Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

DURUMUNDAN MEMNUN OLAN KÖLELER- 2

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini kabul etmiş (takip eden yıl; 1949), temel insani değerleri savunma ve yayma görevi ile kurulan Avrupa Konseyinin (Avrupa Birliği Konseyinden farklı) üyesi (aynı yıl ama kurulduktan sonra; 1949), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bireysel başvurular için yargılama kararını kabul etmiş (1987. Anlaşma 1953 tarihlidir) olan ve batı dünyasında kendisine yer edinmeye çalışan Türkiye aslında yasal ve anayasal olarak da konu ile ilgili düzenlemeler yapmıştır. Avrupa Birliğine üyelik düşüncesinin yaygınlık kazandığı 2000’li yıllardan itibaren pek çok yasa da değiştirilmiştir. Zira Avrupa Birliğine giriş şartlarından olan Kopenhag Kriterleri ‘insan haklarına’ saygıyı da zorunlu kılmaktadır.   1982 Anayasası cumhuriyetin nitelikleri başlığı altında Türkiye’nin ‘insan haklarına saygılı’ olduğunu hüküm altına almıştır. Ayrıca 25. maddesi “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz” hükmü ile de düşünce ve ifade hürriyetinin anayasal sınırlarını çizmişken, “düşünceyi açıklama ve yayma” hürriyeti başlığını taşıyan 26. madde; “herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir” hükmü ile bu hürriyeti teminat altına alınmıştır. Aynı maddenin ikinci fıkrası ise düşünce hürriyetinin çerçevesini ve sınırlarını çizmiştir. Ancak buna rağmen AİHM’e en fazla müracaatlar Türkiye’den gitmekte ve tazminata mahkûm edilmektedir. Bu yüzden geçtiğimiz yıllarda yapılan bir düzenleme ile (dostâne çözüm) iç hukuk yöntemiyle barışçıl çözüm müessesesi kabul edilmiştir.   Yine örneğin 5237 sayılı TCK’nın “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama” başlıklı 301/3. maddesi “eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” ve aynı maddenin 4. fıkrası “bu suçtan dolayı soruşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır” hükmüne yer vererek yasal altyapı güçlendirilmiştir.   AİHM kararlarında, başta politik söylemler olmak üzere kamuyu ilgilendiren konulara diğer düşünce açıklamalarından daha fazla esneklik getirmektedir. Sağlıklı bir toplum yapısı için kamu yararına ilişkin bilgi, düşünce ve görüşlerin serbest dolaşımının önemini her fırsatta dile getiren mahkeme, devletin bu tür ifadeleri sınırlandırmaktan kaçınması gerektiğini, bu konuda devletlere tanınan takdir marjının diğer durumlara göre çok daha dar olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme’ye göre, devlet sadece sınırlandırmalardan kaçınmamalı, çoğulculuğu teşvik ederek farklı düşüncelerin kamusal tartışmalara katılımını mümkün kılacak kurallar koymalıdır.   Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği bazı kararların niteliği aşağıdaki gibidir. -Kamu görevlisi kişisel fikirlerini basına açıklayabilir, -Tarihi gerçekler taraflı dile getirilebilir, -Şiddet çağrısı içermeyen akademik çalışma engellemez, -Sert bir üslupla düşünceler açıklanabilir, -Saldırgan ifadeler kullanılabilir, -Fikirler düşmanca bir üslupla kaleme alınabilir, -Terör örgütü söylemiyle özdeşleşmeyen sosyolojik açıklama yapılabilir, -Olayları farklı perspektiften öğrenme hakkı vardır.   Bunların her birinin ayrıntıları var elbette… Gerçekte düşünce ve ifade hürriyeti AİHM tarafından benim de tasvip etmeyeceğim genişlikte yorumlanmışken, resmi tarihte yeterince üzerinde durulmayan, ancak sosyolojik ve mantıksal bir ilişki kurularak dillendirilmiş, üstelik “cumhurun” hakkının cumhura verilmediği tezi üzerine bina edilmiş bir eleştirel yazının; angajmanla anlaşılması mümkün değildir elbette… Akademisyeni ağır baskı altında bırakan, elini kolunu, hatta ağzını bağlamaya dönük, akademisyenin düşüncesine kilit vurma ve onu susturma adımı mevzu bahis ‘oligarşik’ yapının hâlihazırdaki temsilciliğinden başka bir şey değildir. Aynı şeylerin tekrar edilmesi, aynı şeylerin hep birlikte alkışlanması, aynı şeylerin aynı kelimelerle övülmesinin ne olduğuna da siz karar verin artık… (devam edecek)  
Ekleme Tarihi: 27 Kasım 2017 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

DURUMUNDAN MEMNUN OLAN KÖLELER- 2

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini kabul etmiş (takip eden yıl; 1949), temel insani değerleri savunma ve yayma görevi ile kurulan Avrupa Konseyinin (Avrupa Birliği Konseyinden farklı) üyesi (aynı yıl ama kurulduktan sonra; 1949), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bireysel başvurular için yargılama kararını kabul etmiş (1987. Anlaşma 1953 tarihlidir) olan ve batı dünyasında kendisine yer edinmeye çalışan Türkiye aslında yasal ve anayasal olarak da konu ile ilgili düzenlemeler yapmıştır. Avrupa Birliğine üyelik düşüncesinin yaygınlık kazandığı 2000’li yıllardan itibaren pek çok yasa da değiştirilmiştir. Zira Avrupa Birliğine giriş şartlarından olan Kopenhag Kriterleri ‘insan haklarına’ saygıyı da zorunlu kılmaktadır.

 

1982 Anayasası cumhuriyetin nitelikleri başlığı altında Türkiye’nin ‘insan haklarına saygılı’ olduğunu hüküm altına almıştır. Ayrıca 25. maddesi “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz” hükmü ile de düşünce ve ifade hürriyetinin anayasal sınırlarını çizmişken, “düşünceyi açıklama ve yayma” hürriyeti başlığını taşıyan 26. madde; “herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir” hükmü ile bu hürriyeti teminat altına alınmıştır. Aynı maddenin ikinci fıkrası ise düşünce hürriyetinin çerçevesini ve sınırlarını çizmiştir. Ancak buna rağmen AİHM’e en fazla müracaatlar Türkiye’den gitmekte ve tazminata mahkûm edilmektedir. Bu yüzden geçtiğimiz yıllarda yapılan bir düzenleme ile (dostâne çözüm) iç hukuk yöntemiyle barışçıl çözüm müessesesi kabul edilmiştir.

 

Yine örneğin 5237 sayılı TCK’nın “Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin Kurum ve Organlarını Aşağılama” başlıklı 301/3. maddesi “eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” ve aynı maddenin 4. fıkrası “bu suçtan dolayı soruşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır” hükmüne yer vererek yasal altyapı güçlendirilmiştir.

 

AİHM kararlarında, başta politik söylemler olmak üzere kamuyu ilgilendiren konulara diğer düşünce açıklamalarından daha fazla esneklik getirmektedir. Sağlıklı bir toplum yapısı için kamu yararına ilişkin bilgi, düşünce ve görüşlerin serbest dolaşımının önemini her fırsatta dile getiren mahkeme, devletin bu tür ifadeleri sınırlandırmaktan kaçınması gerektiğini, bu konuda devletlere tanınan takdir marjının diğer durumlara göre çok daha dar olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme’ye göre, devlet sadece sınırlandırmalardan kaçınmamalı, çoğulculuğu teşvik ederek farklı düşüncelerin kamusal tartışmalara katılımını mümkün kılacak kurallar koymalıdır.

 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği bazı kararların niteliği aşağıdaki gibidir.

-Kamu görevlisi kişisel fikirlerini basına açıklayabilir,

-Tarihi gerçekler taraflı dile getirilebilir,

-Şiddet çağrısı içermeyen akademik çalışma engellemez,

-Sert bir üslupla düşünceler açıklanabilir,

-Saldırgan ifadeler kullanılabilir,

-Fikirler düşmanca bir üslupla kaleme alınabilir,

-Terör örgütü söylemiyle özdeşleşmeyen sosyolojik açıklama yapılabilir,

-Olayları farklı perspektiften öğrenme hakkı vardır.

 

Bunların her birinin ayrıntıları var elbette… Gerçekte düşünce ve ifade hürriyeti AİHM tarafından benim de tasvip etmeyeceğim genişlikte yorumlanmışken, resmi tarihte yeterince üzerinde durulmayan, ancak sosyolojik ve mantıksal bir ilişki kurularak dillendirilmiş, üstelik “cumhurun” hakkının cumhura verilmediği tezi üzerine bina edilmiş bir eleştirel yazının; angajmanla anlaşılması mümkün değildir elbette… Akademisyeni ağır baskı altında bırakan, elini kolunu, hatta ağzını bağlamaya dönük, akademisyenin düşüncesine kilit vurma ve onu susturma adımı mevzu bahis ‘oligarşik’ yapının hâlihazırdaki temsilciliğinden başka bir şey değildir. Aynı şeylerin tekrar edilmesi, aynı şeylerin hep birlikte alkışlanması, aynı şeylerin aynı kelimelerle övülmesinin ne olduğuna da siz karar verin artık… (devam edecek)

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.