Akademisyen ‘fikir’ üreten kimsedir. Bu yüzden; ‘ticarete, siyasete ve riyasete’ yani para ve makama talip olmaz. Kabul etmek gerekir; biraz da ‘asosyal’dir. Asosyal olması da ‘mesleğinin’ bir gereği olmalıdır. Zira akademisyenin esas vazifesi, dış etkenlerden bağımsız bir şekilde düşünmek ve fikir üretmektir. Ticaret de, siyaset de, riyaset de (reis, baş, yönetici olma arzusu) sağlıklı fikir üretilmesini engeller. Hâkim ve savcıların sık yer değiştirmesinin nedeni de biraz buna benzer. Zira kurduğu ünsiyet verdiği kararları etkileyebilir.
Ticaret, siyaset ya da riyasetin üretilecek düşünceler üzerinde etkisinin olmayacağını söylemek son derece güç... Zira ticaretin getirdiği kar ile siyasetin oluşturduğu makam beklentisi insanın yumuşak karnını temsil eder. Siyaset tam bir kaygan zemindir ve bazen inanmadığınız şeyi savunmanızı gerektirir. Ayrıca da bu durumda akademisyen, mesleğine ayırması gereken zamanı talip olduğu şeye tahsis edeceğinden mesleğini gereği gibi yerine getirmesi beklenemez.
Toplumda genellikle negatif algılanan ‘asosyalite’ akademisyen için pozitif bir durumun ifadesi olsa gerek… Zira asosyal olduğunda bütün potansiyelini ‘mesleğine’ ayıracak ve böylece dış etkenlerden bağımsız fikir üretebilecektir. Şöyle bir örnekle de somutlaştırmaya çalışalım: Savaşlarda keskin nişancılar vardır. Bunlara verilen vazife; savaşın gidişatından (dış etkenlerden) bağımsız bir şekilde, hâkim bir mevzide düşmanı gözetlemek ve elindeki özel bir silahla düşmana zayiat verdirmektir. Onun savaştaki katkısı ve kendisinden beklenen hizmet budur. Vazifesini hakkıyla icra ettiğinde ise savaşın gidişine önemli katkılarda bulunmuş olur.
Akademisyen dış etkenlerden bağımsız olduğunda, savaşın hengâmesi içerisinde sıradan bir askerin göremediği bir sürü detayı görebilen keskin nişancı gibi, hayatın curcunasından uzak bir şekilde başkalarının göremediği birçok detayı görebilir. Akademisyenliğin yanı sıra; siyaset, ticaret yapıyor ya da riyaset için yanıp tutuşuyorsa eğer, işin doğası gereği detaylar içerisinde kaybolup gider. Bir antrenör elbette sporcu kadar çevik ve güçlü değildir. Ama sporcunun göremediği bir sürü detayı görür ve onu doğru yönlendirir. Zira dış etkenlerden bağımsız bir şekilde mesleğine odaklanmıştır.
Tabii işin bir tarafı burası… Diğer tarafları da var… Bunlardan birisi; akademisyenin iş güvenliğidir. Akademisyen paraya ve makama talip olmamalı ama bir gün işinden edilme endişesi de yaşamamalı... Veya kendisine verilen ücret geçimini sağlama ve mesleğini icra etme noktasında tatmin edici düzeyde olmalı... Bir başka deyişle savaşta keskin nişancıya verilen güven duygusu (aksi halde sakin bir şekilde hedefine kilitlenemezdi) akademisyene de verilmelidir. Zira iş güvenliği endişesi ve geçim sıkıntısı çeken bir akademisyenden sağlıklı fikirler üretmesini bekleyemeyiz.
Tabii bir de kürsü dokunulmazlığı var… Kürsü dokunulmazlığı deyince milletvekilleri akla gelse de, akademisyenlerin en doğal haklarından birisidir. Bir başka deyişle akademisyen; düşüncesini sözlü ya da yazılı olarak paylaşırken mesleğiyle alakalı hiçbir şeyi söylemekten endişe duymamalı, kürsüsü en az milletvekili kürsüsü kadar dokunulmaz olmalıdır. Aksi halde; sıra dışı - ezber bozan fikirleri ortaya koyması nasıl mümkün olsun…
Akademisyenin işine karıştırmadığı sürece inançları da sorgulanmamalı… Amerika’nın başarısının altında biraz da bu yatıyor. Zira örneğin Pakistanlı bir doktorun bir kucak sakalıyla doktorluk ya da üniversite hocalığı yapmasının önünde hiçbir engel yok bu ülkede… Amerikalı el pençe divan durup onun ağzından çıkanları dinliyor büyük bir saygıyla... Dilinin, dininin, mezhebinin, etnik kökeninin, renginin, orijininin… Hiç mi hiç önemi yok. Yukarıdaki mevzu bahis bütün garantiler fazlasıyla veriliyor kendisine…
Elbette akademisyen ‘uzaylı’ değildir. Bu yüzden yukarıdaki vurgu önemli olmakla birlikte; bütün bu düşüncelerin gerçek hayattaki karşılığını da aramalıdır. Bu düşüncelerini yazılı ve görsel basında paylaşabileceği gibi, hayata da indirgenebilir. Bu yüzden, kimi zaman bir firmada danışmanlık şeklinde, kimi zaman bir siyasetçinin danışmanı olarak, hatta bizatihi siyasete girerek, kimi zaman da bürokraside görev üslenerek düşüncelerinin toplumsal karşılığını test etmelidir. Bu; ne yukarıdaki anlamda siyaset, ne ticaret ve ne de riyaset arayışıdır. Zira zemin değişmiştir. Artık çoğu zaman akademisyen de değildir zaten... Bu şekilde uygulamadan bağımsız geliştirdiği fikirleri ile ilgili eksikleri de görmesi mümkün olabilir. Vesselam…