Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

SOYGUN (28 ŞUBAT) SÜRECİ

Hatırlar mısınız bilmem; Haziran 1996’da kurulan REFAHYOL hükümetini çalışamaz hale getirmek ve itibarsızlaştırmak için mecliste ardı-arkası kesilmeyen gensorular verilmişti. Asker tepeden bastırıyor, basın ahlaksızca saldırıyordu. Meclis içi muhalefet kendisine verilen rolü hakkıyla (!) icra ediyor, beşli çete (TİSK, TESK, TOBB, TÜRK- İŞ ve DİSK) hadisenin görünüşte "sivil" ayağını yönetiyordu. Operasyon koalisyon içerisinde de çoktan başlatılmış, ortak DP’de parti içi muhalefet harekete geçirilmişti. Henüz altı ayını yeni doldurmuştu ki; sonradan post modern darbe olarak isimlendirilen meş’um süreç ete kemiğe büründürüldü. Durumun giderek tehlikeli bir hal aldığını gören hükümet yetkilileri süreç içerisinde yaşananlardan da hareketle protokolün de bir gereği olarak, bir yılın dolmasının ardından başbakanlığı diğer ortağa devretmek üzere istifasını cumhurbaşkanına sunmuştu. Herhangi bir güvenoyu sorunu olmamasına rağmen, cumhurbaşkanı görevi koalisyon ortağına vermedi. Ve böylece 54. hükümet sona ermiş oldu.   Görevli cumhurbaşkanının kendi ifadesiyle; ‘sayısal çoğunluktan’ değil, ‘siyasal ağırlıktan’ yana tavrı onu iç ve dış müesses nizamın gözdesi yapmıştı. Görev de başarıyla (!) tamamlanmıştı. Silahsız kuvvetlerin (!) elbirliğiyle başarılan süreç çağdaş Türkiye’ye bu zorunlu küçük aradan sonra doğal (!) haklarını iade etmişti. Netameli zamanların adamının elbette siyasal ağırlıktan başka söyleyecekleri de vardı: Dokuzuncu Senfoni icra edilirken "İşte çağdaş Türkiye…" demişti mesela… Zira zafere işaret ediyordu. Maskesini indiren derin ve karanlık, dış ve onların iç işbirlikçilerinin temsilcisi hızını alamayarak; gayet pişkin ve kendinden emin tavırlarla ‘başı bağlı olanları’ Arabistan’a göndermekten bile bahsetmişti. Aslında bu durum yeni de değildi… Nitekim şair (NFK) aşağıda bir kısmını verdiğimiz 1971’de yazdığı şiirinde şöyle demişti onunla ilgili…   Sen gül diyarının yapma gülüsün! Aynı yapmacıkla Çoban Sülü’sün! Yoktur izlediğin bir dava yolu; Bir bu yan, bir şu yan, büküntülüsün! …… Teokratik rejim olmaz deyip de, Peşinden müslüman görüntülüsün! …. Kuzum, senin neren Anadoluludur? Türk’ e Amerikan püskürtülüsün! Farkın şu ki, eski Başbakanlardan, Sen o belaların son püskülüsün!   Halka rağmen yapılan icraatlar hükümet düşürmekle de sınırlı değil elbette… Üniversitelerde ve kamu kuruluşlarında başörtüsü yasağı, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri uygulanmayan kılık kıyafet yasası gerekçe gösterilerek sokaklarda gözaltına almalar, fişleme ve jurnallemelerin çoğalması, camilerle ilgili yeni düzenlemeler ve Kur'an kurslarının kapatılması, yargının siyasallaşması ve bağımsızlığını yitirmesi, askerin siyasete müdahalesi gibi tabandan gelmeyen pek çok uygulama kaba güç, sindirme ve tehditlerle hayata geçirilmişti. Tam bir korku düzeni kurulmuştu baba Esed dönemi Suriyesi gibi… Herkes bir diğerinin potansiyel muhbiri yapılmıştı çünkü… Fitne düzeni yani… Basın da Taliban’ın aynı dönemde Afganistan’daki iktidarı nedeniyle; Türkiye Afganistan olacak yaygarası peşindeydi…   Tabi bütün bunların bir bedeli vardı. Nitekim çok geçmeden kurdukları sistem başlarına yıkıldı (2001 krizi). Bir sonraki sene ise her biri silinip gitti (2002 seçimleri). Bin yıl sürmesi öngörülen süreç sadece beş yılda bitivermişti. Aslında biten deniz olarak görülen devletti. Nitekim sürece destek verenler tek tek kuyruğa girmiş, pastadan daha fazla pay alabilmek için aç kurtlar gibi saldırmışlar, kamu kaynaklarına akbabalar gibi üşüşmüşlerdi. Nitekim kimine haraç-mezat verilen ihaleler, kimine özelleştirme adı altında çekilen peşkeşler, kimine de milleti soymak için verilen banka kurma izinleri ile soygun süreci başlamıştı. Aslında 28 Şubat süreci derken, soygun süreci demek lazım… Bu soyguna devlet beş yıl ancak dayanmıştı çünkü… Nitekim döviz üç katıma çıkmış, kara çarşambalar, kara pazartesiler birbirini kovalar olmuştu. Verilen banka izinleri ile daha yüksek faiz vaadiyle mağdur edilen offshorezedeler (ofşorzede) sokağa çıkmış, Konya merkezli misyonlu oluşturulan ‘holdingler’ tek tek çökmüş, bir ömür biriktirdiği parasını kaptıran Almancı amca ise parasının üzerine bir bardak soğuk su içmek zorunda kalmıştı. Köftecisine kadar listesi çıkarılan ve yayınlanan yeşil sermayede batıklar başlamış, nitekim ihlas finans batmış yeşil sermayeye güven başarıyla sarsılmıştı.   Önemli olan zor zamanda konuşmaktır elbette... Bir başka deyişle o gün ne yaptığınız, hangi tepkiyi verdiğinizdir önemli olan… Bizimkisi küçük bir hatırlatma sadece… Unutmamak-unutturmamak adına… Zira, unutturdukları o kadar çok şey var ki…
Ekleme Tarihi: 09 Mart 2020 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

SOYGUN (28 ŞUBAT) SÜRECİ

Hatırlar mısınız bilmem; Haziran 1996’da kurulan REFAHYOL hükümetini çalışamaz hale getirmek ve itibarsızlaştırmak için mecliste ardı-arkası kesilmeyen gensorular verilmişti. Asker tepeden bastırıyor, basın ahlaksızca saldırıyordu. Meclis içi muhalefet kendisine verilen rolü hakkıyla (!) icra ediyor, beşli çete (TİSK, TESK, TOBB, TÜRK- İŞ ve DİSK) hadisenin görünüşte "sivil" ayağını yönetiyordu. Operasyon koalisyon içerisinde de çoktan başlatılmış, ortak DP’de parti içi muhalefet harekete geçirilmişti. Henüz altı ayını yeni doldurmuştu ki; sonradan post modern darbe olarak isimlendirilen meş’um süreç ete kemiğe büründürüldü. Durumun giderek tehlikeli bir hal aldığını gören hükümet yetkilileri süreç içerisinde yaşananlardan da hareketle protokolün de bir gereği olarak, bir yılın dolmasının ardından başbakanlığı diğer ortağa devretmek üzere istifasını cumhurbaşkanına sunmuştu. Herhangi bir güvenoyu sorunu olmamasına rağmen, cumhurbaşkanı görevi koalisyon ortağına vermedi. Ve böylece 54. hükümet sona ermiş oldu.

 

Görevli cumhurbaşkanının kendi ifadesiyle; ‘sayısal çoğunluktan’ değil, ‘siyasal ağırlıktan’ yana tavrı onu iç ve dış müesses nizamın gözdesi yapmıştı. Görev de başarıyla (!) tamamlanmıştı. Silahsız kuvvetlerin (!) elbirliğiyle başarılan süreç çağdaş Türkiye’ye bu zorunlu küçük aradan sonra doğal (!) haklarını iade etmişti. Netameli zamanların adamının elbette siyasal ağırlıktan başka söyleyecekleri de vardı: Dokuzuncu Senfoni icra edilirken "İşte çağdaş Türkiye…" demişti mesela… Zira zafere işaret ediyordu. Maskesini indiren derin ve karanlık, dış ve onların iç işbirlikçilerinin temsilcisi hızını alamayarak; gayet pişkin ve kendinden emin tavırlarla ‘başı bağlı olanları’ Arabistan’a göndermekten bile bahsetmişti. Aslında bu durum yeni de değildi… Nitekim şair (NFK) aşağıda bir kısmını verdiğimiz 1971’de yazdığı şiirinde şöyle demişti onunla ilgili…

 

Sen gül diyarının yapma gülüsün!

Aynı yapmacıkla Çoban Sülü’sün!

Yoktur izlediğin bir dava yolu;

Bir bu yan, bir şu yan, büküntülüsün!

……

Teokratik rejim olmaz deyip de,

Peşinden müslüman görüntülüsün!

….

Kuzum, senin neren Anadoluludur?

Türk’ e Amerikan püskürtülüsün!

Farkın şu ki, eski Başbakanlardan,

Sen o belaların son püskülüsün!

 

Halka rağmen yapılan icraatlar hükümet düşürmekle de sınırlı değil elbette… Üniversitelerde ve kamu kuruluşlarında başörtüsü yasağı, Cumhuriyetin ilk yıllarından beri uygulanmayan kılık kıyafet yasası gerekçe gösterilerek sokaklarda gözaltına almalar, fişleme ve jurnallemelerin çoğalması, camilerle ilgili yeni düzenlemeler ve Kur'an kurslarının kapatılması, yargının siyasallaşması ve bağımsızlığını yitirmesi, askerin siyasete müdahalesi gibi tabandan gelmeyen pek çok uygulama kaba güç, sindirme ve tehditlerle hayata geçirilmişti. Tam bir korku düzeni kurulmuştu baba Esed dönemi Suriyesi gibi… Herkes bir diğerinin potansiyel muhbiri yapılmıştı çünkü… Fitne düzeni yani… Basın da Taliban’ın aynı dönemde Afganistan’daki iktidarı nedeniyle; Türkiye Afganistan olacak yaygarası peşindeydi…

 

Tabi bütün bunların bir bedeli vardı. Nitekim çok geçmeden kurdukları sistem başlarına yıkıldı (2001 krizi). Bir sonraki sene ise her biri silinip gitti (2002 seçimleri). Bin yıl sürmesi öngörülen süreç sadece beş yılda bitivermişti. Aslında biten deniz olarak görülen devletti. Nitekim sürece destek verenler tek tek kuyruğa girmiş, pastadan daha fazla pay alabilmek için aç kurtlar gibi saldırmışlar, kamu kaynaklarına akbabalar gibi üşüşmüşlerdi. Nitekim kimine haraç-mezat verilen ihaleler, kimine özelleştirme adı altında çekilen peşkeşler, kimine de milleti soymak için verilen banka kurma izinleri ile soygun süreci başlamıştı. Aslında 28 Şubat süreci derken, soygun süreci demek lazım… Bu soyguna devlet beş yıl ancak dayanmıştı çünkü… Nitekim döviz üç katıma çıkmış, kara çarşambalar, kara pazartesiler birbirini kovalar olmuştu. Verilen banka izinleri ile daha yüksek faiz vaadiyle mağdur edilen offshorezedeler (ofşorzede) sokağa çıkmış, Konya merkezli misyonlu oluşturulan ‘holdingler’ tek tek çökmüş, bir ömür biriktirdiği parasını kaptıran Almancı amca ise parasının üzerine bir bardak soğuk su içmek zorunda kalmıştı. Köftecisine kadar listesi çıkarılan ve yayınlanan yeşil sermayede batıklar başlamış, nitekim ihlas finans batmış yeşil sermayeye güven başarıyla sarsılmıştı.

 

Önemli olan zor zamanda konuşmaktır elbette... Bir başka deyişle o gün ne yaptığınız, hangi tepkiyi verdiğinizdir önemli olan… Bizimkisi küçük bir hatırlatma sadece… Unutmamak-unutturmamak adına… Zira, unutturdukları o kadar çok şey var ki…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.