Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

DİKTATÖR

Toplumu yönetme ve yönlendirmenin bir aracı da onlar üzerinde bilmedikleri konularla ilgili korku paranoyası oluşturmak… Ya da kerameti kendinden menkul kutsallar-tabular… Bunlar aslında iktidarın devamını sağlamak için bilindik en kestirme yoldur. Çok eskilerde yoktu belki… O zamanlar ordular bir şekilde karşı karşıya gelir, dost bilinir, düşman bilinirdi… Belki son birkaç yüzyılda, yani zulüm düzeninin üstünlük sağladığı dönemlerde etkinleşti. Geçmişte komünizm, kullanılan böyle bir enstrümandı mesela… Ama geniş halk yığınlarının komünizmin ne olduğuna dair herhangi bir fikri yoktu. Milliyetçisi ayrı, dindarı ayrı, solcusu ayrı gerekçelerle korkutulmuş, sindirilmişti… Sonra komünizm içsel nedenlerle yıkılınca bu oyuncağı kullanamaz oldular. İrtica bir başka elverişli enstrümandı. Bu paranoyayı uzun süre yaşattılar. Sanal bir düşman… Güya birileri gelecek, insanların yaşam şekline müdahale edecek, onları baskı altına alacaktı… Zavallı Anadolulu anne bu yüzden gururla askere gönderdiği oğlunun yemin törenine bile katılamıyordu. Firavunun bütün çocukları öldürtmesi gibi idi hali… Doğuştan suçsuzdu ama potansiyel suçu nedeniyle bu muameleye maruz bırakılıyordu. 28 Şubatçıların gözü dönmüş 23 milyon olarak hesabettikleri ‘irticacıların’ gerekirse tamamını öldürmekten bahsetmişlerdi (rahmetli Enver Ören’in hatırasından). İş nerdeyse insanlara kılından-kıyafetinden dolayı sokakta müdahale aşamasına gelmişti. (Bu arada rahmetli babamdan duyduğum bir hususu da nakletmek isterim. 1926 doğumlu olan ve 2013’ye dar-ı bekaya yolcu ettiğimiz okuma yazma bilmeyen babam; jandarmanın kadınların çarşaf ya da, şimdikilerden epeyce farklı olan şallarına (asılan şalcı Bacıyı da hatırlatalım bu arada) müdahale edip başından çekip aldıklarını nakletmişti. Hani bize başka şekilde anlatılır ya; ben de hatırlayınca paylaşmak istedim). Sonra irtica paranoyasını işleyenlerin kurdukları düzen 2001’de (krizle) başlarına yıkılınca sihir de sinir de faça da bozuldu. İnsanlar rahat bir nefes aldılar… Şimdilerde ise korku paranoyası diktatörlük üzerinden pompalanıyor. Bu paranoya sürekli vardı ama, özellikle başkanlık sisteminin aktive edilmesinden sonra panik havasını daha bir güçlü estirmeye başladılar. Geçmiş 15 yılda darbenin de içerisinde yer aldığı yöntemler başarısız olunca, mevcut durumdan rahatsız olan, içerisinde geçmişte nemalanıp şimdilerde kadro dışı kalanların da yer aldığı herkes değerlendirmeye alındı. İlk somut başarılarını da elde ettiler nitekim… İstanbul, Ankara başta olmak üzere, kaybedilen belediyelerle aysberg uç verdi. Bir de falakaya çekilesi içerideki menfaatçiler var elbette… Eğer içerideki sülükler-asalaklar-leş yiyici akbaba ve sırtlanlar ile mezarlık soyguncusu nebbaşlar temizlenmezse bu sefer aysbergin tamamına muhatap olunacak… Peki diktatörlük irtica gibi tamamen hayali bir şey midir… Değildir elbette Yakın geçmişten örnek istiyorsanız, Stalin diktatördü mesela… Düşmanı Hitler de öyle… Diktatörlerin belirgin özelliği devlet gücünü kullanarak kendilerine muhalif herkesi baskı altına alıp iktidarın devamı, yolsuzlukların örtbas edilmesidir. Peki her kamu gücünün kullanılması aynı anlama mı gelir. Değil tabii ki de… Aradaki nüansı göremeyen ya da görmek istemeyenler onları da diktatör kategorisinde değerlendirir. Venezüella eski lideri Chavez böyleydi mesela… Şimdilerde de Maduro… Oysa Chavez milli kaynakları halkının hizmetine sunmak için ülkesine çöreklenmiş batılı şirketleri ülkesinden kovmuştu… İç işbirlikçiler derhal harekete geçirildi. Türkiye’de de öyle değil mi… 15 Temmuz neydi mesela… Kim adına yapılmak istenmişti… Şimdi kamu gücünün bunlar üzerinde kullanılması diktatörlük müdür yoksa adalet mi… En bilindik diktatörlerden (!) birisi de Uganda eski devlet başkanı İdi Amin’di… Öyle bir propaganda yapılmıştı ki; bütün dünya İdi Amin’in insan eti yiyerek beslendiğine, yani yamyam olduğuna inandırılmıştı. Oysa asıl neden İsrail karşıtı politikaları ve batılıları ülkesinden çıkarılması idi. Küçük bir hatıra: Cidde’de uluslararası bir toplantıda bizim diplomatlar İdi Amin’le karşılaşırlar. Kendisine neden insan eti yediği ve insan kanı içtiğini sorma gafletinde bulunurlar. O da ortamı yumuşatmak için sipariş ettirdiği Türk kahvesi eşliğinde bir soru ile başlar söze; ‘niçin siz Kıbrıs’ta çocukları, ihtiyar kadınları, dozerlerle açtığınız çukurlara canlı canlı gömdünüz?’ Bunun üzerine hiddetlenen Türk diplomat; yalan Efendim, onları Rumlar yaptı diye tepki gösterir. İdi Aminin verdiği cevap bizim diplomatları özür dilemek zorunda bırakır: Benim ülkemden çıkan her haber; önce Londra’ya gider, orada şekillenir ve sonra size gelirdi. Sizinle ilgili haberler de önce İsrail’e, oradan İsviçre’ye gider; orada istenen şekil verilince sonra bize gelirdi… Ve bu, halen öyledir”. Evet, gerçekten de halen öyle… Küçük bir bilgi de benden… Yakın zamanda yurt dışına (Birleşik Krallık) Erasmus eğitimi için giden bir yakınım; pratik İngilizce hocasının cumhurbaşkanımızdan her bahsettiğinde ‘Diktatör Erdoğan’ diye söze başladığı bilgisini vermişti. Bir şey daha farkettim bu süreçte; dikkat ederseniz kamu menfaati için yürütme organı çeşitli regulatif önlemler alıyor. Bu kararlar alınırken daha önce isimlerini kamuoyunun bilmediği alanında uzman kişilerden oluşan bilim kurulunun tavsiyeleri esas alınıyor. İşi ehline bırakmışsanız ne olur ki, sizi sınırlandırsa... Hayat tecrübesi olmayan bir delikanlı isabetli karar verebilir mi hiç... Anne-babası onu sınırlandırması dikta mıdır... Onun göremediği sebeplere binaen... Bu ezber de bozulacak inşallah… Ve tılsımlı kavramların bir balon olduğu anlaşılacak...
Ekleme Tarihi: 13 Nisan 2020 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

DİKTATÖR

Toplumu yönetme ve yönlendirmenin bir aracı da onlar üzerinde bilmedikleri konularla ilgili korku paranoyası oluşturmak… Ya da kerameti kendinden menkul kutsallar-tabular… Bunlar aslında iktidarın devamını sağlamak için bilindik en kestirme yoldur. Çok eskilerde yoktu belki… O zamanlar ordular bir şekilde karşı karşıya gelir, dost bilinir, düşman bilinirdi… Belki son birkaç yüzyılda, yani zulüm düzeninin üstünlük sağladığı dönemlerde etkinleşti. Geçmişte komünizm, kullanılan böyle bir enstrümandı mesela… Ama geniş halk yığınlarının komünizmin ne olduğuna dair herhangi bir fikri yoktu. Milliyetçisi ayrı, dindarı ayrı, solcusu ayrı gerekçelerle korkutulmuş, sindirilmişti… Sonra komünizm içsel nedenlerle yıkılınca bu oyuncağı kullanamaz oldular.

İrtica bir başka elverişli enstrümandı. Bu paranoyayı uzun süre yaşattılar. Sanal bir düşman… Güya birileri gelecek, insanların yaşam şekline müdahale edecek, onları baskı altına alacaktı… Zavallı Anadolulu anne bu yüzden gururla askere gönderdiği oğlunun yemin törenine bile katılamıyordu. Firavunun bütün çocukları öldürtmesi gibi idi hali… Doğuştan suçsuzdu ama potansiyel suçu nedeniyle bu muameleye maruz bırakılıyordu. 28 Şubatçıların gözü dönmüş 23 milyon olarak hesabettikleri ‘irticacıların’ gerekirse tamamını öldürmekten bahsetmişlerdi (rahmetli Enver Ören’in hatırasından). İş nerdeyse insanlara kılından-kıyafetinden dolayı sokakta müdahale aşamasına gelmişti. (Bu arada rahmetli babamdan duyduğum bir hususu da nakletmek isterim. 1926 doğumlu olan ve 2013’ye dar-ı bekaya yolcu ettiğimiz okuma yazma bilmeyen babam; jandarmanın kadınların çarşaf ya da, şimdikilerden epeyce farklı olan şallarına (asılan şalcı Bacıyı da hatırlatalım bu arada) müdahale edip başından çekip aldıklarını nakletmişti. Hani bize başka şekilde anlatılır ya; ben de hatırlayınca paylaşmak istedim). Sonra irtica paranoyasını işleyenlerin kurdukları düzen 2001’de (krizle) başlarına yıkılınca sihir de sinir de faça da bozuldu. İnsanlar rahat bir nefes aldılar…

Şimdilerde ise korku paranoyası diktatörlük üzerinden pompalanıyor. Bu paranoya sürekli vardı ama, özellikle başkanlık sisteminin aktive edilmesinden sonra panik havasını daha bir güçlü estirmeye başladılar. Geçmiş 15 yılda darbenin de içerisinde yer aldığı yöntemler başarısız olunca, mevcut durumdan rahatsız olan, içerisinde geçmişte nemalanıp şimdilerde kadro dışı kalanların da yer aldığı herkes değerlendirmeye alındı. İlk somut başarılarını da elde ettiler nitekim… İstanbul, Ankara başta olmak üzere, kaybedilen belediyelerle aysberg uç verdi. Bir de falakaya çekilesi içerideki menfaatçiler var elbette… Eğer içerideki sülükler-asalaklar-leş yiyici akbaba ve sırtlanlar ile mezarlık soyguncusu nebbaşlar temizlenmezse bu sefer aysbergin tamamına muhatap olunacak…

Peki diktatörlük irtica gibi tamamen hayali bir şey midir… Değildir elbette Yakın geçmişten örnek istiyorsanız, Stalin diktatördü mesela… Düşmanı Hitler de öyle… Diktatörlerin belirgin özelliği devlet gücünü kullanarak kendilerine muhalif herkesi baskı altına alıp iktidarın devamı, yolsuzlukların örtbas edilmesidir. Peki her kamu gücünün kullanılması aynı anlama mı gelir. Değil tabii ki de… Aradaki nüansı göremeyen ya da görmek istemeyenler onları da diktatör kategorisinde değerlendirir. Venezüella eski lideri Chavez böyleydi mesela… Şimdilerde de Maduro… Oysa Chavez milli kaynakları halkının hizmetine sunmak için ülkesine çöreklenmiş batılı şirketleri ülkesinden kovmuştu… İç işbirlikçiler derhal harekete geçirildi. Türkiye’de de öyle değil mi… 15 Temmuz neydi mesela… Kim adına yapılmak istenmişti… Şimdi kamu gücünün bunlar üzerinde kullanılması diktatörlük müdür yoksa adalet mi…

En bilindik diktatörlerden (!) birisi de Uganda eski devlet başkanı İdi Amin’di… Öyle bir propaganda yapılmıştı ki; bütün dünya İdi Amin’in insan eti yiyerek beslendiğine, yani yamyam olduğuna inandırılmıştı. Oysa asıl neden İsrail karşıtı politikaları ve batılıları ülkesinden çıkarılması idi.

Küçük bir hatıra: Cidde’de uluslararası bir toplantıda bizim diplomatlar İdi Amin’le karşılaşırlar. Kendisine neden insan eti yediği ve insan kanı içtiğini sorma gafletinde bulunurlar. O da ortamı yumuşatmak için sipariş ettirdiği Türk kahvesi eşliğinde bir soru ile başlar söze; ‘niçin siz Kıbrıs’ta çocukları, ihtiyar kadınları, dozerlerle açtığınız çukurlara canlı canlı gömdünüz?’ Bunun üzerine hiddetlenen Türk diplomat; yalan Efendim, onları Rumlar yaptı diye tepki gösterir. İdi Aminin verdiği cevap bizim diplomatları özür dilemek zorunda bırakır: Benim ülkemden çıkan her haber; önce Londra’ya gider, orada şekillenir ve sonra size gelirdi. Sizinle ilgili haberler de önce İsrail’e, oradan İsviçre’ye gider; orada istenen şekil verilince sonra bize gelirdi… Ve bu, halen öyledir”. Evet, gerçekten de halen öyle…

Küçük bir bilgi de benden… Yakın zamanda yurt dışına (Birleşik Krallık) Erasmus eğitimi için giden bir yakınım; pratik İngilizce hocasının cumhurbaşkanımızdan her bahsettiğinde ‘Diktatör Erdoğan’ diye söze başladığı bilgisini vermişti.

Bir şey daha farkettim bu süreçte; dikkat ederseniz kamu menfaati için yürütme organı çeşitli regulatif önlemler alıyor. Bu kararlar alınırken daha önce isimlerini kamuoyunun bilmediği alanında uzman kişilerden oluşan bilim kurulunun tavsiyeleri esas alınıyor. İşi ehline bırakmışsanız ne olur ki, sizi sınırlandırsa... Hayat tecrübesi olmayan bir delikanlı isabetli karar verebilir mi hiç... Anne-babası onu sınırlandırması dikta mıdır... Onun göremediği sebeplere binaen...

Bu ezber de bozulacak inşallah… Ve tılsımlı kavramların bir balon olduğu anlaşılacak...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.