Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

BÜYÜK ÜLKE REFLEKSİ

Büyük ülkelerin stratejisidir; diğer ülkeleri kendilerine bağımlı kılma politikası... Sizin asla stratejik karar verme gücünüzün olmanızı istemezler. Uyguladıkları global ve uzun vadeli politikalarla üçüncü ülkelerle ilgili hemen her konuda bilgi ve donanıma sahip olduklarından, siz mesela bir malı üretmeyi isteseniz bile size çok daha ucuzunu ve çok daha kalitelisini sunarak piyasaya girmenizi ve stratejik herhangi bir ürünün sahibi olmanızı engellerler. Hem de sizi ikna ederek... Yani ipiniz her zaman onların elinde olmasını isterler. Çoğu zaman da öyledir nitekim… İstedikleri zaman da boğazınıza geçirirler. Eğer herhangi bir şekilde muhalefet etme cür’eti gösterirseniz sizi devre dışı bırakmanın binbir türlü yolu vardır ellerinde... Yöntemler yine çoğu zaman kamuflajlıdır. Mesela “çevre" duyarlılığını istismar derler. Gezi olaylarını hatırlasanıza… Bütün çapulcuları sokağa dökmeyi başardılar. Amaç, bir taraftan sizin stratejik bir imkâna sahip olmanızı engellemek, diğer taraftan kendilerine bağımlılığı sürekli hale getirmek... O halde “çevre” eylemlerine destek verirken aslında neye destek verdiğimizi bilmek son derece önemli... Bunun gibi birçok ‘demokratik’ ve ‘barışçıl’ eylemlerin altında işte bu sinsi hedefler yatar. İşte büyük ülke olmayı, büyük ülke refleksini böyle kaybettik biz… Türk dünyası için ço stratejik olan 1990'lı yılları düşünün mesela… Siyasetteki çürümüşlük, zayıf liderlik ve birbirleriyle uyumlu olmayan koalisyon hükümetleri… Türkiye'nin tarihi fırsatları tepmesinin de gerekçesini oluşturmuşlardır. Zira dünyanın şekillendiği çeşitli dönemler vardır. 1990'lı yıllar da bu dönemlerden birisidir. 1991'de SSCB'nin dağılması ve bu ülke ile sınır komşusu olan, içerisinde Türkiye nüfusundan daha fazla "Türk" ve Müslüman'ın yaşadığı bu coğrafyada ülkemizin geleceği açısından tarihi fırsatlar doğmuştu. Bunu Doğu Blok'unun bütününe yaydığımızda konunun stratejik önemi bir kat daha artmaktadır. Şüphesiz, bütün suçu bu dönemin hükümetlerine yıkmak doğru olmaz. Maalesef komünist-sosyalist tehdit, Türkiye'nin Orta Asya'ya dönük köklü bir politika oluşturmasının önüne geçmiştir. Gerçek bir tehdit olarak, ülkemizden toprak (Kars-Ardahan) talep edecek, boğazlarda üs isteyecek düzeye gelmiş olan bu tehlike, Türkiye'nin Kore Savaşına asker göndermesi ve apar-topar NATO'ya girişinin de sebebi olmuştur. Bu tehdit, uğruna dünya savaşına girilmiş olan Turan İmparatorluğu ruhunun muhafaza edilememesi ve Doğu ve Batı Türkistan için içi dolu bir politika geliştirilememiş olmanın da nedenidir. Oysa (Federal) Almanya, 1945'te SSCB'nin işgaline uğrayan topraklarını geri alma politikasını hiç bir zaman terk etmemiş, 1990'da iki Almanya ile birleşmek suretiyle bunu da barışçıl yöntemlerle başarmıştır. Benzer bir politikayı Japonya da sürdürmektedir. SSCB'nin II. Dünya Savaşı sonlarında işgal ettiği Kuril adalarını barışçıl yöntemle geri alma düşüncesini hiç bir zaman terk etmemiştir. Yunanistan'ın Bizans’ı tekrar canlandırmayı esas alan Megola Ideası ve Kıbrıs'ı Yunanistan'a katma düşüncesi (Enosis) bunlara örnektir. Özellikle megola ideada başarı da elde etmişlerdir. Zira Osmanlıdan ilk bağımsızlığını alan ve Kurtuluş Savaşına kadar sürekli Osmanlı aleyhine büyümüş olan Yunanlılardır. Daha çarpıcı örnek, aradan binlerce yıl geçmesine rağmen, Yahudilerin Filistin'de İsrail'i kurma düşüncelerinden asla vazgeçmemiş olmalarıdır. Bunun, başta ABD olmak üzere dünyanın büyük güçleriyle birlikte, Türkiye topraklarını da içerecek şekilde, arz-ı mev'udu öngören büyük İsrail politikasını hayata geçirmeye dönük, uzun dönemli olarak yapılan planların bir parçası olduğunu unutmamak gerek; bölgede halen cereyan eden iç savaşları ve terör tehdidini gözardı etmeyerek… Elbette evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyor. Planlara takoz olan, onların değiştirilmesini, ertelenmesini ve duruma göre vazgeçilmesini gerektiren gelişmeler canlarını sıksa da, planların rafa kaldırılması hiç bir zaman söz konusu olmamaktadır. İçerdeki işbirlikçiler bütün güçleriyle, ortak çıkarları için mücadele etmekte, konunun derinliğine vakıf olmayan halkın kafasını çelmektedirler. Bunu anlamak hiç de güç değildir. Kimin kime destek verdiğini, kimin kiminle beraber olduğunu, kimin kimle aynı karede yer aldığına baktığınızda fotoğrafı görmek hiç de güç değil… Bireysel olarak da devlet olarak da büyük refleks göstermek bir yandan donanımı (her açıdan güçlü ülke), bir taraftan da yazılımı (bilinç, şuur, farkındalık) gerekli kılmaktadır. İlla da ikincisi… Zira bilinçli bir toplum donanıma zaten sahip olur. Ancak bilinçli bir insan modeli üretememişseniz, elindeki donanımı (mesela silahı) birinin diğerine doğrultması işten bile değildir. Hali hazırda bölgemizde olan da bundan farklı bir şey değildir.
Ekleme Tarihi: 03 Haziran 2018 - Pazar
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

BÜYÜK ÜLKE REFLEKSİ

Büyük ülkelerin stratejisidir; diğer ülkeleri kendilerine bağımlı kılma politikası... Sizin asla stratejik karar verme gücünüzün olmanızı istemezler. Uyguladıkları global ve uzun vadeli politikalarla üçüncü ülkelerle ilgili hemen her konuda bilgi ve donanıma sahip olduklarından, siz mesela bir malı üretmeyi isteseniz bile size çok daha ucuzunu ve çok daha kalitelisini sunarak piyasaya girmenizi ve stratejik herhangi bir ürünün sahibi olmanızı engellerler. Hem de sizi ikna ederek... Yani ipiniz her zaman onların elinde olmasını isterler. Çoğu zaman da öyledir nitekim… İstedikleri zaman da boğazınıza geçirirler.

Eğer herhangi bir şekilde muhalefet etme cür’eti gösterirseniz sizi devre dışı bırakmanın binbir türlü yolu vardır ellerinde... Yöntemler yine çoğu zaman kamuflajlıdır. Mesela “çevre" duyarlılığını istismar derler. Gezi olaylarını hatırlasanıza… Bütün çapulcuları sokağa dökmeyi başardılar. Amaç, bir taraftan sizin stratejik bir imkâna sahip olmanızı engellemek, diğer taraftan kendilerine bağımlılığı sürekli hale getirmek... O halde “çevre” eylemlerine destek verirken aslında neye destek verdiğimizi bilmek son derece önemli... Bunun gibi birçok ‘demokratik’ ve ‘barışçıl’ eylemlerin altında işte bu sinsi hedefler yatar.

İşte büyük ülke olmayı, büyük ülke refleksini böyle kaybettik biz… Türk dünyası için ço stratejik olan 1990'lı yılları düşünün mesela… Siyasetteki çürümüşlük, zayıf liderlik ve birbirleriyle uyumlu olmayan koalisyon hükümetleri… Türkiye'nin tarihi fırsatları tepmesinin de gerekçesini oluşturmuşlardır. Zira dünyanın şekillendiği çeşitli dönemler vardır. 1990'lı yıllar da bu dönemlerden birisidir. 1991'de SSCB'nin dağılması ve bu ülke ile sınır komşusu olan, içerisinde Türkiye nüfusundan daha fazla "Türk" ve Müslüman'ın yaşadığı bu coğrafyada ülkemizin geleceği açısından tarihi fırsatlar doğmuştu. Bunu Doğu Blok'unun bütününe yaydığımızda konunun stratejik önemi bir kat daha artmaktadır.

Şüphesiz, bütün suçu bu dönemin hükümetlerine yıkmak doğru olmaz. Maalesef komünist-sosyalist tehdit, Türkiye'nin Orta Asya'ya dönük köklü bir politika oluşturmasının önüne geçmiştir. Gerçek bir tehdit olarak, ülkemizden toprak (Kars-Ardahan) talep edecek, boğazlarda üs isteyecek düzeye gelmiş olan bu tehlike, Türkiye'nin Kore Savaşına asker göndermesi ve apar-topar NATO'ya girişinin de sebebi olmuştur. Bu tehdit, uğruna dünya savaşına girilmiş olan Turan İmparatorluğu ruhunun muhafaza edilememesi ve Doğu ve Batı Türkistan için içi dolu bir politika geliştirilememiş olmanın da nedenidir. Oysa (Federal) Almanya, 1945'te SSCB'nin işgaline uğrayan topraklarını geri alma politikasını hiç bir zaman terk etmemiş, 1990'da iki Almanya ile birleşmek suretiyle bunu da barışçıl yöntemlerle başarmıştır.

Benzer bir politikayı Japonya da sürdürmektedir. SSCB'nin II. Dünya Savaşı sonlarında işgal ettiği Kuril adalarını barışçıl yöntemle geri alma düşüncesini hiç bir zaman terk etmemiştir. Yunanistan'ın Bizans’ı tekrar canlandırmayı esas alan Megola Ideası ve Kıbrıs'ı Yunanistan'a katma düşüncesi (Enosis) bunlara örnektir. Özellikle megola ideada başarı da elde etmişlerdir. Zira Osmanlıdan ilk bağımsızlığını alan ve Kurtuluş Savaşına kadar sürekli Osmanlı aleyhine büyümüş olan Yunanlılardır.

Daha çarpıcı örnek, aradan binlerce yıl geçmesine rağmen, Yahudilerin Filistin'de İsrail'i kurma düşüncelerinden asla vazgeçmemiş olmalarıdır. Bunun, başta ABD olmak üzere dünyanın büyük güçleriyle birlikte, Türkiye topraklarını da içerecek şekilde, arz-ı mev'udu öngören büyük İsrail politikasını hayata geçirmeye dönük, uzun dönemli olarak yapılan planların bir parçası olduğunu unutmamak gerek; bölgede halen cereyan eden iç savaşları ve terör tehdidini gözardı etmeyerek…

Elbette evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyor. Planlara takoz olan, onların değiştirilmesini, ertelenmesini ve duruma göre vazgeçilmesini gerektiren gelişmeler canlarını sıksa da, planların rafa kaldırılması hiç bir zaman söz konusu olmamaktadır. İçerdeki işbirlikçiler bütün güçleriyle, ortak çıkarları için mücadele etmekte, konunun derinliğine vakıf olmayan halkın kafasını çelmektedirler. Bunu anlamak hiç de güç değildir. Kimin kime destek verdiğini, kimin kiminle beraber olduğunu, kimin kimle aynı karede yer aldığına baktığınızda fotoğrafı görmek hiç de güç değil…

Bireysel olarak da devlet olarak da büyük refleks göstermek bir yandan donanımı (her açıdan güçlü ülke), bir taraftan da yazılımı (bilinç, şuur, farkındalık) gerekli kılmaktadır. İlla da ikincisi… Zira bilinçli bir toplum donanıma zaten sahip olur. Ancak bilinçli bir insan modeli üretememişseniz, elindeki donanımı (mesela silahı) birinin diğerine doğrultması işten bile değildir. Hali hazırda bölgemizde olan da bundan farklı bir şey değildir.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.