Sanat bedenle ruhun birleşmesinin tezahürüdür. Bu yüzden her türlüsü de kıymetlidir. Söz gelimi orkestra şefi orkestrayı yönetirken adeta kendisinden geçer. Senfonide yer alan birbirinden çok farklı müzik aletlerinin uyumlu ve senkron olması onun elindeki çubuğu (adı 'baton'muş) kullanımdaki maharetine bağlıdır. Ve gerçekten de sonuçta ortaya çıkan bir 'sanat'tır. Değerlidir yani... Aynı husus bir piyanist ya da opera bale için de geçerlidir.
Ortaya çıkan sanatın değerli olmasının nedeni gerçekte sanatçının beden ile ruh ikilisindeki bütünleşmeden dolayıdır. Bir başka deyişle sanatçının, müziği bağlamında içi ve dışı aynıdır. Sanatına koyduğu şey de daha çok ruhudur. Bu yüzden de gerçek sanatçılar dış görünüşlerine önem vermezler. Gerçek olmayalar da ya dış görünüşleriyle öne çıkmayı önemserler ya da dış görünüşlerini önemsemiyor gözükmeleri bir öykünmenin ötesine geçmez.
Bir konser için de benzer şeyler söyleyebiliriz. Çok ünlü grupların açık hava konserlerine duruma göre onbinler, yüzbinler iştirak eder. Ve müziğin ritmi alır götürür onları... Yani sadece müzisyenler değil izleyiciler de kendisinden geçmiş bir şekilde rakseder. Bu sıradaki dağılmışlık da hiç önemsenmez. Bu durum aslında beden-ruh bütünleşmesi yanında ruh açlığının-susuzluğunun doğal bir geri bildirimidir.
Şimdi gelelim sadede... İslam insana beden-ruh bütünlüğü yanında, ruhu besleyen şeyleri öne çıkartmayı salık verir. Emanet olan bedeni korumak önemsiz değildir elbette… Ama insanı bedene indirgemeyi, insanın kendisini sadece bedenle sınırlı ifade etmesini öğütlemez. Beden-ruh ikilisinin uyumu sadâkat kavramının gölgesi altında anlam bulur. Sadâkat… Yani için ve dışın aynı olması… Bedenle ruhun bütünleşmesi…
Bir başka açıdan da bakılırsa; teslimiyet, tevekkül, basiret, ferâset, bereket gibi elle tutulur, gözle görülür olmayan insana dair olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Zira insana dair olan ihtiyaç da çok daha önemli yanıyla ruhun tatminidir. Allah Kur'an bunun kendisini zikirle mümkün olduğunu bildirir. Bugün sanat olarak ifade edilen, kendisine milyonların değer atfettiği yüksek seviyeyi Allah kendi dininde dercetmiştir. Aradaki fark birincisinin zahiri, dolayısıyla basit hali, bir diğerinin batıni ve hakiki olmasıdır. Hiç öyle olmasa Allah kerim kitabında kalplerin ancak Allah’ı zikretmekle mutmain olacağını bize müjdeler mi...
İnsanın ihtiyacı yeme-içme, barınma gibi fizyolojik ihtiyaçlarla sınırlı değildir. Ancak dünyaya yön veren kültür bu ihtiyaçların giderilmesine odaklanmıştır. Oysa psikolojik, sosyal ve ahlaki bakımdan da insanın giderilmesi gereken ihtiyaçları vardır. Tatmin duygusunun somuta indirgenmesi insanı hatta devletleri zaman içerisinde canavara dönüştürmektedir. ‘İnsan insanın kurdudur’ ya da ‘güçlünün ayakta kalacağı’ felsefesi de bununla ilgilidir zaten… Oysa insan insanın, komşu komşunun, müslüman müslümanın kurdu değil yurdu olmalıdır. Güçlü olanın ayakta kalacağı da insan için değil, hayvan için doğrudur.
Sevgi, paylaşım, güven, sadakat gibi hisler ise insana dairdir. Bir gruba aidiyet hissi ve birlikte yaşama gibi sosyal veya adalet gibi kamusal şeyler de bütün insanların ortak ihtiyaçları arasındadır. Gerçekten de bu tür ihtiyaçları insanı somuta indirgeyen, insanı zahirle tanımlayan toplumlarda bu ihtiyaca gerçek anlamda cevap verilememektedir. İşte yukarıda ifade ettiğimiz ‘müzikte yok oluş’ bu yüzdendir.
Allah müslüman olsun ya da olmasın, benzer ihtiyaçlarla yaratmıştır. Ancak hakikisine (huzur-saadet) talip olmayan insan sahtesiyle (madde ve paraya dayalı olan mutlulukla) kendisini sınırlandırmaktadır. Öyle ya; hiç tatmamış birisine hakikisini nasıl anlatacaksınız.
Hayata buradan bakış değerler dizisini nötrleştirmektedir. Bu yüzden de kişinin değerler dizisiyle kesişmesi de hiçbir şekilde söz konusu olamamaktadır. Vesselam...