Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

KAVRAMSAL YABANCILAŞMA

Yabancılaşma adeta kültürümüz haline geldi. Öyle ki, yeni nesil kendi kültürüne neredeyse tamamen yabancı… Ya da öyle olmasa bile içi boşaltılmış… Bu hayatımızın her evresi için söz konusu ama ben aşağıda, biraz bilimsel bir dille ekonomiye ilişkin yabancılaşmadan bahsetmek istiyorum. Bir üretim ve paylaşım sorunu tarihin her döneminde var olmuştur. Ancak özellikle 18. yüzyıldan itibaren günümüze yansıyacak yüzüyle farklı bir evreye devşirilmiştir. Zira dönem ekonominin ilkelerin oluştuğu dönemdir. Bu sürecin başlangıcı 1776’da Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği kitabının basıldığı tarih ile başladığı kabul edilir. Smith, zenginliğin kaynağı üzerinde durmuştur. Kendisi dindar bir aileden gelmesine rağmen, kiliseye dayalı düşünceden farklı olarak “zenginliği” çalışmasının merkezine almıştır. Aslında Smith, ulusların zenginliği kavramını, zenginliğin bilimi=ekonomi bilimi anlamında kullanmıştır. Ona göre her bir kişinin zengin olma çabası, toplumun bir bütün olarak zenginleşmesine katkıda bulunacaktır. Diğer önemli bir konu ise, zenginliğin kaynağının biriktirilmiş altın ve gümüş değil, bunların üretim sürecine sokulmasıdır. İslam’ın dolayısıyla ekonomik kanadının da elbette konuya ilişkin ilkeleri vardır. Ancak İslam Ekonomisi kavramı ise 20. yüzyılın bir ürünüdür. Ancak bu bilgi geçmişte konuyla ilgili çalışma yapılmadığı anlamına gelmez. Örneğin 8. asırda yaşayan İmam Ebu Yusuf’un Kitabul-Haraç (Vergi Hukuku) isimli çalışması bir örnektir. Gazali, İbniTeymiyye, İbn-i Kayyım ve İbn-i Haldun’un da bu konuda çalışmaları vardır. Geciken, teorileşme sürecidir ama kapitalizmin teorileşmesi de görece olarak eski değildir. Ekonomi bilimi pek çok şekilde tanımlanmıştır ama bugün ana akım ekonominin kabul ettiği sınırlı kaynakların sınırsız insan ihtiyaçların karşılanmasında nasıl yönetileceği şeklindeki tanımlama halen dominanttır. Mantıken, gezegende sınırlı kaynaklarla daimi devinimi sürdürmek imkânsızdır. Oysa gerek kaynakların sınırlılığı, gerekse de insan ihtiyaçlarının (isteklerinin) sınırsızlığı, açıklığa kavuşturulması gereken bir iddia olmalıdır. 18. Yüzyıl anlayışının yansıması olan bu felsefe aslında aradan geçen 200 yılı aşkın sürede çökmüş olmalıdır. Zira “sınırlı” olarak tanımlanan kaynakların, dünya nüfusunun çok hızlı artmasına rağmen insan ihtiyaçlarını karşılamadaki üstünlüğü yapılan tanımla çelişmektedir. Öte yandan ekonomi bilimi kıt-sınırlı ya da kıt olmayan bütün kaynakların yönetimi ile ilgilenmelidir. Bu yaklaşımın veri kabul edilmesi baştan kaybetmeyi kabul etmek anlamına gelir. İslam ekonomisinin iddiası özgün bir teori geliştirmek olmalıdır. Zira İslam iktisadını özgün kılan, başka iktisadi sistemlerden ayrıştığı noktalardır. İslam ekonomisi modern kapitalist ekonomiye birkaç kılıf giydirerek oluşturulamaz. Bu tür bir yaklaşım, insanın biyolojik gereksinimlerinin sınırsızlığı varsayımına dayandığı ve insanın sahip olduğu temel psikolojik ve ahlâki özellikleri gözardı ettiği için insanın bizzat kendisini yok sayan bir özelliğe sahiptir. Kur’an’ın ve sünnetin inşa etmek istediği insan ve toplum modeline yabancı olan bu varsayımlardan hareketle kavramların anlamlandırılması, konunun üzerinde incelendiği zeminin bu iki kaynağa oldukça yabancı olması sebebiyle ne bu kaynaklar ile örtüşme ihtimali ne de başarılı olma şansı bulunmaktadır. Bu durumda kazanan yine kapitalizm olacaktır. Zira halkı Müslüman olan ülkelerdeki potansiyel finansal güç, piyasa yapısına hâkim olan kapitalist sermayedarların kontrolüne kolayca geçecektir. Hali hazırdaki durum da büyük oranda bunu yansıtmaktadır. Gayri Müslimler, devlet düzeyinde konu ile ilgilenmektedirler. Aynı durum mal, fayda, tüketim, kazanç, emek gibi kavramlar için de söz konusudur. “Kavramsal yabancılaşma” olarak ifade edebileceğimiz bu husus temel bir sorundur. Kavram aynı bile olsa, anlamı farklıdır. Örneğin refah kavramının içi her iki anlayışta farklı doldurulur. Sadece sözlük anlamı ile kullanmak yanlış sonuç verir. İslam hukukunun verdiği anlam, kavramın özgün anlamı, klasik dönemde (mezheplerin oluştuğu dönemdeki anlamı) bilinmeden teori oluşturulmamalıdır. Fayda kavramı üzerinde duralım: Geleneksel iktisat bireye faydasını (çıkarını) maksimize etmeyi öğretir. Ama mesela İslam'ın fayda anlayışı tek merkezli ve üç ayaklıdır; (1) kişisel ihtiyaçlara dönüktür. (2) Toplumsal (sosyal) tarafı vardır. (3) En önemli boyutu (merkezi); ahirete dönük olmasıdır. Ceteris-paribus koşulları altında yapılan bu tanımlama, ekonominin toplumsal dinamiklerini dikkate almadığı için bütün ülkelere aynen monte edilemez. Zira toplumsal dinamik ve tepkiler birbirinden farklıdır. Hakim iktisadi anlayış ekonomi bilimine; etik, ahlak ve sosyolojik sorunlarla herhangi bir bağlantısı olmayan pozitif bir bilim olarak yaklaşır. Sosyal ve hukuki konulara dair gelişmeleri takip eden pek çok ülkenin düştüğü bu yanlışlık, uzun dönemde toplumsal barışı da bozmaktadır. Bir başka deyişle ekonominin (ve hukukun) zamandan ve mekândan bağımsız her toplum için geçerli tartışılmaz kuralları yoktur. Aslında bunun en somut kanıtı, ana akım iktisat anlayışının başlangıcından günümüze sürekli değişmesine rağmen, yine de krizlerin önüne geçememiş olmasıdır. İslam iktisadının geçmişte mezhepler tarafından belirlenen ilkeleri başarılı bir şekilde uygulanmıştır. Hali hazırda yapılan çalışmaların klasik dönemde verilen hükümlerden ve bu ilkelere göre yapılan uygulamalardan faydalanması gerekir. Zira hali hazırdaki süreç daha çok düşünce aşamasını temsil etmektedir. Geçmiş dönemdeki uygulama karar ve hüküm vermeyi kolaylaştıracaktır.
Ekleme Tarihi: 17 Ağustos 2015 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

KAVRAMSAL YABANCILAŞMA

Yabancılaşma adeta kültürümüz haline geldi. Öyle ki, yeni nesil kendi kültürüne neredeyse tamamen yabancı… Ya da öyle olmasa bile içi boşaltılmış… Bu hayatımızın her evresi için söz konusu ama ben aşağıda, biraz bilimsel bir dille ekonomiye ilişkin yabancılaşmadan bahsetmek istiyorum.

Bir üretim ve paylaşım sorunu tarihin her döneminde var olmuştur. Ancak özellikle 18. yüzyıldan itibaren günümüze yansıyacak yüzüyle farklı bir evreye devşirilmiştir. Zira dönem ekonominin ilkelerin oluştuğu dönemdir. Bu sürecin başlangıcı 1776’da Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği kitabının basıldığı tarih ile başladığı kabul edilir. Smith, zenginliğin kaynağı üzerinde durmuştur. Kendisi dindar bir aileden gelmesine rağmen, kiliseye dayalı düşünceden farklı olarak “zenginliği” çalışmasının merkezine almıştır. Aslında Smith, ulusların zenginliği kavramını, zenginliğin bilimi=ekonomi bilimi anlamında kullanmıştır. Ona göre her bir kişinin zengin olma çabası, toplumun bir bütün olarak zenginleşmesine katkıda bulunacaktır. Diğer önemli bir konu ise, zenginliğin kaynağının biriktirilmiş altın ve gümüş değil, bunların üretim sürecine sokulmasıdır.

İslam’ın dolayısıyla ekonomik kanadının da elbette konuya ilişkin ilkeleri vardır. Ancak İslam Ekonomisi kavramı ise 20. yüzyılın bir ürünüdür. Ancak bu bilgi geçmişte konuyla ilgili çalışma yapılmadığı anlamına gelmez. Örneğin 8. asırda yaşayan İmam Ebu Yusuf’un Kitabul-Haraç (Vergi Hukuku) isimli çalışması bir örnektir. Gazali, İbniTeymiyye, İbn-i Kayyım ve İbn-i Haldun’un da bu konuda çalışmaları vardır. Geciken, teorileşme sürecidir ama kapitalizmin teorileşmesi de görece olarak eski değildir.

Ekonomi bilimi pek çok şekilde tanımlanmıştır ama bugün ana akım ekonominin kabul ettiği sınırlı kaynakların sınırsız insan ihtiyaçların karşılanmasında nasıl yönetileceği şeklindeki tanımlama halen dominanttır. Mantıken, gezegende sınırlı kaynaklarla daimi devinimi sürdürmek imkânsızdır. Oysa gerek kaynakların sınırlılığı, gerekse de insan ihtiyaçlarının (isteklerinin) sınırsızlığı, açıklığa kavuşturulması gereken bir iddia olmalıdır. 18. Yüzyıl anlayışının yansıması olan bu felsefe aslında aradan geçen 200 yılı aşkın sürede çökmüş olmalıdır. Zira “sınırlı” olarak tanımlanan kaynakların, dünya nüfusunun çok hızlı artmasına rağmen insan ihtiyaçlarını karşılamadaki üstünlüğü yapılan tanımla çelişmektedir. Öte yandan ekonomi bilimi kıt-sınırlı ya da kıt olmayan bütün kaynakların yönetimi ile ilgilenmelidir.

Bu yaklaşımın veri kabul edilmesi baştan kaybetmeyi kabul etmek anlamına gelir. İslam ekonomisinin iddiası özgün bir teori geliştirmek olmalıdır. Zira İslam iktisadını özgün kılan, başka iktisadi sistemlerden ayrıştığı noktalardır. İslam ekonomisi modern kapitalist ekonomiye birkaç kılıf giydirerek oluşturulamaz. Bu tür bir yaklaşım, insanın biyolojik gereksinimlerinin sınırsızlığı varsayımına dayandığı ve insanın sahip olduğu temel psikolojik ve ahlâki özellikleri gözardı ettiği için insanın bizzat kendisini yok sayan bir özelliğe sahiptir.

Kur’an’ın ve sünnetin inşa etmek istediği insan ve toplum modeline yabancı olan bu varsayımlardan hareketle kavramların anlamlandırılması, konunun üzerinde incelendiği zeminin bu iki kaynağa oldukça yabancı olması sebebiyle ne bu kaynaklar ile örtüşme ihtimali ne de başarılı olma şansı bulunmaktadır. Bu durumda kazanan yine kapitalizm olacaktır. Zira halkı Müslüman olan ülkelerdeki potansiyel finansal güç, piyasa yapısına hâkim olan kapitalist sermayedarların kontrolüne kolayca geçecektir. Hali hazırdaki durum da büyük oranda bunu yansıtmaktadır. Gayri Müslimler, devlet düzeyinde konu ile ilgilenmektedirler. Aynı durum mal, fayda, tüketim, kazanç, emek gibi kavramlar için de söz konusudur.

“Kavramsal yabancılaşma” olarak ifade edebileceğimiz bu husus temel bir sorundur. Kavram aynı bile olsa, anlamı farklıdır. Örneğin refah kavramının içi her iki anlayışta farklı doldurulur. Sadece sözlük anlamı ile kullanmak yanlış sonuç verir. İslam hukukunun verdiği anlam, kavramın özgün anlamı, klasik dönemde (mezheplerin oluştuğu dönemdeki anlamı) bilinmeden teori oluşturulmamalıdır.

Fayda kavramı üzerinde duralım: Geleneksel iktisat bireye faydasını (çıkarını) maksimize etmeyi öğretir. Ama mesela İslam'ın fayda anlayışı tek merkezli ve üç ayaklıdır; (1) kişisel ihtiyaçlara dönüktür. (2) Toplumsal (sosyal) tarafı vardır. (3) En önemli boyutu (merkezi); ahirete dönük olmasıdır.

Ceteris-paribus koşulları altında yapılan bu tanımlama, ekonominin toplumsal dinamiklerini dikkate almadığı için bütün ülkelere aynen monte edilemez. Zira toplumsal dinamik ve tepkiler birbirinden farklıdır. Hakim iktisadi anlayış ekonomi bilimine; etik, ahlak ve sosyolojik sorunlarla herhangi bir bağlantısı olmayan pozitif bir bilim olarak yaklaşır. Sosyal ve hukuki konulara dair gelişmeleri takip eden pek çok ülkenin düştüğü bu yanlışlık, uzun dönemde toplumsal barışı da bozmaktadır. Bir başka deyişle ekonominin (ve hukukun) zamandan ve mekândan bağımsız her toplum için geçerli tartışılmaz kuralları yoktur. Aslında bunun en somut kanıtı, ana akım iktisat anlayışının başlangıcından günümüze sürekli değişmesine rağmen, yine de krizlerin önüne geçememiş olmasıdır.

İslam iktisadının geçmişte mezhepler tarafından belirlenen ilkeleri başarılı bir şekilde uygulanmıştır. Hali hazırda yapılan çalışmaların klasik dönemde verilen hükümlerden ve bu ilkelere göre yapılan uygulamalardan faydalanması gerekir. Zira hali hazırdaki süreç daha çok düşünce aşamasını temsil etmektedir. Geçmiş dönemdeki uygulama karar ve hüküm vermeyi kolaylaştıracaktır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.