Türkiye çok ilginç bir ülke... Zira, çok hayati bir konu bile, üzerinden 24 saat geçmeden diğer hayati bir konu ile kamufle edilebiliyor. Bu durum, kimi zaman bilerek yani manipülasyon amaçlı, kimi zamanda hayatın doğal akışının bir sonucu olabiliyor. Doğal dedimse, normal anlamında kullanmadım. Böyle bir durumun "normal" olduğunu hiç sanmıyorum, ama alışık olduğumuzdan bize normalmiş gibi geliyor. Örneğin bir savaş ortamında silah sesleri doğaldır ama, normal değildir. İnsanların alışık olmasıdır onu normalmiş gibi gösteren...
Filistin'de, Suriye'de, Irak'ta, Mısır'da her gün onlarca kişinin kanına giriliyor. Hayatın olağan akışı içerisinden bir parçaymış gibi geliyor bize... Normal değil ama, kimsenin kılı kıpırdamıyor. 20 milyon insanın ölümünden doğrudan ya da dolaylı sorumluluğu olan Stalin'e atfedilen bir söz vardır; "bir insanın ölümü trajik, on insanın ölümü dramatik, bir milyon insanın ölümü ise sadece istatistiktir." Sıra dışı olaylar neredeyse bunun kadar "sıradanlaştı". hayatımızda...
Takip edenler bilir; bundan önce üç adet yazı aldım kaleme... Konu aynıydı; genocide, yani soykırım... Bu günkü konu da aynı... Türkiye için her yıl adeta kabusa dönen 24 Nisan ve Ermeni soykırımı iddiaları... Resmi bir görüş var ve biz onu savunmaya devam ettik uzun yıllar... Ama aslında, atı alanın Üsküdar'ı geçtiğini çok geç far ettik. Biz her ne kadar şöyle olmadı, böyle olmadı desek de; büyük ve küresel güçler çoktan politikalarını oluşturmuşlar ve konu, bir soykırımın olmadığına dair herhangi birisini ikna etme aşamasını çoktan geçmiş, politik bir araç olarak kullanılmaya başlamıştı bile...
Sömürgecilik sona erip küresel güçler bu ülkelerden fiilen ayrılınca, bu ülkeleri parçalara böldükten sonra zamanı gelince kullanabilecekleri sorunlar bıraktılar geride... Örneğin, Hindistan'dan çıkarken Hindistan-Pakistan arasında Keşmir sorununu, Irak-Kuveyt sorunu, İran-Irak arasında Şattül-Arap sorunu vb. bunlara örnektir. Türkiye'de de Doğuda bir Kürt ve Ermeni devleti kurma projesini hassas zamanlarda kaşımak üzere rafa kaldırılmıştı o dönemde... O hassas zaman geldi ve tabirimi mazur görün; tepe tepe kullandılar. PKK'dan bahsediyorum. Bunun bize neye mal olduğu hususunu mevzubahis etmeye bile gerek yok.
Ermeni sorunu da hali hazırda başımızı ağartan ve kullanılan böyle bir sorun. İlk zamanlarda ASALA adı altında terör eylemleri de yürüttüler. Sonra bu işlevi PKK'ya devrettiler. Biz ASALA'yı yok ettik derken, şekil değiştirerek yine koydular önümüze... Dünya 1990'larda değişirken ve koskoca Türk dünyası öyle ya da böyle "özgürleşirken" biz PKK ile meşguldük. Sorunu Turgut ÖZAL'ın çözmesine izin vermediler. Bu dönemde küresel tehdit SSCB ve Doğu Bloku tarihin çöp kutusuna giderken, neredeyse hiç bir politik hazırlığı olmayan Türkiye, bu fırsatı göz göre göre kaçırdı. Üstelik, Ermenistan da bağımsız bir devlet olmuş, henüz SSCB dağılmadan topraklarını genişletme faaliyetlerine hız vermişti. Süreç içerisinde, bana göre PKK ile işbirliği içerisinde, davalarını Türkiye'yi en zor noktaya getirecek safhaya taşıdılar. İşte yüzüncü yıl ve ABD gibi küresel bir gücün, "evet Ermenilere soykırım uygulanmıştır" demesine ramak kaldı. ABD sadece politik nedenlerle bunu şimdilik erteliyor. Türkiye'nin "biz yapmadık-etmedik, külliyen yalan" gibi suçluluk refleksiyle yaptığı savunmalar kendi halkını bile ikna etmekten uzak maalesef... Zira Türkiye'de soykırıma inanan, hatta bunu dillendiren o kadar geniş bir kesim var ki; "artık kabul edin gitsin" aşamasına geldi konu neredeyse... Oysa hakikat bundan çok daha farklı... O halde yeni, farklı ve ezber bozan bir hamle gerekli... Bu da cesaret, feraset ve basiret işi elbette...
Bir önceki yazımda "gerçekte ne olduğuna" dair düşüncelerimi paylaşmıştım sizinle... Ama bunun çok da fazla bir önemi yok. Zira ne olduğundan ziyade, ne “algılandığı” önemlidir. Bir başka deyişle Ermenilerin, ki bunlar sadece Ermenistan'daki Ermeniler değildir, algı operasyonu çoktan amacına ulaşmış... Zira; bu yüz yıllık süreç içerisinde, belki de azınlık olmalarının verdiği psikolojik etkiyle, bütün Ermeniler tek bir hedefe kilitlenmişlerdir. Sabırla yürüttükleri mücadelede 100. yılda neredeyse bütün dünyayı bu konuda ikna ettiler.
1923'te Cumhuriyet kurulduktan bir süre sonra tevhidi tedrisat kanunu çıkarıldı. Bu kanunla birlikte Osmanlı eğitim sisteminin belkemiğini oluşturan medreselerle birlikte, tekke ve zaviyeler de kapatıldı. Biz de çocuklarımıza öve öve anlattık bunları... Amaç belliydi; tornadan çıkmış tek tip insan yetiştirmek. Ama; devletin ver(me)diği eğitim ve öğretim dışında hiç bir eğitim ve öğretim verilememesiydi. Aksi davranışın cezası idamdı. Pek çok kişi idam edildi, pek çoğu da idamı göze aldı. Devlet iç güvenlik birimlerini; köy köy, kasaba kasaba alana tahsis ederek alternatif eğitimi engelledi ve ne eskiyi bilen ne de yeniye uyum sağlayabilen bir nesil çıktı ortaya... Eskiye düşmanlık o kadar ilerletilmişti ki, o paha biçilmez Osmanlı arşivleri hurda kağıt niyetine Bulgaristan'a satılmıştı. Adeta Hülagu ile yarışır hale geldiler. Durumu fark eden Bulgarlar, bunları muhafaza altına aldılar. Hali hazırda Osmanlı arşivlerinin önemli bir kısmının bu ülkede olmasının nedeni de budur.
Eğitimin adı milli idi ama kendisi hiç de milli değildi. Uzun yıllar sınırlı imkanlar batı tarzı resmi ideolojinin yerleştirilmesine seferber edildi. Yapılan bir beyin yıkama operasyonu idi. Küresel güçlerin Türkiye üzerindeki emellerini, derin planlarını ruhumuz bile duymadı bu süreçte... Kimbilir; belki de Lozan Anlaşmasının açıklanmayan maddelerinin gereği yapılıyordu.
Yıllar böyle geldi geçti. Ermenistan ve diasporanın bu faaliyetlerini ilk fark eden ÖZAL oldu ve kendi çapında önlem almaya çalıştı. Faaliyetlerini çok derinden yürüten Ermenistan ve Diaspora, SSCB'nin kavşamaya başladığı 1980'li yıllarda önce zayıf halka olan Azerbaycan'dan başladı işe... Yıpratma kampanyaları çok sürmedi. Sıcak savaş ve Yukarı Karabağ'la birlikte Karabağ dışında bir takım Azerbaycan toprağı Ermenistan kontrolüne geçti ve işgal halen devam ediyor.
Daha büyük güç olan Türkiye üzerinde ise uluslar arası yıpratma kampanyası son gaz devam etti. "Sonuç alamadılar ya da alamazlar" gibi hamasi söylemlerin içi boş... Hali hazırda aldıkları bir sonuç var zaten... Bir sonraki aşama o kadar da belirsiz değil. Mevcut Ermenistan Cumhurbaşkanı'nın kendisine küçük bir çocuğun Batı topraklarımızla birlikte Ağrı'yı da geri alacak mısınız sorusuna verdiği cevabın altında yatıyor plan: "Biz Karabağ'ı aldık, Ağrıyı da size bıraktık" mealindeki sözler... (Haberin doğrulanmadığını da eklemek isterim, ama hep böyledir zaten... Son aşamaya kadar açıkça ifade edilmez bunlar... 1991'deki bağımsızlık bildirgesinde Kars Anlaşmasıyla çizilen sınırları tanımadıklarını beyan etmeleri yanında, mevcut Ermenistan Anayasası'nın "Batı Ermenistan" olarak ifade ettiği Doğu Anadolu'yu Büyük Ermenistan sınırları içerisinde göstermişler ve bu emel gizli olmaktan çıkmıştır).
Ermenistan'dan rahatlıkla izlenebilen Ağrı Dağı (Ararat) kadim Ermenistan'ın kutsal bir parçası adeta... "Kaybedilen topraklar için doğal bir anıt" özelliği taşıyan Ararat ile ilgili figürler "devlet armasında" bile yer almaktadır. Bu da Ermenistan'ın ülkemizin topraklar üzerindeki uzun vadeli planın simgesel ifadesidir. Tedbirler güçlendirilmezse bunun hiç bir şekilde böyle olamayacağı iddiası boş bir hamasetin ötesine geçemez. Bir örnekle konuyu açıklamakta fayda var. Bir zamanlar Saddam Hüseyin'den köşe-bucak kaçan Talabani Irak Cumhurbaşkanı oldu, Barzani ise ilan edilmemiş Kürdistan devletinin başında... Saddam ise idam edildi. Anlatabiliyor muyum ne demek istediğimi...
Ama şükürler olsun ki bizim yöneticilerimiz Saddam kadar dar düşünceli değil. ÖZAL'ın başlattığı süreç sabote edildiyse de, belli bir fetret döneminin yaşanmasının ardından, sağduyu galip geldi ve silahlar susturulup, savaştan menfaat devşirenler bertaraf edildi. Büyük Ermenistan, Büyük Kürdistan ve hatta Büyük İsrail planının dibine çoktan kibrit suyu döküldü. Evet "Büyük İsrail"den bahsediyorum. Çok komplo geldi değil mi... Ama hiç kimse bütün dünyaya dağılmış Yahudilerin binlerce yıl sonra Filistin'de tekrar İsrail'i kuracağına ihtimal vermiyordu. Türkiye'ye içeriden ve dışarıdan yapılan cansiperane saldırıların nedeninin ne olduğunu zannediyorsunuz. Yüz yıllık planları bozuluyor. Bu planlarını uyguluyorken yine bizim insanımızı kullanıyor olmaları ve kullanılanların da bunun farkında olmaması ise ayrı bir tenakuz...
Küresel güçler her zaman kendimize en yakın zannettiğimiz kişilerle yaklaşırlar bize... Savaş bir hile değil midir aynı zamanda... Bunu hep yapmışlardır ve başarmışlardır da... Zira yabancısı olmadığımız insanlarla kapımızı çalıyorlar. İngiliz ajanı Lawrance'i düşünsenize... Yıllar yılı nasıl da o kadar insana imamlık yaptı. Onu kimse fark edemedi. Hedefine ulaşmanın akabinde ülkesine döndü ve hatıralarını yazdı.
Durum ciddi. Rehavet ise son demektir. Aslında 24 Nisan 2014'teki hükümetin yaptığı hamle bundan başka birşey değildir. 2015’te de bir şeyler yapıldı. İşte bütün bu planları bozan, altını boşaltan bu hamleler, bir ezberimizi daha bozdu, bir tabuyu daha yıktı. Ama başta bahsettiğimiz Türkiye'nin o yoğun gündemi yeterince tartışmamızı engelledi. 100. Yılını devirdiğimiz bugünlerde artık Ermenistan ve Diaspora Ermenileri en azından eskisi kadar iddialı ve inandırıcı değiller. Bir sonraki yazımızda bu konu üzerinde duracağız inşaallah...