Küreselleşme modern dünyanın imkân ve kabiliyetlerinden maksimum düzeyde yararlanabilmeyi ifade eden nisbeten yeni bir kavramdır ve esasen hâkim güçlerin kültür ve medeniyetini temsil eder. İlk bakışta olumlu çağrışım yapsa da; zamana yayılı olarak güçlü olanın şartlarını kabule zorladığı, yerel kültür ve medeniyetleri itibarsızlaştırdığı hatta yok ettiği, insanları zevk ve üzüntülerinde bile “tekdüzeleştirdiği” göz ardı edilmemelidir. Bu yüzden küreselleşme kimi çevrelerce ağır eleştirilere maruz kalmakta, güçlü olan aktörlerin geleceğe dönük çıkarlarına hizmet eden bir araç olması argümanıyla karşı çıkılmaktadır.
Küreselleşmenin en önde gelen aktörlerinden birisi de Avrupa Birliğidir. Benzermiş gibi gözükse de esasen Avrupa Birliği üyesi ülkelerin birbirlerinden çok farklı kültür ve yaşam biçimleri söz konusudur. Zaten asırlardır yaşanmış olan Avrupa’nın iç savaşlarının nedenlerinden birisi de bu farklılıklardır. En ortak yanları olan Hıristiyanlık bile geçmişte aralarındaki büyük çatışmaların sebebi olmuştur.
Küreselleşme olgusu esasen II. Dünya Savaşı’ndan sonra hız kazanmıştır. Avrupa Birliği de bu süreçte kurulmuştur malum... Çeşitli aşamalardan geçtikten sonra 1990’lı yıllarda Doğu Bloku’nun çökmesiyle birlikte siyaseten demokrasi ve ekonomik olarak da kapitalizm rakipsiz kalmıştır. Her iki kavram da Avrupa Birliğine ilişkindir ve kuruma giriş şartlarındandır. Daha açıkçası detaydaki farklılık bir yana, AB üyesi olmak isteyen bir ülkenin temel misyonu temsil edecek kurum ve kurallara sahip olması zorunluluğu vardır. Her ne kadar mottosu “farklılık içerisinde birlik” ise de küreselleşmenin temel aktörlerinden Avrupa Birliği "uyumlaştırma politikalarıyla" insanları tekdüzeleştirmektedir.
Yakın geçmiş dikkate alındığında; dünyayı kabaca Doğu-Batı diye ikiye ayırırsak; Doğuyu temsil eden komünizm kaba güç kullanarak pek çok medeniyeti yok etmiş, insanlığa dair her ne varsa Moğollardan beter zarar vermiş ve bu yüzden 1990’larda tarihin karanlık sayfalarındaki yerini almıştır. Batı ayağı ise komünizmin yıkılmasından sonra daha bir güç kazanmıştır. Bunun bir temsilcisi stratejik (!) ortağımız Amerika iken, bir diğeri altmış küsur yıldır kapısında bizi içeri alması için beklediğimiz-bekletildiğimiz Avrupa Birliğidir. Çin, Rusya, Türkiye, İran, K. Kore, Venezüella ve Güney Amerika'daki kimi anti emperyalist ülkeler sorun çıkartsa da şimdilerde bu tekeli kırabilmiş değildir. En dişlisi Çin'dir ve dibindeki Tayvan ile bu ülkeyi tehdit etmektedir. Geçmişte dünyanın bir yarısına nüfuz eden Rusya'nın Ukrayna'da içerisine girdiği tıkanıklık ortadadır. Aralarında Türkiye'nin de olduğu diğerleri ise çepeçevre sarılmış durumdadır.
Türkiye gibi kimi ülkeler bu çemberi önemli ölçüde aşmayı başarmışsa da, henüz konu gündeminde bile olmayan, hegemonik güçlere rağmen bir şey yapması-düşünmesi söz konusu bile olmayan geniş bir İslam coğrafyası vardır. Daha açık ifade edecek olursak; Türkiye 2023 itibariyle kendisini sınırlandıran prangalardan bir bütün olarak kurtulma yolunda epeyce ilerlemişse de; hala dikkate alması gereken devletler ya da bağlı olduğu anlaşmalar var; Montrö, Lozan ya da NATO gibi... Türkiye bu anlaşmaları sınırlı ekonomik, siyasi ve askeri gücü ile esnetmeye çalışırken ve bunu önemli ölçüde başarmışken, Orta Asya ülkeleri Rusya'nın, Ortadoğu ve Afrika ülkeleri de Avrupa ve Amerika'nın, hatta kısmen Çin’in tehdidi altındadır. Gerçek bir bağımsızlığı olmayan bu ülkelerden 'stratejik anlam taşıyan' bir irade ortaya koymalarını beklemek ise hüsnüniyet sınırlarını aşar.
İkili ilişkilerde de devletler arası ilişkilerde de sorunların temel kaynağı paylaşım kültürünün olmaması... Bir başka deyişle devletler de insanlar da; 'hepsi benim olsun' dedikçe kavgalar da savaşlar da bitmeyecektir. Avrupa bu büyük sorunu gördü ve egemenliğin de içerisinde bulunduğu haklarını paylaşmak ve bu düşmanlığa nihai bir son vermek için Avrupa Birliğini kurdu. Bu paylaşım meselesi çözülemediğinden İkinci Dünya Savaşında Avrupa’nın altı üstüne gelmişti. Bu yüzden üye ülkeler savaşın yeniden çıkmaması için sürekli artan bir şekilde sahip oldukları kaynakların daha fazlası ile tartışmalı alanları ortak yönetmeyi ve güçlerini birleştirmeyi esas almışlardır (devamı var).