Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

HALİNDEN MEMNUN OLAN KÖLELER - 4

Cumhuriyet yönetimi seçimi esas aldığından, ilgili ülke vatandaşlarından herhangi birisinin ülkeyi yönetme görevine talip olup seçilmesi (teorik olarak) mümkündür. Doğrusu ülkemizde bunun ilgi çekici örnekleri de yok değildir; Süleyman Demirel, Recep Tayyip Erdoğan gibi… Birisi keçi çobanı, diğeri simitçi… Her ikisi de cumhurbaşkanı olmuştur malumunuz…   Adı “cumhuriyet” olduğu halde demokratik esasların etkin olarak işletilmediği ya da tamamen göstermelik olarak işletildiği ülkeler de vardır. Bu ülkelerin bazılarında yönetimler adeta tek adam yönetimi şeklindedir ve halkın gerçek iradesinin yansımasına hiçbir zaman izin verilmemektedir. Örneğin Mısır bir cumhuriyet olduğu için geçmişten bu tarafa seçim yapılır ama halkın iradesi hiçbir zaman itibar görmez. Nitekim bu yöntemle ‘seçilen’ Hüsnü Mübarek’in halk ayaklanmasıyla devrilmesinden sonra nisbi olarak yapılan serbest bir seçimle iktidara gelen Mursi’ye karşı bir yıl kadar sonra darbe yapılmış, darbe lideri de yukarıda mevzubahis ettiğimiz göstermelik bir seçimle cumhurbaşkanlığı makamına oturmuştur.   Cumhuriyet böyledir de oligarşi nasıldır… Bu yönetim tarzı esasen; iktidarı belli bir aileye, zümreye, kabileye ya da mezhep mensuplarına bırakmaktadır. Bunun günümüzde saf haliyle pek de örneği yoktur. Ancak Suudi Arabistan’da Vehhabilerin, Suriye’de Nusayrilerin, geçmişte Irakta Saddam Hüseyin zamanında Sünni iktidarlarını bu kapsama alabiliriz. Doğu Bloku yıkılmadan önceki sosyalist yönetimleri ve günümüzde Kuzey Kore ve Küba’yı da bu kapsamda değerlendirilebiliriz. Ancak bir de yönetimin oluşturulan çeşitli kanun, kurum ve düzenlemelerle sadece ‘belli bir anlayışı’ temsil edenlere bırakıldığı ‘cumhuriyetler’ vardır. Burada parti kurmak ve siyaset yapmak mümkündür, ama sizin hiçbir şekilde iktidarı elde edecek güce ulaşmanıza izin verilmez. Yargı, ordu, medya gibi araçlarla itibarınız yerle bir edilir. Refahyol hükümetini düşünsenize… Bir yıl bile tahammül edemedi 28 Şubatın darbeci oligarkları… Demek istediğimiz budur.   Hiç şüphesiz Türkiye bakımından anayasal olarak oligarşi söz konusu değildir. Zira 1982 Anayasası’nda devletin şeklinin cumhuriyet olduğu ve nitelikleri arasında halkın görüşünü esas alan demokratik, insan haklarına saygılı devlet, hukuk devleti gibi ilkeler de yer almaktadır. Açık bir şekilde ‘egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz’ (M. 6) hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla hukuken bir oligarşiden bahsedilemez. Oligarşik düzen hukuki olmaktan ziyade fiili bir durumdur zaten...   1950’ye kadar Türkiye’de tek parti yönetimi olduğu tarihi bir gerçektir elbette... Sonuçta ülkede bir devrim yapılmıştır ve devrimi yapanlar bu devrimlerin yerleştirilmesini önceliklemektedir. Niteliği gereği de devrimler böyledir. Yukarıdan aşağıyadır yani, aşağıdan yukarıya değil… Bu; Sovyet devriminde de böyle olmuştur, İran devriminde de... Çin için de aynı şey geçerlidir. Türkiye’de ‘İnkılap Tarihi’ adı altında bu devrimler lise ve üniversitelerde halen anlatılmaktadır malumunuz... Amacım bunun iyi ya da kötü olduğunu söylemek değil; fotoğrafı netleştirmek…   1950 sonrası, malumunuz üzere, seçimi halka çok daha yakın bir parti olan Demokrat Parti kazanmış, 10 yıl kadar da iktidarda kalmıştır. Bu arada tertiplenen çeşitli darbe girişimleri önlenmiş ama en sonunda o meş’um darbe başarılmış ve milletin derin vicdanında o gün açılan yara halen tam olarak kapanmamıştır. Bir başka deyişle halkın iktidarına daha fazla tahammül edilememiştir. Oligarşik düzenin temsilcileri; ‘yeter söz milletindir’e karşı, silah gücüyle son vermiştir.   Bu durumda yönetimin adının ‘cumhuriyet’ yani halka dayalı bir yönetim biçimi olmasının hangi önemi vardır ve darbeyi yapanlar bu darbeyi kim adına yapmışlardır. NATO adına yapılan ve (1980 darbesinde) ‘bizim çocuklar başardı’ övgüsüne mazhar olanların hangi cumhuriyet adına arkasında olacağız. Bunlara karşı durmak, bunları eleştirmek ‘cumhuriyet düşmanlığı’ değil, cumhura sahip çıkmaktır, sorumlu vatandaş refleksidir ama pek doğal olarak statükodan beslenen oligarkların bunu anlama ya da anlayabilse bile bundan yana olmak gibi bir durumları söz konusu değildir.   Eli sopalı olanlar doğal olarak her eleştiriyi, her tesbiti kendilerine tehdit olarak göreceklerdir. Zira oturdukları koltuğun kendilerine ait olmadığının onlar da farkında…   Eğer bu fotoğrafı göremiyorsanız birkaç ihtimal vardır; -ya siz de oligarşiden besleniyorsunuz, -ya aklınız bunu anlayamayacak kadar kıt aklınız var, -ya halkı cahil gördüğünüzden aşağılıyorsunuz, -ya saplantılı ideolojiniz sizi kör etmiş, -veya da oturduğunuz koltuğu terk etmemekte ısrarlıysanız (afedersiniz) altınıza pislemişsinizdir. (bu bildiğim kadarıyla Hint atasözü)… Yani haksız ve hukuksuz olduğunuz halde millete yine milletin elinize verdiği sopayı gösteriyorsunuz demektir.   Belki çoğaltılabilir bu alternatifler ama sizin durduğunuz yanlış yeri değiştirmez… Bu durumda adı cumhuriyet yani cumhurun iradesine dayalı yönetim olan bu anlayış oligarşi değil de nedir… Eğer ‘iktidar’ olduğunuz ülkede, taktik, kritik ya da stratejik karar alamıyorsanız, siz sadece uzaktan kumandayla yönetilen bir müstemleke valisisiniz demektir. Buna karşı çıkmak da her sorumlu vatandaşın görevidir. Aksi halde statükodan beslenen mandacı zihniyetli bir bekçisi ve tetikçisisiniz demektir. (devam edecek)
Ekleme Tarihi: 11 Aralık 2017 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

HALİNDEN MEMNUN OLAN KÖLELER - 4

Cumhuriyet yönetimi seçimi esas aldığından, ilgili ülke vatandaşlarından herhangi birisinin ülkeyi yönetme görevine talip olup seçilmesi (teorik olarak) mümkündür. Doğrusu ülkemizde bunun ilgi çekici örnekleri de yok değildir; Süleyman Demirel, Recep Tayyip Erdoğan gibi… Birisi keçi çobanı, diğeri simitçi… Her ikisi de cumhurbaşkanı olmuştur malumunuz…

 

Adı “cumhuriyet” olduğu halde demokratik esasların etkin olarak işletilmediği ya da tamamen göstermelik olarak işletildiği ülkeler de vardır. Bu ülkelerin bazılarında yönetimler adeta tek adam yönetimi şeklindedir ve halkın gerçek iradesinin yansımasına hiçbir zaman izin verilmemektedir. Örneğin Mısır bir cumhuriyet olduğu için geçmişten bu tarafa seçim yapılır ama halkın iradesi hiçbir zaman itibar görmez. Nitekim bu yöntemle ‘seçilen’ Hüsnü Mübarek’in halk ayaklanmasıyla devrilmesinden sonra nisbi olarak yapılan serbest bir seçimle iktidara gelen Mursi’ye karşı bir yıl kadar sonra darbe yapılmış, darbe lideri de yukarıda mevzubahis ettiğimiz göstermelik bir seçimle cumhurbaşkanlığı makamına oturmuştur.

 

Cumhuriyet böyledir de oligarşi nasıldır… Bu yönetim tarzı esasen; iktidarı belli bir aileye, zümreye, kabileye ya da mezhep mensuplarına bırakmaktadır. Bunun günümüzde saf haliyle pek de örneği yoktur. Ancak Suudi Arabistan’da Vehhabilerin, Suriye’de Nusayrilerin, geçmişte Irakta Saddam Hüseyin zamanında Sünni iktidarlarını bu kapsama alabiliriz. Doğu Bloku yıkılmadan önceki sosyalist yönetimleri ve günümüzde Kuzey Kore ve Küba’yı da bu kapsamda değerlendirilebiliriz. Ancak bir de yönetimin oluşturulan çeşitli kanun, kurum ve düzenlemelerle sadece ‘belli bir anlayışı’ temsil edenlere bırakıldığı ‘cumhuriyetler’ vardır. Burada parti kurmak ve siyaset yapmak mümkündür, ama sizin hiçbir şekilde iktidarı elde edecek güce ulaşmanıza izin verilmez. Yargı, ordu, medya gibi araçlarla itibarınız yerle bir edilir. Refahyol hükümetini düşünsenize… Bir yıl bile tahammül edemedi 28 Şubatın darbeci oligarkları… Demek istediğimiz budur.

 

Hiç şüphesiz Türkiye bakımından anayasal olarak oligarşi söz konusu değildir. Zira 1982 Anayasası’nda devletin şeklinin cumhuriyet olduğu ve nitelikleri arasında halkın görüşünü esas alan demokratik, insan haklarına saygılı devlet, hukuk devleti gibi ilkeler de yer almaktadır. Açık bir şekilde ‘egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz’ (M. 6) hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla hukuken bir oligarşiden bahsedilemez. Oligarşik düzen hukuki olmaktan ziyade fiili bir durumdur zaten...

 

1950’ye kadar Türkiye’de tek parti yönetimi olduğu tarihi bir gerçektir elbette... Sonuçta ülkede bir devrim yapılmıştır ve devrimi yapanlar bu devrimlerin yerleştirilmesini önceliklemektedir. Niteliği gereği de devrimler böyledir. Yukarıdan aşağıyadır yani, aşağıdan yukarıya değil… Bu; Sovyet devriminde de böyle olmuştur, İran devriminde de... Çin için de aynı şey geçerlidir. Türkiye’de ‘İnkılap Tarihi’ adı altında bu devrimler lise ve üniversitelerde halen anlatılmaktadır malumunuz... Amacım bunun iyi ya da kötü olduğunu söylemek değil; fotoğrafı netleştirmek…

 

1950 sonrası, malumunuz üzere, seçimi halka çok daha yakın bir parti olan Demokrat Parti kazanmış, 10 yıl kadar da iktidarda kalmıştır. Bu arada tertiplenen çeşitli darbe girişimleri önlenmiş ama en sonunda o meş’um darbe başarılmış ve milletin derin vicdanında o gün açılan yara halen tam olarak kapanmamıştır. Bir başka deyişle halkın iktidarına daha fazla tahammül edilememiştir. Oligarşik düzenin temsilcileri; ‘yeter söz milletindir’e karşı, silah gücüyle son vermiştir.

 

Bu durumda yönetimin adının ‘cumhuriyet’ yani halka dayalı bir yönetim biçimi olmasının hangi önemi vardır ve darbeyi yapanlar bu darbeyi kim adına yapmışlardır. NATO adına yapılan ve (1980 darbesinde) ‘bizim çocuklar başardı’ övgüsüne mazhar olanların hangi cumhuriyet adına arkasında olacağız. Bunlara karşı durmak, bunları eleştirmek ‘cumhuriyet düşmanlığı’ değil, cumhura sahip çıkmaktır, sorumlu vatandaş refleksidir ama pek doğal olarak statükodan beslenen oligarkların bunu anlama ya da anlayabilse bile bundan yana olmak gibi bir durumları söz konusu değildir.

 

Eli sopalı olanlar doğal olarak her eleştiriyi, her tesbiti kendilerine tehdit olarak göreceklerdir. Zira oturdukları koltuğun kendilerine ait olmadığının onlar da farkında…

 

Eğer bu fotoğrafı göremiyorsanız birkaç ihtimal vardır;

-ya siz de oligarşiden besleniyorsunuz,

-ya aklınız bunu anlayamayacak kadar kıt aklınız var,

-ya halkı cahil gördüğünüzden aşağılıyorsunuz,

-ya saplantılı ideolojiniz sizi kör etmiş,

-veya da oturduğunuz koltuğu terk etmemekte ısrarlıysanız (afedersiniz) altınıza pislemişsinizdir. (bu bildiğim kadarıyla Hint atasözü)… Yani haksız ve hukuksuz olduğunuz halde millete yine milletin elinize verdiği sopayı gösteriyorsunuz demektir.

 

Belki çoğaltılabilir bu alternatifler ama sizin durduğunuz yanlış yeri değiştirmez… Bu durumda adı cumhuriyet yani cumhurun iradesine dayalı yönetim olan bu anlayış oligarşi değil de nedir… Eğer ‘iktidar’ olduğunuz ülkede, taktik, kritik ya da stratejik karar alamıyorsanız, siz sadece uzaktan kumandayla yönetilen bir müstemleke valisisiniz demektir. Buna karşı çıkmak da her sorumlu vatandaşın görevidir. Aksi halde statükodan beslenen mandacı zihniyetli bir bekçisi ve tetikçisisiniz demektir. (devam edecek)

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.