Akademisyenin asıl vazifesi dış etkenlerden bağımsız bir şekilde ‘fikir’ üretmektir. Akademisyen fikir üretir ama bunun uygulama yerini ve zamanını da siyasetçi belirler. Bib başka deyişle akademisyen ‘ticaretle, siyasetle ve riyasetle’ uğraşmaz, yani para ve makama talip olmaz. Ticaret de, siyaset de, riyaset de (reis, baş, yönetici olma arzusu) sağlıklı fikir üretilmesini engeller çünkü... Bu tür angajmanlarınüretilecek olan düşünceler üzerinde etkisinin olmayacağını söylemek son derece güçtür. Zira ticaretin getirdiği kar ile siyasetin oluşturduğu makam ve buna bağlı beklentiler insanın yumuşak karnını temsil eder. Akademisyen bir beklentiyle hareket etmez, etmemelidir. Siyaset bazen inanmadığınız şeyi savunmanızı da gerektirir. Akademisyen bunu da yapamaz, yapmamalıdır. Aksi halde mesleğine ihanet etmiş olur. Tam tersine tesbitlerini ifade ederken kimseden ve hiçbir şeyden endişe duymamalıdır. Bu ortamın oluşturulması da siyasetçinin üzerine bir görevdir. Eğer ters giden bir durum varsa, yanlış yerde duran büyük ihtimalle siyasetçidir. Eğer siyasetçi gücüne dayalı olarak akademisyen üzerinde baskı yapma düşüncesini taşıyorsa orada akademisyen bakımından da yapacak şey değişmiş demektir.
Akademisyen mesleğiyle adeta evlenir. Onun gücü bilgisidir. Küçük bir hikâye: Fâtih devrinin en büyük dört meşhur müderrisinden birisini azlediyor. Hocası Molla GürânîPadişahın karşısına dikiliyor, diyor ki: “Ya o azli geri alırsın, ya da biz bütün ulema senin ülkeni terk ederiz; alimin kadrini bilen bir başka hükümdarın diyarına gideriz.” Fâtih, azlini geri almak zorunda kalıyor. Alim işte bu kadar kıymetli ve bu kadar güçlü… Düşünsenize Amerika’daki bütün bilim adamları bu ülkeyi terk etse nice olur Amerikanın hali…Gerçek güç kaba kuvvet değil bilgidir. Bu yüzden siyasetçinin vazifesi akademisyeni tehdit etmek değil, elinden geliyorsa önünü açmaktır. Kendisini kıyasıya eleştirse de…
Paraya ve makama talip olmayan akademisyen bir gün işinden edilme endişesi de taşımamalıdır. Zira iş güvenliği endişesi ve geçim sıkıntısı çeken bir akademisyenden sağlıklı fikirler üretmesi beklenemez. Tabii bir de kürsü dokunulmazlığı vardır. Kürsü dokunulmazlığı deyince milletvekilleri akla gelse de, akademisyenlerin en doğal haklarından birisidir bu hak... Bir başka deyişle akademisyen; düşüncesini sözlü ya da yazılı olarak paylaşırken mesleğiyle alakalı hiçbir şeyi söylemekten endişe duymamalı, kürsüsü en az milletvekili kürsüsü kadar özgür olmalıdır. Aksi halde; sıra dışı-ezber bozan fikirleri ortaya koyması nasıl mümkün olsun.Siyasetçinin bunu sınırlandırma girişiminin darbe girişiminden bir farkı yoktur.
Baskı unsuru olarak kullanmadığı sürece akademisyenin inançları da sorgulanmamalıdır. Amerika’nın başarısının altında biraz da bu yatıyor. Zira örneğin Pakistanlı bir doktorun bir kucak sakalıyla doktorluk ya da üniversite hocalığı yapmasının önünde hiçbir engel yoktur bu ülkede... Amerikalı el pençe divan durup büyük bir saygıyla onun ağzından çıkanları dinliyor. Dilinin, dininin, mezhebinin, etnik kökeninin, renginin, orijininin… hiç mi hiç önemi yok. Yukarıdaki mevzu bahis bütün garantiler fazlasıyla veriliyor kendisine…
İfade özgürlüğü, sadece onaylanan görüş ve bilgilerin açıklanmasını değil aynı zamanda rahatsızlık veren düşüncelerin açıklanmasını da içerir. Onaylanan bilgi ve görüşlerin konuşulması, diğer bazılarının tabu olması faşist sistemlere ilişkindir. Eğer böyle düşünüyorsanız sizde de farkında olduğunuz ya da olmadığınız faşisti bir damar var demektir. Faşizm ise insanlık suçudur. İfade özgürlüğünün kullanılmasını devletin engellememesi de (negatif yükümlülük) tek başına yeterli değildir. Devlet ifade özgürlüğünün kullanılabilmesi için gereken tedbirleri de almakla yükümlüdür (pozitif yükümlülük). İfade özgürlüğünü kullanan kişiye dönük tehditleri önleme, bu tehditleri bertaraf etme de devletin görevleri arasındadır. Eğer bizzat kendisi tehditse, bu çok büyük bir soruna işaret eder.
İfade özgürlüğünün sınırlandırılması, diğer birçok özgürlüğün dolaylı olarak sınırlandırılması anlamına da gelmektedir. İfade özgürlüğü insan tabiatındaki özgür ruhun ön şartıdır. Yasaklar sadece bir istisna olmalıdır. Zira, yeni düşünce ve taleplerin dile getirilmesi, mevcut sistemin kusurlarını ortaya çıkarmaktadır. Buna imkân sağlanmalıdır. Hukuk devletinde olsa olsa bunun önü açılır, tehdit savrulmaz. Anlatabildim mi bilemiyorum… (devam edecek)