Evet biliyorum; çok itici bir kavram… Genellikle de bir şekilde dindarlıkla ilişkilendirilir. Ama işte fen yobazı da var, başka türleri de... Devrim yobazı, laik yobaz gibi… İlerici ve çağdaş yobazlardan farklı olarak bir gerçeği de itiraf etmemiz gerekiyor tabii… Fiili durum itibariyle ‘din yobazlığı’ da sosyolojik bir gerçek… Eskiler ‘ham sofu’ da demiş… Ama yobazlık bir ileri aşama tabii…
Konuyu daha iyi anlayabilmek için biraz geriye gidelim… Özellikle 1200’lü yıllara kadar İslam düşünce dünyası altın çağını yaşadı. Zira İslam’ın tefekkür ve ilme verdiği ehemmiyet ve akla yaptığı kuvvetli vurgu, Abbasiler döneminde fevkalade güçlü bir karşılık bulmuştur. Sonrasında Endülüs’te devam etse de Haçlı seferleri ve Moğol istilaları İslam dünyasının o döneme kadar ki en büyük fetretini yaşatmıştır.
Üniversitede bilimsel araştırma dersi de vermiş olan şahsımın bu konudaki gözlemi odur ki; İslam dünyası çok derin bilimsel keşifler yapmış olmasına rağmen; bu bilimsel keşifleri hayata geçirme noktasında aynı başarıyı gösterememiştir. Nitekim özellikle 1700’lü yıllardan itibaren kaybettiği üstünlüğün nedeni de; ortaçağın karanlığından ve kilisenin engizisyonundan kurtulan Avrupa’nın üzerine ekleme de yaparak bu keşifleri hayata geçirmiş olmasıdır. Nobel Ödüllü Fizikçi Pierre Curie’nin şu tesbiti durumu özetliyor aslında: ‘Müslüman Endülüs'ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık.’
Bilim elbette ‘insanlığın’ ürünüdür. Bir başka deyişle bugünkü yüksek bilimsel seviyeye batı düşünce dünyasının da katkısı olmuştur. Kendi içerisinde halen ırkçılık gibi barbarlığa zemin bulan batı bu opsiyonu bugün de fevkalade etkili bir biçimde kullanmaktadır.
Dünyanın gittiği yönü görmekte güçlük çeken ve bu yüzden değişen ticaret yollarında söz sahibi olamayan İslam toplumu zaman içerisinde sadece üstünlüğünü değil, bağımsızlığını da kaybetmiştir. 1700’lü yıllardaki Avrupa kapitalizmi ve sanayii devrimi süreci, İslam medeniyetinin o günkü temsilcisi olan Osmanlıyı sürekli geri itmiştir. Elbette süreçte çok güçlü bir Rus etkisi de vardır. Ancak yobazlaşma bağlamındaki asıl sorun 1800’lü yıllarda yaşanmıştır. Nitekim 1838 Balta Limanı Anlaşması İngilizlere sadece ayrıcalık (kapütilasyon) değil, bağımsızlık yönünde verilen tavizin de adıdır. Her şey bir yıl sonra kurumsallaştı zaten; Tanzimat…
Bugün zirve noktasını soluduğumuz Tanzimat süreci medeniyet birikimini de tehdit etmektedir. Gerçeğinin çok kötü bir kopyası olan bu dönüşüm bizde ‘batılılaşma’nın miladı kabul edilir. İşte din yobazı ile fen yobazı da tam bu dönemden sonra kendisine zemin bulmuştur. Tesadüf değildir bir başka deyişle... Çok dillendirilmez ama; laikleşme sürecinin de başlangıcı bu dönemdir. Zira din ilimleri ile fen ilimleri ayrıştırılmış ve arasındaki bağ koparılmıştır. Gerçekte olan ise İslam hukukunun esas olmaktan çıkmasından başka bir şey değildi.
Sonraki süreçte İslam hukukunun gayet güzel bir kodifikasyonu olan ‘Mecelle’ oluşturulmuşsa da etkili bir şekilde hayata geçirilememiştir. Zira çok geçmeden ilan edilen meşrutiyet ve Teşkilatı Esasi Kanunu (Anayasa) bu teslimiyetin nirengi noktalarıdır. 1881 Duyun-u Umumiye İdaresi ise artık ülkenin adı konmamış yarı sömürge halinin yazılı belgesidir. İkinci Abdülhamit’in gayretleri süreci geciktirse de 1909’daki darbe 1918’de netice vermiş ve o koskoca Osmanlı ülkesinde fiili bir devlet kalmamıştır.
Cumhuriyet ayrı bir hikâye… Oraya hiç girmeyeceğim. Zira bu dönemde yapılan devrimlerin batı adına yapıldığı sadece ilan edilmemiştir. 1928 ara kararından sonra (devletin dininin İslam olduğu ibaresinin kaldırılması) zemin hazır hale getirilmiş ve tek parti dönemi uygulaması olarak 1937’deki düzenleme ile (laikliğin anayasaya girmesi) artık din devlet ayrılığı kusursuz bir şekilde hayata geçirilmiş, süreç tamamlanmıştı.
İslam dini fenden, fenni de dinden ayırmaz elbette… Ama geçekte bir mason ve İngilizlerin adamı olan Tanzimat’ın mimarı Mustafa Reşit Paşa o gün İngilizlerle olan ilişkisini de kullanarak fenni dinden, dini de fenden ayırmayı başarmıştı. Uzun vadeli bir proje idi elbet… Din ile arasına mesafe koyulan bilim insanının dinle bağlantısı zaman içerisinde zayıfladı. Bu zayıflama elbette şahsi tasarrufu değildi. Nitekim ‘vurun kahpeye’ gibi geniş halk kitleleri üzerinde derin izler bırakan propaganda malzemeleri yanında, baştan beri bir misyonla oluşturulan ‘matbuat’ neredeyse tek iş olarak konuyu işlemiştir. Doğal olarak da dinini yarım öğrenen bilim adamı dine karşı yobazlaşmıştır. İşte bugün pek çok örneğini gördüğümüz ‘laik yobaz’ da din yobazı da tohumları 200 yıla merdiven dayamış bir gayretin (!) ürünüdür.
Son bir not: Efendim yobazlıktan kurtulmak; çağdaş olmak, her şeye saygı duymak filan değildir. Müslüman günaha saygı duymaz. Günaha duyulmayan saygı da yobazlık değildir. Mümkünse de eliyle düzeltir. Cemil Meriç’in sözüyle bitirelim: "Bu ülke iki yobazdan gördüğü zararı başka hiç kimseden görmemiştir. Biri devrim yobazı diğeri din yobazı."