Farkettiğim bir şey şu ki; insanın görüş açısı değiştikçe-genişledikçe anormalliği de artıyor. Evet doğru yazdım; ‘anormallik…’ Tabii burada normali-anormali nasıl tanımladığınız önemli... Nitekim yere ve zamana göre de değişiyor değil mi... Sözgelimi her işin rüşvetle yapıldığı bir yerde rüşvete karşı çıkmak anormaldir. Ama gerçekte normal olmayan işlerin rüşvetle yapılmasıdır. Ama benim buradaki kasdım biraz daha farklı… Kasdım aslında ‘görmek’le ilgili… Anormalliğin nedeni de bu haddi zatında… Başlayalım.
Yaş bunlardan birisidir mesela... Yaşınız ilerledikçe bir yandan duygusallaşsanız bile hadiseleri daha az duygusallıkla değerlendirme yetiniz de gelişir. Yaşadığınız onca tecrübe geri planı görmenizi kolaylaştırır çünkü... Hayat tecrübesidir bu... Nitekim olaylar sizin için yalın bir bilgi olmaktan çıkmış, bir ileri aşama olan his halini almıştır. Aynı hissi de tekrar yaşamak istemezsiniz. Ruhunuzu alt-üst eden o eski hislerinizi… Kendiniz yeniden yaşamak istemediğiniz gibi, sorumluluğunuz altındakilerin yaşamaması için de gayret sarf edersiniz. Bu da garip (anormal) gelebilir elbette etrafınızdakilere…
Bu yaşanmışlıklar bilgi birikimiyle (vizyon) güçlendirildikçe, teşhisinizin isabet oranı da bir o kadar artar. Bilginin yalın halden çıkarılıp hayata indirgenmiş halidir vizyon... Vizyonlu insan deriz ya... Çok şey bilmekle ilgilidir ama ayakları da yere basar. Böyle bir insan ilişkilerini oluştururken hayatın dayattığı hakikatleri görür ve bu yüzden temkinlidir. Vizyonu olan kimse hadiseleri zahirin ötesine taşır. Esasen beyniyle görür çünkü… Bence insanın kendisine yaptığı en büyük kötülüklerden birisi, kendisini en basit ve en düşük boyut olan beş duyu ile sınırlamasıdır. Bilimsel izahatlar da böyledir. İnsanlar çok önemser ama aslında hakikatin en basit boyutudur. Zira hadiseleri sadece zahire-beş duyuya indirgeyerek açıklar.
Görebilme konusundaki bir ileri aşaması ise basirettir. Yaşadıklarınızın bugününü ve o anını değil, geleceğini-geçmişini, yukarısını-aşağısını, sağını-solunu ve elbette daha fazlasını görebilmektir. Sözgelimi; size 'çevre' duyarlılığı ile gelenlerin gerçek niyetini keşfedebilmek basiret gözüyle mümkün olabilmektedir. Ulusal-uluslararası, iç-dış, siyasi-politik, menfaat-hizmet-rant... bağlantısını görebildiğiniz ölçüde tahlilinizin isabet oranı da artar. Yoksa gerçek niyeti göremez, size kurulan ‘ağ’a takılır heba olursunuz. FETÖ’nün yolsuzluk operasyonunu yapmayı planladığı darbeye kılıf yapması, halk isyanı çıkartmak isteyenlerin gezi parkındaki birkaç ağacı önünüze koyması böyle bir şeydir mesela… Çevresel etkiler gerekçe gösterilerek nükleer enerjiye ya da hidro elektrik santrallere (HES) karşı çıkmak da böyledir. Durumu gören siz saldırının ‘uluslararası’ bağlantısını ortaya koyduğunuzda itibarsızlaştırma karşı operasyonları da derhal başlatılır.
Kim bilir belki altın aramalara, petrol aramalara, doğalgaz aramalara karşı çıkış da bu yüzdendir. Sürekli söylenir ya; kapitülasyonlar, yani yabancılara kendi ülkemizde sağlanan imtiyazlar kaldırıldı diye… Belki de öyle değildir. Yakın zamana kadar kibrit tekeli bile yabancıların elinde değil miydi bu ülkede… Afrika’da birçok Afrika ülkesi kendi kaynaklarını bile kullanamıyor halihazırda… Çünkü Fransa bölgeyi terk ederken bu ülkeleri imza atmaya da zorlamış… Sözgelimi dünyanın en fakir ülkelerinden birisi olan Nijer’de halkın 90’ı elektriğe bile ulaşamazken, Fransa nükleer enerjisinin güç kaynağının 30’unu bu ülkeden karşılıyor. İşte Fransa’daki zenginliğin, Afrika’daki fakirliğin sebebini arayanlara küçük bir ipucu bilgisi bu… Bu durum az ya da çok hemen bütün eski sömürgeler ve yüzyılın başında kurulan devletler için söz konusudur. Bir başka deyişle altına imza atılan ancak geniş halk kitlelerinin bilmediği (gizli) anlaşmalarla, bu kaynaklar üzerindeki hakimiyetiniz sınırlıdır. Türkiye için Montrö bunun bilinen örneği mesela… İşte bunu görebiliyorsanız; vizyon ve basiret sahibisiniz demektir. Yok önünüze konulanla yetiniyorsanız; FETÖ’ye de destek verirsiniz, Gezi olaylarına da, HES’e, nükleer santrallere karşı çıkanlara da…
Hadiseleri doğru teşhis bakımından daha ileri aşama da var elbette... Feraset böyle bir şeydir mesela... Artık olay bu aşamada zahirin ötesine geçmiştir. Görme-düşünme ne gözledir ne de beyinle... Kalbinizle düşünür ve görürsünüz. Buna kalp gözü denir ama, öyle filmlerde anlatıldığı gibi de değildir. Fenafil-hadise olmuşsunuzdur bir başka deyişle... Zira üzerinizdeki sorumluluk her hadiseyi ruhunuzun derinliklerinde yaşamanız anlamına gelir ve acısını da tatlısını da hissedersiniz. Dolayısıyla da davranışlarınız anormalleşir.
Bu anormallik sizi öyle bir noktaya götürür ki tahammül edemediğinizde 'meczub' bile olabilirsiniz. Yani sıradan insana göre tımarhanelik... Gördüğünüz o kadar hakikate nasıl dayansın ki ruh... Dağlara çıksanız yeridir. Düşünsenize; tehlikenin farkında olmayan çocuğunuzun uçurumun kenarında kaygısızca oyunda eğlencede olduğunu... Biraz sonra düşüp paramparça olacak ama hiç farkında değil... Böyle bir şeye bigâne kalınabilir mi hiç... O uçurum ölüm işte... Oyun eğlence de hayatımızın ta kendisi... Bunu görmüşken sizin davranışınız anormalleşmesin de kiminki anormalleşsin... Ya da gerçekte kimin davranışı anormal acaba...