Aşağıda okuduğum bir kitapçık için aldığım notlar ve tahliller yer almaktadır. İşe yarayacağını düşündüm.
"fikir sahibi fikir hamalı... güzel bir ayrım... Fikir sahibi var olanı olduğu gibi sever ve duygu ve ön yargısı ile hareket etmez. Bu da 'akıl' ile olur." İslam’da aklın korunması bu yüzden önemli... Zira bize gelecek nesillerden emanet... Kur'an'da 'kitap yüklü eşeklerden' bahseder, fikir hamalı da onlar olsa gerek...
"akıllı beslenme..." literatürümüze pek girmiş sayılmaz. Aklın korunması ve geliştirilmesi... İçki yasağının bir hikmeti de bu olmasın... Ya da insan çok yiyince düşünce yetisi de azalıyor. O zaman aklı geliştirici beslenmiyoruz demektir. Gündeme almakta fayda var.
Atalarımız ne demiş; para ile mutluluk olmaz. Atalarımız her zaman doğru söylemez ama bence bu doğru bir tesbit... Bill Gates dünyanın en zengini ama servetini dağıtarak mutlu oluyor. Ünlü bir Hollywood oyuncusu ne diyor. İsterim ki herkes istediğine kavuşsun ve böylece gerçekte arzu edilenin bu olmadığını anlasın... Mutluluk soyut bir kavram bunu gözardı etmemek lazım...
"akıl kullanılabildiğinde hiç yanlış üretmez; yanlış, aklın yeterince kullanılmamasının bir sonucudur" İddialı bir cümle... Ama eğitimciler de benzer kanaatte... Herkes öğrenebilir, ancak süresi farklıdır...
Muhatabın görüşünü dikkate almak son derece önemli... Kim olursa olsun farketmez... Ha bir çocuk, ha bir köylü, öğrenci, kadın... Karşıdakinin kendisini değerli hissetmesi ve size güvenmesini sağlamak başarıyı ve mutluluğu getirecektir.
Küçük dağları ben yarattım demiyorsa bile her cümlesinin, her paragrafının refere ettiği "kendisi" ise ondan uzak durmakta fayda var... Hiç kimse; ne bulunmaz hint kumaşı, ne de bursa kumaşı...
"karar yeteneği elinden alınan kimse çok lüks bir hayat yaşıyor olsa bile mutsuzdur." El cevap: doğru. Zira bu insan aslında hapistedir. Bütün düşüncelerine pranga vurulmuştur. Hapisteki insan hiç mutlu olur mu... Elin gavuru (afedersiniz) bunu tecrübesiyle keşfetmiş de (düşünce özgürlüğü), biz debelenip duruyoruz fasit bir dairede...
Mutluluk ne rahatlıktır ne de memnuniyettir. Aynen, karşı cinse duyulan hissin "aşk" olmadığı gibi...
Haklı iken haksız duruma düşmek... Hep üslupla ilgili... Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarırmış da biz herkesi kışkışlıyoruz...
İnsanın ön kabulleri olabilir, ama önyargı asla olmamalı... Önyargı bir topluluğu hep birlikte suçlamayı gerektirir. Kur'an bunu yasaklamıştır. Bütün Kürtler PKK'lı ya da bütün cemaatçiler suçlu gibi... Dezenformasyonun yoğun olduğu dönemlerde daha bir dikkatli olmak gerek...
En iyi kazanç, alın teriyle elde edilenmiş... En kötüsü de milli piyangodan, kumardan... elde edilen... En mutlusu birincisi, en mutsuzu da ikincisi... Niçin birincisinin helal, ikincisinin haram olduğunu zannediyorsunuz. Siz hiç kumardan para kazanıp da mutlu bir aile gördünüz mü?.. Ya da alın teriyle kazananın gözünün içindeki ışıltıya şahit oldunuz mu?
Helal ve haramlar, ama hepsi, bizim sadece ahiret saadetimiz için değildir. İlla tecrübe mi etmek lazım...
Bazı, belki de çoğu insan mutluluğun ne olduğunu hiç anlamadan geçip gidiyor. Sebep; materyalizm...
Eğer bir şey “kaybettiğinizde” üzülmüyorsanız, mutlusunuz demektir. Bunun için kuvvetli bir iman gerek... Zira Allah'ın verdiğine inanırsanız, Allah'ın tekrar sizden aldığına üzülmez, hatta mutlu olursunuz. Dedik ya iman meselesi... Bunun için elindekileri paylaşmasını bilmek gerek....
Allah size veriyor ve diyor ki bunu başkasıyla paylaş sana sevap vereceğim; ama sen naapıyorsun... Allah'ın bu iş için seni seçtiğine mutlu olmadığın gibi, sanki ondan bir şeyi gizlemek mümkünmüş gibi ortalık ihtiyaç sahibi doluyken biriktiriyorsun... Merak etme Allah senin elinden almaz onu... belki de alırsa mutlu olman gerekir. Seviyormuş ki seni bu dünyada cezalandırıyor.
Allah acele etmez mühlet-süre verir ama, hesabını mutlaka sorar..
İhtiyaçlarımız sınırsızmış... Kapitalizm öyle diyor... Kaynaklar da sınırlıymış... Bunu da kapitalizm diyor... Böyle mutlu olurmuşuz... Biz de inanıyoruz. Hepimize yuh... İmanımız değişmiş de farkında bile değiliz...
İnat olmak iyi midir? Neyde inat ettiğinize göre değişir. Hak da hakikatte inatsanız ne ala... Yok, nefsinizin istediğinde inatsanız o zaman durum değişir. Küçük bir test: inat ettiğiniz şeyin yanlış olduğunu anladığınızda geri adım atabiliyorsanız sorun ortadan kalkmıştır.
Eğer temelleri sağlamsa "inatla" fikrinizin arkasında durun... Size göre doğru olması yeterlidir. Ama öyle olmadığını öğrendiğinizde geri adım atmak kaydıyla... Bu durumla sıklıkla karşılaşmamak için, bilgi alt yapımızı güçlendirmeli, başkasının görüşlerini dikkatle dinlemeli ve kararları duygusallıktan uzak bir şekilde vermeli, ön yargılarımızdan kurtulmalıyız... Her yiğidin harcı değil yani...
İyi arkadaş sana yanlışlarını söyleyendir. Ona kızma... Nasıl olsa bir gün teşekkür edeceksin...
Eğer kendisini dinlediğiniz kişiden istifade ediyorsanız onu kıskanmak yerine sessizce dinleyin ve kendinizi geliştirin... Kendinizi ispatlamak için onunla ağız dalaşına girmeyin... Zaten olsa olsa cahilliğiniz ortaya çıkar... Her insandan birşeyler öğrenebileceğinizi unutmayın...
Karşı tarafa ben onu da biliyorum, bunu da biliyorum, diğerini de biliyorum imajı vermek kişilik zaafiyetidir. İmajın her türlüsü sahtedir zaten.... Anlayana... Mevlana ne demiş; ya old.... Gerisi size...
Sizi kıskandığını fark ettiğiniz ya da sizi "küçümsediğini" gözlemlediğiniz kişilere, eğer onları kaybetmek istemiyorsanız, en güzel cevap onlarla muhatap olmamak yani onun seviyesine inmemektir. Hatta bunu ona ima dahi etmemektir. Nasıl olsa bir gün anlayacak... Bırakın sizi saf zannetsin...
Sadece sizin doğru düşündüğünüzü varsaymak ve gerçekten de hüsnü niyetli olmanız yeterli değildir. Yani hem hâkim hem avukat hem savcı... Kişi kendi hatasını göremez. O halde dışardakilerin görüşlerini önemsemeli...
"Var'ı olduğu gibi sev" değiştirmeye kalkma... Değiştiremezsin zaten... Yunus Emre bunu yıllar önce keşfetmiş de biz dünyayı değiştireceğiz derken, dünya bizi değiştiriyor: Yaradılanı sev 'yaradandan' ötürü... Demokrasi de biraz buna benzer bir şey önerir. Belki de başarısının altında bu ilke var... (Ne hazin ki, batılı söyleyince kıymetli oluyor bunlar… Oysa yıllar önce söylemiş söyleyen, bir görebilsek)
Geçen gazetede bir haber okudum. Diyor ki bir sağlık uzmanı; sofradan tam doymadan kalkın... Allah Allaaaah!!!! Benim bildiğim bu bir hadisi şerif...
"Var" nedir... Tektir, anlayana... tevhittir yani, tersi kesret, yani kafadaki şirk... Bir başka deyişle en büyük günah... Burası en önemlisi... Zira ön şarttır. Sonra diğerlerinin hiç birisinin bir değeri olmaz...
Tebliğ karşınızdakini değiştirme çabası değildir. Ona kendisini değiştirmek için fırsatın olduğunu bildirmektir. Bu Peygamberler sadece tebliğle vazifelidir ve yine bu yüzden dinde zorlama yoktur.
İnsanların yeteneklerini ortaya çıkarmak için onları olduğu gibi kabul etmek yanında herhangi bir endişe taşımadan kendilerini ifade etmelerine fırsat tanımak gerek... Bu kişisel hayatımızda da böyle, devletler için de... Hani düşüncelerimizi hep kendimize saklarız ya... İlla da devlette çalışıyosak... Ya bizi işten atar sürerlerse... Ben bunu bir akademisyen, yani fikir üretmesi gereken birisi olarak söylüyosam varın gerisini siz hesap edin... Söylediklerimi hep risk alarak söylüyorum. Bu böyle olmamalı...
"eleştiriyi öncelikle kendimize yapmalıyız..." Bence de... Ama öyle mi... Düşünce dünyanız zayıfsa daha çok dışardakileri eleştirirsiniz. Anlaşılan böyle insan çok etrafımızda... Tasavvuftaki nefis terbiyesini bu yaklaşımdan açıklayabilir miyiz acaba...
Kendinizi kabul ettirmek için çabalamayın... Olsa da bu sahte ve geçici olur. İyisi mi siz kendinizi Allah'a kabul ettirmeye çalışın... Gerisinin "boş" ve sahte olduğunu "O" size gösterecektir. Zaten o geçici durum kalktığında siz de anlayacaksınız bunu…
"Fikir sahibi (hamalı değil) doğruları, yalnızca bilmek için değil; özellikle o doğrulara göre, hayat oluşturmak için öğrenmek ister."
“hakikatin bilimsel olması şart değildir.” Siz Allaha mı inanıyorsunuz bilime mi... Bugün bilime inananların sayısındaki artış onlar için endişe verici...
“ateist vardı, şimdi bir de teistler çıktı...” Tanrı denen olağanüstü varlığa inanıyor da dahası yok... İslam bunu kabul etmez. Onun kabul ettiği tanrı zaten, Allah değil...
Kur'an neden yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz diyor. Fikir hamalı bunlar olsa gerek... Bilir ama yapmaz. Onun için önemli olan bilmektir. Yani kurallar kendisi için değil, başkası için geçerlidir...
Söylediklerimizle yaptıklarımızın uyumlu olması lazım, ama öyle değiliz.
“karakter sahibi mi olmak istersiniz itibar sahibi mi...” Ben karakter sahibi olmak isterim. İtibar sahtedir zira... Sabun köpüğü gibi gelip geçicidir. Karakter sahibi olduğunuzda başkasının beğenisini beklemezsiniz. İtibar sahibi de çoğu sahte beğenilerin bir ürünüdür.
Sorulması gereken soru "kim hatalı" değil, "hatalı olan ne...'
"duygusal olduğunuz anda karar vermeyin" hışımla kalkan zararla oturur. Hâkimin kızgınken hüküm vermemesi gerekir. Hâkimin kişinin düşünce dünyasına göre de hüküm vermemesi lazım... Son dönemlerde buna sıklıkla karşılaşıyoruz da aklıma geliverdi...