Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

HUKUK GARABETİ

Bugün size başımdan geçen bir dava sürecinden bahsetmek istiyorum. Biliyorum, Türkiye’nin gündemi çok yüklü, ama bu da benim gündemim işte… Şükürler olsun kırk yaşını aşmış birisi olarak mahkemeyle davayla işim olmadı. Sadece iki istisna var; bunlardan birisi arabama kırmızı ışıkta beklerken çarpan ve benimle herhangi bir anlaşma yapmadan olay yerinden ayrılan sürücüye karşı açtığım dava, bir diğeri de burada anlatacak olduğum süreç... 2009 yılında, alel-acele hazırlandığını sonradan anladığım; Farabi Programından yararlanmak üzere, bir öğretim üyesi olarak YÖK'e başvuruda bulunmuştum. Programın amacı parasal teşvik getirerek üniversiteler arasında "Hoca" değişimini sağlamaktı. Program öğrenci değişimini de içeriyordu. Amaç; AB ülkeleri içinde uygulanan ve Türkiye'nin de dahil olduğu Esasmus, Socrates gibi programların bir benzerini Türkiye'de uygulama düşüncesi idi. Süreç içerisinde programın "dostlar alış-verişte görsün" mantığı ile hazırlandığını farkettim. Ben de doğrusu, daha çok parasal imkânlarından faydalanmak için programa müracaat etmiştim. Zira normal ders ücretimin beş katını vereceklerdi. Bir başka deyişle ne kadar derse girersem o kadar ücreti, hem de kendi üniversitemde aldığımın tam beş katını üstelik maaş karşılığı ders yükü olmaksızın alacaktım. Müracaatta bulunduğum Uşak Üniversitesi ise öğretim üyesi eksiği olduğu için başvurumu memnuniyetle kabul etti. Karşılıklı görüşmeler sonunda bütün dersler ayarlanmış, yazışmalar tamamlanmıştı. Ben de dersleri vermek üzere hazırlıklarımı sürdürürken, YÖK'ten bir yazı ulaştı elime. Yazının özeti şuydu: "Siz kaç saat girerseniz girin sadece 12 saat için ücret ödenecektir" Oysa ilk müracaat ettiğimde, "ders sınırı ve yükünün olmadığına dair" kesin ve açık bir yazılı beyan vardı. Doğal olarak moralim bozuldu, ama yapacak bir şey yoktu. Zira işlemler çoktan tamamlanmış, ben Uşak Üniversitesinin geçici personeli olmuştum bile... Vazgeçme talebim de kabul görmedi. Anormallik silsilesi bununla da bitmemişti. Hatırladığım kadarıyla dönemin başlamasına bir hafta kadar bir süre kalmıştı. ,YÖK'ten yeni bir yazı ulaştı elime... Bu yeni yazı ile yeni bir şok yaşadım: Bu seferki içerik ise 12 saatin 6 saate indirildiği ve 10 saat maaş karşılığı yük getirildiği bilgisini içeriyordu. Ben ise toplam 12 saat derse girecektim. Dolayısıyla en az 16 saat derse girmek kaydıyla en fazla 6 saat ücret alabilecektim. Bir başka deyişle, 12 saat 6 saate inmişti ve ben sadece iki saat için Uşak Üniversitesine gidecektim. Dimyata Pirince giderken, evdeki bulgurdan olma deyimi benim için gerçek olmuştu. Artık bu son bilgiyi gideceğim üniversitedeki yöneticilerle paylaşmadım. Zira ücret almamaya razı olmuştum. Ta ki; derslere girmek üzere Uşak'a gidinceye kadar... Arkadaşlar durumdan haberdar olunca, bana 4 saat daha takviyede bulundular ve en fazla ödenebilecek miktar olan altı saat ücret almaya hak kazandım ve dönemi bu şekilde bitirdim. Sıfır elde var sıfır olmamıştı. Doğal olarak mağduriyeti gidermek maksadıyla hukuk yoluna başvurmak istedim. Aynı programdan yararlanan ve benzer durumla muhatap olan bir başka arkadaşımla birlikte, üniversitemizin avukatı vasıtasıyla bir dilekçe hazırladık ve idare mahkemesinin yolunu tuttuk. Tekrarlıyorum; dilekçeyi üniversitede çalıştığı için idari davalarda uzman olan üniversitemizin avukatı marifetiyle hazırladık. İkimizin dilekçesindeki tek fark, adres ve isim değişikliği idi. Bu kısım önemli... Zira dava işleyişi ve hukuk garabeti esasen bu noktada belirginleşiyor. YÖK Ankara'da olduğu için avukatın da doğru şekilde yönlendirmesiyle davayı Ankara İdare Mahkemesine açtık. Bir süre sonra bir tebliğ geldi. Tebliğdeki bilgi, mahkemenin görevsizliğine dairdi. ilk garabet de buydu. Bakın; "İdari Davalarda Genel Yetki" başlığını taşıyan İdari Yargılama Usulünün 32. maddesi ne diyor: "Göreve ilişkin hükümler saklı kalmak şartıyla bu Kanunda veya özel kanunlarda yetkili idare mahkemesinin gösterilmemiş olması halinde, yetkili idare mahkemesi, dava konusu olan idari işlemi veya idari sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir." Biz YÖK'ü mahkemeye vermiştik ve YÖK de Ankara'da idi. Ankara İdare Mahkemesi bunu bile görememişti. (Küçük bir not: Konu Göreve ilişkin hükümler saklı kalmak şartıyla bu Kanunda veya özel kanunlarda yetkili idare mahkemesinin gösterilmemiş olması halinde, yetkili idare mahkemesi...nin yetkili olma durumu ile ilgili olabilir. Bunu özellikle araştırmadım. Ancak sonraki süreçte ne kadar da özensiz davranıldığını gördüğümden buna ihtimal vermiyorum). Hakkımızı almakta kararlı olduğumuzdan, yine avukatla görüştükten sonra, ben Uşak ili Afyon'daki yargı çevresinde olduğu için Afyon İdare Mahkemesine, Burdur'a giden diğer arkadaşım ise; Isparta İdare Mahkemesine dava açmıştı. Yaklaşık üç ay sonra tarafıma yeni bir tebliğ geldi. Tebliğde, avukatla hazırladığım dilekçemde hata olduğu, düzeltmem gerektiği, aksi halde davanın düşeceği bilgisi vardı. Çaresiz düzeltmeyi yaptım ve tekrar müracaat ettim. İsim ve adres gibi hususların dışında her şey aynı olmasına rağmen, diğer arkadaşımın dilekçesi reddedilmemişti. İkinci garabet de buydu. Doğal olarak süreci beklemeye devam ettik. Yıl 2010 ve aylardan da Eylül... Arkadaşımdan telefon aldım. Haber iyiydi. Zira ilk derece mahkemesi sonucu gelmiş ve dava lehine sonuçlanmıştı. Bu durum beni memnun etti elbette. Zira benim davam için de emsal teşkil edecek bir sonuçtu bu... İlk fırsatta kendisinden mahkeme sonucunu aldım ve emsal göstermek üzere kendi dosyama koydurdum. Öyle ya, hakkında daha önce bir mahkeme kararı olmadığı için, zorunlu olmasa da uygulamada birlik sağlamak maksadıyla mahkeme tarafından dikkate alınabilirdi. Yaklaşık dört ay sonra benim davam da ilk derece mahkemesinde sonuçlanmıştı. Tebliği aldığımda üçüncü garabeti yaşadım. Zira emsal bir sonuç dosyamda olmasına rağmen, dava aleyhime sonuçlanmıştı. Kimbilir belki de hiç incelenmedi. Zira tebligatta buna dair bir bilgi kırıntısı yoktu. Sonuçla birlikte, yargı ve avukat giderlerinin de tarafımca ödenmesi gerektiğine dair bilgi notunun tebliğde yer aldığını bilmem hatırlatmama gerek var mı... Ben de gereğini yapmak zorundaydım elbette... Hukuka güvenmek istiyordum. Zira bu garabetin Danıştay tarafından görüleceği ve gerekli düzeltmenin yapılacağı inancıyla Danıştay'a temyiz başvurusunda bulundum. O sırada 2011 yılının başlarındaydık. Avukatımıza sorduğumda davanın 6 ay ile bir yıl içerisinde sonuçlanabileceğini, ortalama sürenin bu kadar olduğunu söylemişti. Ben de sabırla sonucu bekliyor, zaman zaman mahkemeyi arayarak, zaman zaman da internetten dosya sorgulama linki yardımıyla Danıştay ya da e-devlet üzerinden sonucu takip ediyordum. Ama her seferinde gördüğüm şey aynıydı: "İlk incelemeden geldi." Uzun aramalardan sonra Danıştay'a da ulaştım. Bana henüz 2011'e ait dosyaların incelemeye girmediği, ama sıranın 2011'e ait dosyalarda olduğu söylendi. Bu sırada yıl 2012 idi ve bana 2013 yılı içerisinde mutlaka çözümleneceği söyleniyordu. Bana da doğal olarak sürenin dolmasını beklemek düşüyordu. Bir ümit bekliyordum. 2013'ün sonlarına geldiğimizde zaman zaman kendisiyle haberleştiğim arkadaşımdan konuyla ilgili yeni bir haber aldım. Bu haber de iyiydi. Zira YÖK ilk derece mahkemesinde davayı kaybettiği için Danıştay'a gitmiş ve Danıştay da yerel mahkemenin kararını onaylamıştı. Yani mahkeme kendisi açısından lehine sonuçlanmıştı. Ümidim bir kez daha yeşerdi. Zira, benim davam da Danıştay'da idi. İlk fırsatta kendisini ziyaret edip sonucun bir kopyasını almış, Danıştay'daki dosyama eklenmesi için idare mahkemesinin yolunu tutmuştum. Gereğini yaptım ve beklemeye koyuldum. Her zaman olduğu gibi... Ve tarih 16 Nisan 2014... Yani doğum günüm. Danıştay bana sürpriz mi yapmak istemiş, yoksa öyle mi denk gelmiş, onu sizin takdirinize bırakıyorum. Heyecanla açtığım tebligatta şu yazıyordu :".........İdare mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe usul ve kanuna uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına ve yargılama giderlerinin temyiz isteminde bulunan üzerinde bırakılmasına......" karar verilmişti. Yine emsal karara ilişkin bir bilgi notu yoktu. İddialarımın hiçbirisine de cevap verilmemişti. Sonraki süreçte bu tür tebligatların “matbu” olduğu kanaati hasıl oldu bende… Bilmem doğru mudur? Neyse ki bir hakkım daha vardı; bir beklentim olmasa da kanun yollarını tüketmek gerekiyordu. Ben de gereğini yaptım ve yeni bir harç ödeyerek kararın düzeltilme yoluna gittim. İki aynı dava ve iki ayrı sonuç= Ben "hukuk garabeti..." diyorum, siz isterseniz hukuk cinayeti diyebilirsiniz. Ve Temmuz 2015… Bir yılı aşkın bir süre sonra o da geldi, ama emsal gösterdiğim ve arkadaşımın lehine sonuçlanan “karar düzeltme” tebliğinden bir farkı yoktu. Dört emsal karar da mahkemeyi ve hakimleri hiç etkilememişti. “Matbu” düşüncesi ben de daha da güçlendi. Onun lehine benim aleyhime olan karar, yine hiçbir iddia dikkate alınmaksızın “onaylanmıştı.” Hak mücadelesini sürdürme kanaatinde olan ben, şimdi de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkımı kullanma hazırlığındayım. Belki tarihe bir not düşme fırsatı doğar. Bu elbette benim için küçük ama hukuk sistemimiz için büyük bir sonuç. Asıl sorun elbette ben değilim. Bunun binlercesinin yaşandığını düşünebiliyor musunuz? Hukuk sistemimizin ne kadar laçka olduğu hep söylenirdi de inanmazdım. Koca Danıştay Nasrettin Hoca misali sen de haklısın sen de haklısın demişti. Tek haksız olan ise hakkı gasbedilen ben... Vesselam…
Ekleme Tarihi: 27 Temmuz 2015 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

HUKUK GARABETİ

Bugün size başımdan geçen bir dava sürecinden bahsetmek istiyorum. Biliyorum, Türkiye’nin gündemi çok yüklü, ama bu da benim gündemim işte… Şükürler olsun kırk yaşını aşmış birisi olarak mahkemeyle davayla işim olmadı. Sadece iki istisna var; bunlardan birisi arabama kırmızı ışıkta beklerken çarpan ve benimle herhangi bir anlaşma yapmadan olay yerinden ayrılan sürücüye karşı açtığım dava, bir diğeri de burada anlatacak olduğum süreç...

2009 yılında, alel-acele hazırlandığını sonradan anladığım; Farabi Programından yararlanmak üzere, bir öğretim üyesi olarak YÖK'e başvuruda bulunmuştum. Programın amacı parasal teşvik getirerek üniversiteler arasında "Hoca" değişimini sağlamaktı. Program öğrenci değişimini de içeriyordu. Amaç; AB ülkeleri içinde uygulanan ve Türkiye'nin de dahil olduğu Esasmus, Socrates gibi programların bir benzerini Türkiye'de uygulama düşüncesi idi. Süreç içerisinde programın "dostlar alış-verişte görsün" mantığı ile hazırlandığını farkettim. Ben de doğrusu, daha çok parasal imkânlarından faydalanmak için programa müracaat etmiştim. Zira normal ders ücretimin beş katını vereceklerdi. Bir başka deyişle ne kadar derse girersem o kadar ücreti, hem de kendi üniversitemde aldığımın tam beş katını üstelik maaş karşılığı ders yükü olmaksızın alacaktım. Müracaatta bulunduğum Uşak Üniversitesi ise öğretim üyesi eksiği olduğu için başvurumu memnuniyetle kabul etti.

Karşılıklı görüşmeler sonunda bütün dersler ayarlanmış, yazışmalar tamamlanmıştı. Ben de dersleri vermek üzere hazırlıklarımı sürdürürken, YÖK'ten bir yazı ulaştı elime. Yazının özeti şuydu: "Siz kaç saat girerseniz girin sadece 12 saat için ücret ödenecektir" Oysa ilk müracaat ettiğimde, "ders sınırı ve yükünün olmadığına dair" kesin ve açık bir yazılı beyan vardı. Doğal olarak moralim bozuldu, ama yapacak bir şey yoktu. Zira işlemler çoktan tamamlanmış, ben Uşak Üniversitesinin geçici personeli olmuştum bile... Vazgeçme talebim de kabul görmedi.

Anormallik silsilesi bununla da bitmemişti. Hatırladığım kadarıyla dönemin başlamasına bir hafta kadar bir süre kalmıştı. ,YÖK'ten yeni bir yazı ulaştı elime... Bu yeni yazı ile yeni bir şok yaşadım: Bu seferki içerik ise 12 saatin 6 saate indirildiği ve 10 saat maaş karşılığı yük getirildiği bilgisini içeriyordu. Ben ise toplam 12 saat derse girecektim. Dolayısıyla en az 16 saat derse girmek kaydıyla en fazla 6 saat ücret alabilecektim. Bir başka deyişle, 12 saat 6 saate inmişti ve ben sadece iki saat için Uşak Üniversitesine gidecektim. Dimyata Pirince giderken, evdeki bulgurdan olma deyimi benim için gerçek olmuştu.

Artık bu son bilgiyi gideceğim üniversitedeki yöneticilerle paylaşmadım. Zira ücret almamaya razı olmuştum. Ta ki; derslere girmek üzere Uşak'a gidinceye kadar... Arkadaşlar durumdan haberdar olunca, bana 4 saat daha takviyede bulundular ve en fazla ödenebilecek miktar olan altı saat ücret almaya hak kazandım ve dönemi bu şekilde bitirdim. Sıfır elde var sıfır olmamıştı.

Doğal olarak mağduriyeti gidermek maksadıyla hukuk yoluna başvurmak istedim. Aynı programdan yararlanan ve benzer durumla muhatap olan bir başka arkadaşımla birlikte, üniversitemizin avukatı vasıtasıyla bir dilekçe hazırladık ve idare mahkemesinin yolunu tuttuk. Tekrarlıyorum; dilekçeyi üniversitede çalıştığı için idari davalarda uzman olan üniversitemizin avukatı marifetiyle hazırladık. İkimizin dilekçesindeki tek fark, adres ve isim değişikliği idi. Bu kısım önemli... Zira dava işleyişi ve hukuk garabeti esasen bu noktada belirginleşiyor.

YÖK Ankara'da olduğu için avukatın da doğru şekilde yönlendirmesiyle davayı Ankara İdare Mahkemesine açtık. Bir süre sonra bir tebliğ geldi. Tebliğdeki bilgi, mahkemenin görevsizliğine dairdi. ilk garabet de buydu. Bakın; "İdari Davalarda Genel Yetki" başlığını taşıyan İdari Yargılama Usulünün 32. maddesi ne diyor: "Göreve ilişkin hükümler saklı kalmak şartıyla bu Kanunda veya özel kanunlarda yetkili idare mahkemesinin gösterilmemiş olması halinde, yetkili idare mahkemesi, dava konusu olan idari işlemi veya idari sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir." Biz YÖK'ü mahkemeye vermiştik ve YÖK de Ankara'da idi. Ankara İdare Mahkemesi bunu bile görememişti. (Küçük bir not: Konu Göreve ilişkin hükümler saklı kalmak şartıyla bu Kanunda veya özel kanunlarda yetkili idare mahkemesinin gösterilmemiş olması halinde, yetkili idare mahkemesi...nin yetkili olma durumu ile ilgili olabilir. Bunu özellikle araştırmadım. Ancak sonraki süreçte ne kadar da özensiz davranıldığını gördüğümden buna ihtimal vermiyorum).

Hakkımızı almakta kararlı olduğumuzdan, yine avukatla görüştükten sonra, ben Uşak ili Afyon'daki yargı çevresinde olduğu için Afyon İdare Mahkemesine, Burdur'a giden diğer arkadaşım ise; Isparta İdare Mahkemesine dava açmıştı. Yaklaşık üç ay sonra tarafıma yeni bir tebliğ geldi. Tebliğde, avukatla hazırladığım dilekçemde hata olduğu, düzeltmem gerektiği, aksi halde davanın düşeceği bilgisi vardı. Çaresiz düzeltmeyi yaptım ve tekrar müracaat ettim. İsim ve adres gibi hususların dışında her şey aynı olmasına rağmen, diğer arkadaşımın dilekçesi reddedilmemişti. İkinci garabet de buydu.

Doğal olarak süreci beklemeye devam ettik. Yıl 2010 ve aylardan da Eylül... Arkadaşımdan telefon aldım. Haber iyiydi. Zira ilk derece mahkemesi sonucu gelmiş ve dava lehine sonuçlanmıştı. Bu durum beni memnun etti elbette. Zira benim davam için de emsal teşkil edecek bir sonuçtu bu... İlk fırsatta kendisinden mahkeme sonucunu aldım ve emsal göstermek üzere kendi dosyama koydurdum. Öyle ya, hakkında daha önce bir mahkeme kararı olmadığı için, zorunlu olmasa da uygulamada birlik sağlamak maksadıyla mahkeme tarafından dikkate alınabilirdi. Yaklaşık dört ay sonra benim davam da ilk derece mahkemesinde sonuçlanmıştı. Tebliği aldığımda üçüncü garabeti yaşadım. Zira emsal bir sonuç dosyamda olmasına rağmen, dava aleyhime sonuçlanmıştı. Kimbilir belki de hiç incelenmedi. Zira tebligatta buna dair bir bilgi kırıntısı yoktu. Sonuçla birlikte, yargı ve avukat giderlerinin de tarafımca ödenmesi gerektiğine dair bilgi notunun tebliğde yer aldığını bilmem hatırlatmama gerek var mı... Ben de gereğini yapmak zorundaydım elbette...

Hukuka güvenmek istiyordum. Zira bu garabetin Danıştay tarafından görüleceği ve gerekli düzeltmenin yapılacağı inancıyla Danıştay'a temyiz başvurusunda bulundum. O sırada 2011 yılının başlarındaydık. Avukatımıza sorduğumda davanın 6 ay ile bir yıl içerisinde sonuçlanabileceğini, ortalama sürenin bu kadar olduğunu söylemişti. Ben de sabırla sonucu bekliyor, zaman zaman mahkemeyi arayarak, zaman zaman da internetten dosya sorgulama linki yardımıyla Danıştay ya da e-devlet üzerinden sonucu takip ediyordum. Ama her seferinde gördüğüm şey aynıydı: "İlk incelemeden geldi." Uzun aramalardan sonra Danıştay'a da ulaştım. Bana henüz 2011'e ait dosyaların incelemeye girmediği, ama sıranın 2011'e ait dosyalarda olduğu söylendi. Bu sırada yıl 2012 idi ve bana 2013 yılı içerisinde mutlaka çözümleneceği söyleniyordu. Bana da doğal olarak sürenin dolmasını beklemek düşüyordu. Bir ümit bekliyordum.

2013'ün sonlarına geldiğimizde zaman zaman kendisiyle haberleştiğim arkadaşımdan konuyla ilgili yeni bir haber aldım. Bu haber de iyiydi. Zira YÖK ilk derece mahkemesinde davayı kaybettiği için Danıştay'a gitmiş ve Danıştay da yerel mahkemenin kararını onaylamıştı. Yani mahkeme kendisi açısından lehine sonuçlanmıştı. Ümidim bir kez daha yeşerdi. Zira, benim davam da Danıştay'da idi. İlk fırsatta kendisini ziyaret edip sonucun bir kopyasını almış, Danıştay'daki dosyama eklenmesi için idare mahkemesinin yolunu tutmuştum. Gereğini yaptım ve beklemeye koyuldum. Her zaman olduğu gibi... Ve tarih 16 Nisan 2014... Yani doğum günüm. Danıştay bana sürpriz mi yapmak istemiş, yoksa öyle mi denk gelmiş, onu sizin takdirinize bırakıyorum. Heyecanla açtığım tebligatta şu yazıyordu :".........İdare mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe usul ve kanuna uygun olup, bozulmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, temyiz isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına ve yargılama giderlerinin temyiz isteminde bulunan üzerinde bırakılmasına......" karar verilmişti. Yine emsal karara ilişkin bir bilgi notu yoktu. İddialarımın hiçbirisine de cevap verilmemişti. Sonraki süreçte bu tür tebligatların “matbu” olduğu kanaati hasıl oldu bende… Bilmem doğru mudur? Neyse ki bir hakkım daha vardı; bir beklentim olmasa da kanun yollarını tüketmek gerekiyordu. Ben de gereğini yaptım ve yeni bir harç ödeyerek kararın düzeltilme yoluna gittim. İki aynı dava ve iki ayrı sonuç= Ben "hukuk garabeti..." diyorum, siz isterseniz hukuk cinayeti diyebilirsiniz.

Ve Temmuz 2015… Bir yılı aşkın bir süre sonra o da geldi, ama emsal gösterdiğim ve arkadaşımın lehine sonuçlanan “karar düzeltme” tebliğinden bir farkı yoktu. Dört emsal karar da mahkemeyi ve hakimleri hiç etkilememişti. “Matbu” düşüncesi ben de daha da güçlendi. Onun lehine benim aleyhime olan karar, yine hiçbir iddia dikkate alınmaksızın “onaylanmıştı.” Hak mücadelesini sürdürme kanaatinde olan ben, şimdi de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkımı kullanma hazırlığındayım. Belki tarihe bir not düşme fırsatı doğar.

Bu elbette benim için küçük ama hukuk sistemimiz için büyük bir sonuç. Asıl sorun elbette ben değilim. Bunun binlercesinin yaşandığını düşünebiliyor musunuz? Hukuk sistemimizin ne kadar laçka olduğu hep söylenirdi de inanmazdım. Koca Danıştay Nasrettin Hoca misali sen de haklısın sen de haklısın demişti. Tek haksız olan ise hakkı gasbedilen ben... Vesselam…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.