Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

Felaket Tellallığı

Sıkıntı istenmez elbette ama, hayatın bir o kadar da merkezindedir. Ve elbette sıkıntıları paylaşacak dostlar vardır. Hatta onlar çoğunluktadır; gökteki yıldızlar gibi ve onlar kadar… Onların varlığı gündüzleri (hayatın rutininde) farkedilmez. Ne zamanki gece (sıkıntılı bir durum) olmuşsa onların etrafınızda sizi aydınlattığını görürsünüz. Gündüzleyin ise onların varlığından eminsinizdir (uyarlama). Kötülerin sesi çok çıkar o başka tabii… Durum; deprem felaketi olduğunda depremzedelere yardıma koşmak yerine, genel güvenlikteki zaafiyet ya da insanların çaresizlikleri nedeniyle evlere girip hırsızlık yapmak ya da yollarda ihtiyaç sahiplerine götürülen ihtiyaç malzemelerini gasbetmek gibi adi suçlar için de, bu sıkıntıdan kurumsal ya da siyasal çıkar devşirme içerisinde olanlar için de aynı… Aslında durum kişisel hayatımızda da pek farklı değil… Nitekim sıkıntıya giren durumunuz olmuşsa; zorluğun büyüklüğü ölçüsünde etrafınızdaki insanların sessizliğe gömüldüğünü de görürsünüz. Ben bu yazımda hadisenin kişisel değil de toplumsal yanına dikkat çekmek istiyorum. Bir felaket, bir zaafiyet olmasını gibi hazır kıta bekleyen, hatta felaketin-zaafiyetin doğması için içeride ve dışarıda bütün imkanlarını seferber eden, felaket olduğunda da herkesten önce (hırsız ve yağmacılar gibi) sahaya inen, işi fitne ateşini harlamak, panik havası oluşturmak, tezvirat (yalan haber) üretmek olan, ateşinde ısınmak için memleketin yanması umurunda olmayan azgın azınlık bunlar… Sahada çalışan sessiz çoğunluğu da kimsecikler farketmez. Onların farkedilme gibi bir derdi de yoktur haddi zatında… Hayatın rutinidir çünkü yapıp ettikleri… Oysa o rutin olanı rutin hale getiren kocaman bir organizasyon vardır gerisinde… Sözgelimi gece karanlıktır; aydınlatmak için barajlar başta olmak üzere koca bir sistem çalışır. Ya da evinize gelen doğalgaz kimbilir belki de taa Sibirya’dan geliyordur. Bunu ancak elektrik ya da doğalgaz kesildiğinde gerçek anlamda farkedebilirsiniz. İşte felaketler bu rutin işleyişi inkıtaya uğratan durumlardır. Felaket tellalları da tam bu esnada belirir; vücut savunma mekanizması zayıfladığında saldırıya geçen mikroplar gibi… Neyse ki iyiler her zaman vardır. Kötülerin sesi çok çıktığından onları fazla zannederiz. Mesela milyonlarca aile vardır; gül gibi geçinen, gündelik işinde gücünde… Ama gündemimizi az sayıdaki aile faciaları meşgul eder. Ya da güncelle ilişkilendirmek gerekirse deprem felaketinde yolları iyiler kilitledi; iyilik için adeta hücum ettiler çünkü… Üstelik iyiler içerisinde her tür insan da vardı. Yardım eden için de, yardım edilen için de… Kötüler de işbaşındaydı; o malum tezviratlar için… Millet can derdinde iken onların bu çaresizliğini köpürtme peşinde olanlar bir süre sonra görünmez oldular. Dedik ya; vücut savunması zayıfladığında harekete geçen mikroplar gibi diye… Söz gelimi gezi olayları esnasında, "24 saat daha direnirsek NATO müdahale edecektir" diyenler de bunlar… Kur Korumalı Mevduata geçiş yapıldığında suratları düşen, ses tonu değişen de… Bir doğal afet olan depremin yaralarının sarılması işin kolay yanı… Zor olan bir yüz yıl ‘şeytanlaştırılmış ve şeytanlaşmış’ bu azgın güruhun değişen kültürel kodlarını zihinlere yeniden tanımlamak… Atamazsınız, satamazsınız bunları elbette... Sizin insanınız çünkü... En temel sorun; kültürel aidiyet bağı koparılmış bu insanların topluma entegre edilmesi… Zira sayısal olarak az olan bu azgın güruh, oluşturduğu sanal korku ve düşmanlıkla toplumun neredeyse yarısının kafasını çelmiş durumda… İşinde gücünde olan kafası çelinmiş sessiz kalabalık gerçekte toplumun derdiyle dertlenecek, sevinciyle sevinecek, üzüntüsüyle üzülecek olanlar… İşte deprem bunu görünür hale getirdi. Aslında tam ifadesiyle bu topluma yabancılaşmış bu insanları tekrar topluma nasıl kazandıracağız? Bunlara kafa yormak zorundayız. Çünkü bunlar fikren bu coğrafyanın insanı olmasalar da içimizdeler… Bu haliyle de söz konusu azınlık hem kendilerine hem topluma hem de bu toplumun misyonuna, dolayısıyla da geleceğine tehdit oluşturmakta…. Bu sorun bütün ekonomik sorunların da önünde… Sorunun kaynağına inilemedikçe de sorun derinleşecek… Bir ipucu olarak, sorunun kaynağının ‘suni tabular’ olduğu kanaatimi de paylaşmak istiyorum sizlerle...  
Ekleme Tarihi: 20 Mart 2023 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

Felaket Tellallığı

Sıkıntı istenmez elbette ama, hayatın bir o kadar da merkezindedir. Ve elbette sıkıntıları paylaşacak dostlar vardır. Hatta onlar çoğunluktadır; gökteki yıldızlar gibi ve onlar kadar… Onların varlığı gündüzleri (hayatın rutininde) farkedilmez. Ne zamanki gece (sıkıntılı bir durum) olmuşsa onların etrafınızda sizi aydınlattığını görürsünüz. Gündüzleyin ise onların varlığından eminsinizdir (uyarlama).

Kötülerin sesi çok çıkar o başka tabii… Durum; deprem felaketi olduğunda depremzedelere yardıma koşmak yerine, genel güvenlikteki zaafiyet ya da insanların çaresizlikleri nedeniyle evlere girip hırsızlık yapmak ya da yollarda ihtiyaç sahiplerine götürülen ihtiyaç malzemelerini gasbetmek gibi adi suçlar için de, bu sıkıntıdan kurumsal ya da siyasal çıkar devşirme içerisinde olanlar için de aynı… Aslında durum kişisel hayatımızda da pek farklı değil… Nitekim sıkıntıya giren durumunuz olmuşsa; zorluğun büyüklüğü ölçüsünde etrafınızdaki insanların sessizliğe gömüldüğünü de görürsünüz.

Ben bu yazımda hadisenin kişisel değil de toplumsal yanına dikkat çekmek istiyorum. Bir felaket, bir zaafiyet olmasını gibi hazır kıta bekleyen, hatta felaketin-zaafiyetin doğması için içeride ve dışarıda bütün imkanlarını seferber eden, felaket olduğunda da herkesten önce (hırsız ve yağmacılar gibi) sahaya inen, işi fitne ateşini harlamak, panik havası oluşturmak, tezvirat (yalan haber) üretmek olan, ateşinde ısınmak için memleketin yanması umurunda olmayan azgın azınlık bunlar…

Sahada çalışan sessiz çoğunluğu da kimsecikler farketmez. Onların farkedilme gibi bir derdi de yoktur haddi zatında… Hayatın rutinidir çünkü yapıp ettikleri… Oysa o rutin olanı rutin hale getiren kocaman bir organizasyon vardır gerisinde… Sözgelimi gece karanlıktır; aydınlatmak için barajlar başta olmak üzere koca bir sistem çalışır. Ya da evinize gelen doğalgaz kimbilir belki de taa Sibirya’dan geliyordur. Bunu ancak elektrik ya da doğalgaz kesildiğinde gerçek anlamda farkedebilirsiniz. İşte felaketler bu rutin işleyişi inkıtaya uğratan durumlardır. Felaket tellalları da tam bu esnada belirir; vücut savunma mekanizması zayıfladığında saldırıya geçen mikroplar gibi…

Neyse ki iyiler her zaman vardır. Kötülerin sesi çok çıktığından onları fazla zannederiz. Mesela milyonlarca aile vardır; gül gibi geçinen, gündelik işinde gücünde… Ama gündemimizi az sayıdaki aile faciaları meşgul eder. Ya da güncelle ilişkilendirmek gerekirse deprem felaketinde yolları iyiler kilitledi; iyilik için adeta hücum ettiler çünkü… Üstelik iyiler içerisinde her tür insan da vardı. Yardım eden için de, yardım edilen için de…

Kötüler de işbaşındaydı; o malum tezviratlar için… Millet can derdinde iken onların bu çaresizliğini köpürtme peşinde olanlar bir süre sonra görünmez oldular. Dedik ya; vücut savunması zayıfladığında harekete geçen mikroplar gibi diye… Söz gelimi gezi olayları esnasında, "24 saat daha direnirsek NATO müdahale edecektir" diyenler de bunlar… Kur Korumalı Mevduata geçiş yapıldığında suratları düşen, ses tonu değişen de…

Bir doğal afet olan depremin yaralarının sarılması işin kolay yanı… Zor olan bir yüz yıl ‘şeytanlaştırılmış ve şeytanlaşmış’ bu azgın güruhun değişen kültürel kodlarını zihinlere yeniden tanımlamak… Atamazsınız, satamazsınız bunları elbette... Sizin insanınız çünkü... En temel sorun; kültürel aidiyet bağı koparılmış bu insanların topluma entegre edilmesi… Zira sayısal olarak az olan bu azgın güruh, oluşturduğu sanal korku ve düşmanlıkla toplumun neredeyse yarısının kafasını çelmiş durumda… İşinde gücünde olan kafası çelinmiş sessiz kalabalık gerçekte toplumun derdiyle dertlenecek, sevinciyle sevinecek, üzüntüsüyle üzülecek olanlar… İşte deprem bunu görünür hale getirdi. Aslında tam ifadesiyle bu topluma yabancılaşmış bu insanları tekrar topluma nasıl kazandıracağız?

Bunlara kafa yormak zorundayız. Çünkü bunlar fikren bu coğrafyanın insanı olmasalar da içimizdeler… Bu haliyle de söz konusu azınlık hem kendilerine hem topluma hem de bu toplumun misyonuna, dolayısıyla da geleceğine tehdit oluşturmakta…. Bu sorun bütün ekonomik sorunların da önünde… Sorunun kaynağına inilemedikçe de sorun derinleşecek… Bir ipucu olarak, sorunun kaynağının ‘suni tabular’ olduğu kanaatimi de paylaşmak istiyorum sizlerle...

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.