İhtiyaç denince sıradan insanın aklına gelen, para mal gibi kimi maddi varlığı olan şeylerdir. Hatta insanların kahir ekseriyeti bütün mesaisini buna ayırır. Kimisi için gündelik maişetin karşılanması anlamına gelen ihtiyaç, kimisi için sınırsız kazanç demektir. Zira kapitalizm bilinçaltına ihtiyacı ‘sınırsız’ olarak kazımış-tanımlamıştır.
Ama aslında benim üzerinde durmak istediğim şey buradakinden biraz farklı… Yani insanın maddi ihtiyacından bahsetmiyorum. Zira maddi ihtiyaç işin görünen ve aslında önemsiz yanıdır. İnsanın asıl ihtiyacı psikolojik-ruhsal olanıdır gerçekte... Her insan keşfedilmeyi bekleyen bir değerdir. Eğer kendisine fırsat verilirse, ortam hazırlanırsa, önü açılırsa, cesaretlendirilirse, güvenilirse… kim bilir ne cevherler çıkacak ortaya…
Bir insan bazen bir milletin hatta insanlığın geleceği demektir. Öyle değil midir; olağanüstü zamanlarda kitlelerin önünü bu kahramanlar açar. Düşünsenize Amerikalı insan hakları savunucusu Martin Luther King ya da Malcolm X’i… Ne demişti Malcolm; ‘bütün uyuyanları uyandırmaya bir uyanık yeter…’ Mandela da öyle değil miydi… Toplumunun özgürleşmesine önderlik etti. Bunun için tam 27 yıl hapis yattı. İnsana dair olanını seçti bir başka deyişle; Özgür olmak için tam 27 yıl hürriyetinden vazgeçti. Oysa bir kabile şefinin oğlu olarak, eğer işbirliği yapsaydı, krallar gibi bir yaşam sürebilirdi.
Yetkin bir pozisyonda iseniz eğer, insana alan açmalısınız. Baba iseniz sorumluluk vermeli, hoca iseniz söz vermeli, koca iseniz güvenmelisiniz. Kimi zaman bir ileri adım atılması için çeyrek yüzyıl beklemeli, sabırla takip etmelisiniz. Daha açık deyimle bu yetkin pozisyonu kendi lehinize hiç bir şekilde istismar etmemelisiniz. Yetkin pozisyon denince günümüzde daha çok siyaset ve bürokrasi anlaşılmaktadır. Şüphesiz siyaset de bürokrasi de hizmet alanı olmalıdır. Bir başka deyişle fedakârlık...
Herkes evinde rahat uyusun diye sizin uykusuz geceler geçirmeniz gerekir. Herkes para kazanırken, sizin devletin verdiği maaşla yetinmeniz gerekir (Siyasetçi zengin olmaz çünkü...) Herkes alma derdinde iken sizin verme derdinde olmanız gerekir. Herkes kendisi için çalışırken siz başkaları için çalışmalısınız. Herkes oyunda eğlencede iken siz gözetim görevi üslenmiş olmalısınız… Siz sınırda nöbet tutarken adeta; herkes mışıl mışıl uyumalı… Herkes ortalıklarda görünme derdinde iken, sizin yaptığınızı kimsecikler bilmemeli… Yokluğunuz ancak sahadan çekildiğinizde fark edilmeli… Çünkü makbul insan önce kendisini değil, başkasını düşünen insandır. Makbul insan şimdiyi değil geleceği düşünendir. Makbul insan günün değil geleceğin, kendisinin değil cemiyetin insanıdır.
Kimseyi küçümsememeli, her insana değer vermelisiniz. İlla da sorumlu pozisyonda iseniz. Sorumlu yerde bulunan kimselerin daha geç olmadan, yani maliyeti katlamadan bu adımları atması gerekir. Maliyet nasıl mı katlanır; geçen her saniyede... İzale edilmeyen ruhsal kırgınlık süre uzadıkça katranlaşır-katmerleşir zira… Gönül yarası böyle bir şeydir işte... Kılıç yarasına da benzemez… Derin ve onulmaz yaralar-çizikler bırakır insan ruhunda… Tedavisi de bir o kadar güçtür. Bölünen ekmek gibidir adeta... Zira bölünen ekmeği yeniden yapıştıramazsınız.
Sorumluluk sahibi olmak kılı kırk yarmayı gerektirir. Eğer size tevdi edilmiş bir yetki varsa bu yetkinin gereğince kullanılmaması, takdir yetkisinin ‘hak’ merkezli değil de ‘ilişki’ merkezli kullanılması zorbalıktır. Siz ikili ilişkilerinizde ne kadar nazik olursanız olun bunun bir önemi yoktur. Bu ilişkiniz ‘Gönül’e değil de menfaate dayalı olduğu sürece görüntünün ötesine geçilemez.
İkili ilişkilerinde pek nazik olan ve dünyaya medeniyet (!) ihraç eden batılıların, konu çıkar olunca ne kadar da hukuk tanımaz olduğunu bilirsiniz. İnsanlığın soyunu kurutmakta bile hiçbir beis görmemişlerdir. Bunun için silah da satarlar savaş da çıkarırlar. Sömürgeciliği de, ırkçılığı da, insanlığı binlerce kez yok edecek kitle imha silahlarını da onlar üretti. Kızılderilileri, Aborjinleri müzelik yapan da onlar, Afrikalıları köleleştirenler de…
Hak sözü söylemek hiçbir şekilde nezaketsizlik de değildir. Bundan muhatabınızın rahatsız olmasının bir önemi de yoktur. Zira nezaket karşı tarafın istediği söz ya da davranış değildir. Konjonktürel ihtiyaca göre pozisyon alanın; artık kaybedeceği bir şey kalmadığında, yani gözden düştüğünde attığı geri adımın bir kıymeti harbiyesi yoktur. Allah bile ölüm anında tövbeleri kabul etmiyor zira...
Sürekli savunduğum şey, muteber olan davranışın olay yaşanırken verdiğiniz tepki olduğudur. Süre uzadıkça maliyet de artar ve sürenin sonunda her ne yapsanız değersizleşir çünkü... Eğer hadise yaşanırken safınız doğru yerde ise elbette bunun size mahrumiyet şeklinde bir maliyeti olacaktır. Eğer süreç sabırla takip edilebilirse, bir başka deyişle kazanç-kayıp hesabı doğru tanımlanabilirse, hadiseyi anlayan bakımından mevzu bahis maliyetin gerçekte büyük bir kazanç olduğunu görmek de güç olmayacaktır. Yani gerçekte kaybeden siz değil konjonktür olacaktır.