerin önünün açılmış olmasıdır. Zira ilk özel üniversitenin 1984 yılında açıldığı ülkemizde bu tekel 1990’lı yıllarda kırılmış, 2000’li yıllarda ise iyice kolaylaştırılmıştır. Halen varolan 199 üniversitenin 70’ten fazlası vakıf üniversitesidir. Vakıf üniversitelerin önünün açılması gerçekten isabetli bir tercihtir. Bu şekilde daha fazla insanın daha kaliteli eğitim alması için de alternatif oluşturulmuş oldu. Üniversiteler aslında insanların yeteneklerinin ortaya çıkarıldığı kurumlardır. Bazen bir “insan” çok şey ifade edebilmektedir. Bir insanın ne ifade ettiğini bütün dünyanın yakından tanıdığı ve geçen yıl hayatını kaybeden bir örnek yardımıyla açıklamak istiyorum: Nelson Mandela… “Efsanevi lider” vasfını gerçekten en fazla hak eden kişilerden birisiydi. Dünyanın saygı duyduğu ilkeli bir lider… Dile kolay, özgürlüğün küçük bir anı bile çok önemliyken o tam yirmi yedi yılını dört duvar arasında geçirdi. Oysa bir kabile şefinin oğluydu, istese ABD’ye göç eder, kendi şartlarında müreffeh bir hayat yaşayabilirdi. Ama o zoru, mücadeleyi seçti. Yılmadı, sabretti. İnandı ve başardı… Taşı delen suyun gücü değil, sürekliliğidir. Sabırdır yani… Tek başına dünyayı değiştirdi dersek çok da abartmış olmayız. Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmadı. Önce kendi halkını sonra diğer mazlum milletleri düşündü. Gücü eline geçirdiğinde de intikam peşinde olmadı. Gücü elinde tutmak için ayak oyunları da yapmadı. İstese ömrünün sonuna kadar ülkesinin Cumhurbaşkanı olabilirdi. Ama O ikinci kez bile aday olmadı. Nobel Barış Ödülünü gerçekten hak etti. Aslında üzerinde durmaya çalıştığım şey Nelson Mandela’nın şahsı olmaktan ziyade duyarlı bir kişinin neler başarabileceğidir. Mücadele azmi son derece önemlidir. Topluma en zararlı insan tipi kanaatimce “etliye-sütlüye karışmayan” insan modelidir. Dünya yansa bir kalbur samanı yanmayan, gelene ağam-gidene paşam diyen, salla başı al maaşı anlayışındaki insan tipinden, sorgulayan insan modeline terfi etmek son derece önemlidir. Üniversitelerimizin bu ayağı son derece sorunlu… Yukarıdaki tesbitlere bakılırsa; üniversitelerimizin kemmiyetle ilgili sorunları önemli ölçüde aşmış olduğu görülür. Ancak keyfiyetle ilgili aynı şeyi söylemek son derece güç… Sonraki değerlendirmelerimizde konunun bu yönlerini de ilgilendiren görüş öneri ve eleştirilerimizi paylaşmaya çalışacağız. 
Ekleme Tarihi: 16 Şubat 2015 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

NASIL BİR ÜNİVERSİTE

Artık akademik hayatım yirmi yılı aştığına göre, üniversitelerle ilgili benim de söyleyebileceğim bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Zira meslek hayatımın yirmi yılı, yaşımın da kırkı aşması, önemli ölçüde tecrübe kazanmama ve gözlem yapmama neden oldu.

Bir ülke için üniversite eğitiminin fevkalade önemli olduğunu düşünüyorum. Kanaatimce herkese bu fırsat verilmeli… Zira insana yapılan yatırımın parasal karşılığı olmaz. Bu yüzden ülkemizde son 10-12 yıl içerisinde üniversite sayısının artmış olmasının başlı başına dikkate değer bir durum olduğunu düşünüyorum. YÖK Başkanının açıklamalarına göre halen 5.5 milyon öğrenci üniversiteye devam etmektedir. Bir zamanlar sadece bir üniversite ve yine sadece iki bin küsur (1930-31 öğretim döneminde 2.167) öğrencinin eğitim görüyor olduğu Türkiye ile kıyaslandığında, o günlerde bu rakamın hayali dahi kurulamazdı.

Evet üniversite sayısı ve üniversitelerin kapasitesi henüz sayısal olarak bütün potansiyele cevap veremese de, Avrupa ülkelerinin ortalamasını yakalamıştır. Yine YÖK Başkanının açıklamalarına göre üniversitelerde okullaşma oranı % 45’lere yaklaşmıştır. Üstelik sadece birkaç büyük şehirde değil, neredeyse Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar uzanmış ağı ile 199’a yükselen üniversite sayısı, aynı zamanda bir ekonomi demektir. 1990’lı yıllardaki akıllı strateji ile Anadolu’da açılan yeni üniversiteler ve bu üniversiteler için yurt dışına gönderilen öğretim üyeleri büyük şehirlerdeki tekeli de kırdı.

Elbette üniversitelere tek başına ekonomi olarak bakılamaz. Üniversitelerin ekonomik yönü bir sebep olmaktan ziyade sonuçtur. Örneğin 40.000 civarındaki öğrenciye eğitim verilen Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin varlığı, önemli sayıda kişinin bu şehirden göçünü önlemektedir. İstihdam demektir yani… 1992’den bu yana şehre çok şeyler kattığı gözardı edilemez. Çok daha önce bunu keşfetmiş olan Eskişehir ise tam bir öğrenci şehri… Ülkemizin öğrenci alt yapısı en güçlü illerinden birisi olan Eskişehir, akıllı bir strateji ile bunu başarmıştır. Yöneticileri ne kadar övünse yeridir. Eskişehir artık bir ekoldür ve birden fazla üniversiteye sahip nadir Anadolu şehirlerinden birisidir. Bünyesinden Afyon Kocatepe, Dumlupınar ve Uşak Üniversiteleri gibi üniversiteler de doğmuştur.

Üniversite şehri olmak bir tarafa, ekonomisinde üniversite eğitiminin önemli bir yeri olan ülkeler de vardır. Örneğin dünyanın önemli büyük ekonomilerinden birisi olan İngiltere’nin yabancı öğrencilerden elde ettiği gelir 40 milyar dolar civarındadır. Bu sayede bir ekonomi değil, bir kültür de oluşturulmaktadır. Ülkelerine dönen bu kişiler eğitim gördükleri ülkelerin adeta gönüllü elçiliğini yapmaktadır. Dönmeyenler ise kazanılan beyin olarak bu ülkeye hizmet vermektedir. Yani bir taşla birden fazla kuş vurulmaktadır.

Ülkemizde üniversite ve öğrenci sayısının artması yanında, özellikle Türk ve Akraba Topluluklardan, Eski Osmanlı coğrafyasından ülkemizde eğitim görmek için gelen öğrencilerin sayısı da sürekli artış göstermektedir. Yine YÖK Başkanının açıklamalarına göre ülkemizde 55.000 civarında yabancı öğrenci eğitim görmektedir. 1990’larda altyapı yoksunluğu nedeniyle başarılamayan şeyin, şimdilerde ivme kazanmış olması başlı başına önemlidir. Zira, büyük devlet daha fazla kilometre kare toprağı olan ülke değil, geleceğini planlayan ülkedir.

Doğrusu süreç içerisinde Türkiye’de üniversitelerin araştırma imkânları da artırıldı. Örneğin, ülkemizin bilim kurumu olan TÜBİTAK’ın sosyal bilimlere neredeyse hiçbir desteği yoktu geçmişte... Bugün parasal imkânları geçmişle kıyaslanmayacak derecede artırılan, daha da önemlisi zihniyet dönüşümü yaşayan TÜBİTAK şimdilerde çok sayıda yurt içi ve yurt dışı projelere destek verebilmektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği öğrenci-hoca değişimi Erasmus, Sokrates gibi programlar, yine uluslar arası bilimsel projeleri ilgilendiren 6. ve 7. Çerçeve Programlarına dahil olması yine bu dönemde elde edinilen kazanımlardan… Son yıllardaki araştırmalar göstermektedir ki; Türkiye’nin araştırmaya ayırdığı pay AB ortalamasına yaklaşmıştır.

Eskiden ilim adamlarının rızık-geçim derdi olmazmış. Gerçekten de bilim ile uğraşanların böyle bir kaygı taşımaması gerekir. Belki doktora sonrası bu tür kaygılar nisbi olarak azalsa da özellikle mesleğe ilk girişte verilen ücret tatmin sınırının çok altında… Örneğin bir araştırma görevlisinin bu dönemde eline geçen para asgari ücretin iki katının sadece biraz üzerinde... Doğal olarak bu durum akademisyenliğe talebi de etkilemektedir. Bu yüzden özellikle düşük gelirli meslek mensuplarına yapılan son iyileştirmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Düzenlemenin bilimsel çalışmalarla orantılı maaş artışını önermesi de bu alandaki çalışmalara pozitif etki edecektir.

Bu süreçte üniversitelerle ilgili çok olumlu bulduğum diğer bir husus ise, özel üniversitelerin önünün açılmış olmasıdır. Zira ilk özel üniversitenin 1984 yılında açıldığı ülkemizde bu tekel 1990’lı yıllarda kırılmış, 2000’li yıllarda ise iyice kolaylaştırılmıştır. Halen varolan 199 üniversitenin 70’ten fazlası vakıf üniversitesidir. Vakıf üniversitelerin önünün açılması gerçekten isabetli bir tercihtir. Bu şekilde daha fazla insanın daha kaliteli eğitim alması için de alternatif oluşturulmuş oldu.

Üniversiteler aslında insanların yeteneklerinin ortaya çıkarıldığı kurumlardır. Bazen bir “insan” çok şey ifade edebilmektedir. Bir insanın ne ifade ettiğini bütün dünyanın yakından tanıdığı ve geçen yıl hayatını kaybeden bir örnek yardımıyla açıklamak istiyorum: Nelson Mandela… “Efsanevi lider” vasfını gerçekten en fazla hak eden kişilerden birisiydi. Dünyanın saygı duyduğu ilkeli bir lider… Dile kolay, özgürlüğün küçük bir anı bile çok önemliyken o tam yirmi yedi yılını dört duvar arasında geçirdi. Oysa bir kabile şefinin oğluydu, istese ABD’ye göç eder, kendi şartlarında müreffeh bir hayat yaşayabilirdi. Ama o zoru, mücadeleyi seçti. Yılmadı, sabretti. İnandı ve başardı…

Taşı delen suyun gücü değil, sürekliliğidir. Sabırdır yani… Tek başına dünyayı değiştirdi dersek çok da abartmış olmayız. Hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmadı. Önce kendi halkını sonra diğer mazlum milletleri düşündü. Gücü eline geçirdiğinde de intikam peşinde olmadı. Gücü elinde tutmak için ayak oyunları da yapmadı. İstese ömrünün sonuna kadar ülkesinin Cumhurbaşkanı olabilirdi. Ama O ikinci kez bile aday olmadı. Nobel Barış Ödülünü gerçekten hak etti.

Aslında üzerinde durmaya çalıştığım şey Nelson Mandela’nın şahsı olmaktan ziyade duyarlı bir kişinin neler başarabileceğidir. Mücadele azmi son derece önemlidir. Topluma en zararlı insan tipi kanaatimce “etliye-sütlüye karışmayan” insan modelidir. Dünya yansa bir kalbur samanı yanmayan, gelene ağam-gidene paşam diyen, salla başı al maaşı anlayışındaki insan tipinden, sorgulayan insan modeline terfi etmek son derece önemlidir. Üniversitelerimizin bu ayağı son derece sorunlu… Yukarıdaki tesbitlere bakılırsa; üniversitelerimizin kemmiyetle ilgili sorunları önemli ölçüde aşmış olduğu görülür. Ancak keyfiyetle ilgili aynı şeyi söylemek son derece güç… Sonraki değerlendirmelerimizde konunun bu yönlerini de ilgilendiren görüş öneri ve eleştirilerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.