Gündelik hayatta karşılaştığımız hadiselerle ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek ve isabetli karar verebilmek için bu hadiselerin arka planını da görebilmek gerekiyor. Bu da ciddi bir tecrübe, bilgi birikimi ve gözlem işi... Zira zahir çoğu zaman yanıltıcı oluyor. Eğer hayatı ‘okuyarak’, bir miktar tecrübe etmişseniz, bu geri planı görebilmek de kolaylaşıyor. Bir başka deyişle siz talip olmasanız bile, hayat bütün çıplaklığı ile önünüze koyuyor; olanların ya da muhatapların arka ve elbette gerçek yüzünü...
Söz gelimi medeniyet rol modelimiz (!) batılıların toplum içerisinde birbirleriyle iletişiminde sıklıkla; please (lütfen), sorry (özür dilerim-üzgünüm), excuse me (afedersiniz), sir (efendim) gibi kelimeleri duyarsınız. Fevkalade naziktirler yani... Zaten biz de biraz buraya, yani zahire bakarak aşamıyoruz yaşadığımız kompleksi... Elbette batılıyı tanımanın, batı kültürünün-medeniyetinin ne olduğunu anlamının yolu bu değil... Ama şimdilik konumuz olmadığından üzerinde durmuyorum.
Bir de bir şekilde hayatı paylaşmak zorunda olduğunuz kimseler vardır; işyerinde, komşu iken, aynı mahallede, köyde vs... Her şey yolunda iken su yüzüne çıkmış herhangi bir problem gözükmez. İyi günde dosttur (!) yani... Oysa siz de bilirsiniz, kendileri de bilir; hakikatin bu olmadığını... Hadisenin iç yüzünü göremeyenler bakımından konunun izahı da yoktur. Öyle ya; FETÖ, gençlere 'sahip çıkarken' onların gelecek planlarına kimi inandırabilirdiniz ki...
Neredeyse bütün kavramlara yüklediğimiz anlam sakat... Birçok sebebe binaen yaşadıklarınıza muhalefet etme gereği duyarız mesela... Eğer kendinizi sorumlu hissediyorsanız bu gereklidir de... Çünkü düşünen insan; illa da yaşananların arka planını görüyorsa istese de vicdanı onu rahat bırakmaz. Bir başka deyişle, eğer usule uygunsa, muhalefet etmek-muhalif olmak bir insani, hatta bir islami vazifedir.
Burada en temel sakat bakış ise muhalefeti, muhalif olmayı iktidar ile ilişkilendirmektir. Bir başka deyişle bugün etrafınızda muhalif olanların kahir ekseriyetinin yaptığı şey... Zira böyle bir muhalefet hemen her zaman arka planında bir ‘beklentiyi’ temsil eder. Buradaki muhalefetin zıttı da 'yandaş'tır zaten... Yandaşın beklentisi de aynı saikledir çünkü… Sahip olmak ya da sahip olduklarını muhafaza etmek-büyütmek-geliştirmek... Doğal olarak da bu pozisyonda 'hayır' diyebilme özgürlüğü yoktur. Angaje olmuşsunuzdur çünkü... Oysa hak söz; para ya da makam veya rant ya da ünvan beklentisi ile ertelenemez. Muhalefet ettiğiniz şeyin yanlış olduğunu anladığınızda geri adım atabiliyorsanız da sorun ortadan kalkmıştır.
Muhalif olmak; İslami terminoloji ile ifade edilecek olursa; emr-i bilma'ruf, nehy-i anil-münkerdir haddi zatında... Dolayısıyla sahip olmayı ya da muhafaza etmeyi değil, 'talip olmamayı' ve 'vazgeçmeyi' gerektirir. Örneğin muhalefet ettiğiniz şeye bir şekilde sahip olduğunuzda muhalefetiniz sona ermişse; bu sahte bir muhalefettir. Zira menfaat karşılığı bir yanlış karşısında sessiz kalmışsınızdır. Hakikate talip değilsinizdir bir başka deyişle... Bu anlamda taraftar ya da muhalif olmak arasında bir fark da yoktur. Daha açıkçası sahip olduğunuzdaki sessizlik aslında hakikate değil menfaate talip olduğunuz anlamına gelir.
Oysa hakikat; korku ve beklentileri aşmayı gerektirir. İlla da konjonktürel zamanlarda (zor zamanda) gereklidir bu ihtiyaç... İsmet Özel'in güzel bir tesbiti var: "Yazar kendisini okuyucunun kabul edeceği şeyleri söylemekle sınırlandırmış, kendini alkış sağlayacak alana hapsetmişse ‘sahte’ bir yazardır." Zira hak olan şey konjonktüre göre değil hakikate göre savunulmalıdır.
Eğer hakikate talip olursanız, hemen herkesle aranızın açılmasını göze almalısınız. Zira sizin gördüğünüz hakikatin yanında duruş göstermeniz gerekiyor. Şems-i Tebrizi’nin sözü ile bitirelim: “Günün adamı olmaya çalışma, ‘hakikat’in adamı olmaya çalış… Çünkü gün değişir, ‘hakikat’ değişmez.”