“İnsan” neden beslenir sorusuna insandan ne anladığımıza göre farklı cevaplar verilebilir. Hani bir söz vardır ya; yaşamak için mi yemek gerekir, yoksa yemek için mi yaşamak… Bunları ifrat-tefrit olarak nitelendirirsek bizim için elbette orta yol esastır. ‘Yiyiniz içiniz ama israf etmeyiniz’ bu konuda ölçü değil midir. İnsanın yiyip-içen diğer varlıklardan ayırt edici özelliği, düşünebilmesidir. Bu yüzden “fıtri insan” sağlıklı ‘düşünebilmek’ için beslenir. Sıradan insan ise insanın ayırt edici özelliği olmayan "beslenme" için yer ve içer. Bir başka deyişle sıradan insan için beslenme, insan olmanın ve düşünebilmenin bir gereği olmaktan ziyade, imkânları ölçüsünde bedensel ihtiyaçlarını daha iyi karşılama düşüncesine dayanır. Zevk için yer ve içer yani... Yediği ölçüde de düşünme yetisi azalır.
Bilmem farkına vardınız mı; fazla yemek insanın düşünce yetisini geçici olarak da olsa sınırlandırıyor. Gereğinden fazla yemek ise yine biz farkında değilken, düşünce üretme yetisini sürekli olarak sınırlandırıyor. Aslında yemek araçtan başka bir şey olmamalı… Örneğin bir iş yemeğinde amaç sadece bir şeyler yemek midir… Siyasetçiler bir yemekte buluştuklarında, akademisyenler bir kongrede buluştuklarında, birinci amaç hiç bir zaman bir şeyler yemek ve içmek olmamıştır veya olmamalıdır.
Az yemek ve çok düşünmek sürekli tavsiye edilen şeydir. Tefekkür övülen bir ibadettir. Tefekkür hayattan soyutlanmış bir ibadet de değildir. Düşünmeden bilimsel gelişme sağlanabilir mi mesela… Bir başka deyişle insanların hayatlarını kolaylaştıran bilimsel keşifler daha fazla düşünen insanlar tarafından mı yoksa daha fazla ‘beslenen’ kişiler tarafından mı insanlığın hizmetine sunulmuştur. Öyle ki; eski düşünürlerden bir kısmı sadece ölmemek için yer ve içerlermiş... Hatta zaman kaybı olmaması için sadece sıvı şeyleri ‘tüketmeyi’ tercih ederlermiş… Sadece İslam dünyasında değil, batı dünyasında da böyledir. Şimdilerde batı tarzı tüketim kültürünün hâkimiyeti, başka alanlarda olduğu gibi ‘beslenmede’ de insanı standartlaştırmıştır.
Elbette bizim örneğimiz değil ama, Hint fakirleri de az yerler ve bu yüzden olsa gerek olağanüstü olarak izlenebilen bir takım durumları vardır. Dış görünüşlerine hiç önem vermezler. İnsanın sadece görünmeyen tarafını beslerler. Bir başka aşırılıktır yani... Belki ifrat-tefrit çizgisinde ama, bir gerçeği de görmemize yarıyor. Veya Yunan filozof Diyojeni düşünün… Pejmurde kıyafeti ve fakirliğiyle insanlığa verdiği öğütleri… Hani bir gün zenginliğinden başka ‘serveti’ olmayan semiz bir kişiyle karşılaşır ya patika bir yolda; kılına-kıyafetine bakarak ben bir keçiye yol vermem, sözüne karşılık ‘ben veririm’ cevabı veren, fenerle gündüz vakti insan arayan, gölge etme başka ihsan istemem diyen Diyojen… Diyojeni bir çok kişi bilir de zenginliğiyle meşhur o semiz kişiyi kimse bilmez-hatırlamaz. Elbette ki bizim rol modelimiz Efendimizdir.
Aslında az yiyerek insan özgürleşir de... Zira, istekleri kendisini değil, kendisi isteklerini kontrol etmiştir. Hakiki özgürlük de bu değil midir... Elbette ifrat tefrit çizgisinin dışında yer almalı, yemek için değil, daha fazla düşünmek için beslenmeliyiz. Alın size işte önümüzde bir fırsat: Ramazanınızı tebrik ederim…