Bürokrasi ve politikada bir şekilde söz sahibi olanların en büyük zaafı; kendileri gibi düşünmeyen ama vatan-millet-ümmet deyince kalbi gürp gürp eden kimseleri görmezlikten gelmeleridir. Bu görmezlikten gelme; sizin, onun ve elbette Allah'ın bilgisi dâhilindedir. Her iki taraf da sessizdir. Ama birincisinin sessizliği asaletten, bir diğerininki iblis kardeşliğindendir. Belki onlar da heyecan duyuyorlardır. Ama heyecanın sebebi öylesine önemli ki… Zira birisi meleki, bir diğeri şeytani… Ya da birisinin menzili, elbette Allah bilir, cennet, bir diğeri bildiğiniz gibi…
Siyaset ve bürokrasideki kimi rantçıların durumu, çöken inşaatın kolon demirlerini çalan hırsızlar gibidir. Hırsız için binanın yıkılmasının ve altında kimin kalacağının ne önemi olabilir... Rantçılar için de ülkenin misyonunun… Oysa oturduğu koltuk ona öylesine sorumluluk yüklüyor ki; ateşten gömlek giyse belki daha iyi olacak… Ve bütün bunların farkında olmamak bir yana, kendisine emanet edilen alanı kişisel çıkar için kullanıyor ve sürekli kutsalları öne sürerek durumu kamufle etme derdinde… Siyaset ve bürokraside size emanet edilen şeyin istismarı ihanettir. Gelin görün ki; kırılan kolun sürekli yen içerisinde bırakılması yakında kangrene çevirecek ve bu gidişle bütün vücuda yayılacak.
Hakkında türlü şaibenin dolaştığı kimse itibar görüyor ve sorumlu tayin ediliyorsa; bu orada bir şeylerin yanlış gittiğine de emaredir. Sizi aralarında görmek istemiyor olmaları da aralarındaki ranta çomak sokacağınız düşüncesidir. Buna da üzülmek gerekmez elbette… Rüşvetin sıradanlaştığı bir yerde istenmezsiniz elbette… Zira endişe, çomak sokacağınızla ilgilidir.
Bir düşünürümüzün çok isabetli tesbitiyle soru şudur; 'kurumları ele geçirirsek ıslah edeceğimizi zannederken, insanı ıskalamışız...' Şimdilerde 'sorumlu makam'ı işgal edenlerin kahir ekseriyeti böyle... Bu makamları onlara emanet etmeden önce 'insan'ı öğretmeliydik oysa... Zira, insanı tanımayana kurumun teslimi kediye ciğerin, kurda kuzunun emaneti gibidir.
Etrafta olup bitenlere vücut kimyası ve ruh dünyasını etkileyecek şekilde sürekli tavır göstermemiz gerekir. Kimi zaman sözle, kimi zaman eylemle, kimi zaman da bir duruş göstererek… Bir beklenti ya da kişisel çıkar merkezli olmadan doğru bulmadığı şeylerin karşısında durmak, böyle olduğu için de kimseye yaranamamak (böyle bir derdi olmamak), bedel ödemek, mahrumiyet yaşamak, yine de millet-memleket-ümmet için heyecan duymak, gözleri yaşarmak, iktidar ve güç sahiplerinden özellikle uzak durmak, hiç bir dostluğu ya da karşı duruşunu menfaat üzerine bina etmemek, vicdanının-ruhunun sesine kulak vermek, onun onaylamadığı hiç bir adımı atmamak... ne kadar güç değil mi; bu ve benzerleri… Bütün bunları da muhalefet olsun diye yapmamaktır er kişilik... Eğer; 'muhalefet'in karşıtını iktidar olarak görürseniz kördüğümden kurtulamazsınız. Yani hayata bakışı politik pencere ile sınırlandırmak, takıntılı olmamak gerek... Politik pencereden bakıldığı sürece (iktidar ya da muhalefet farketmez) böyle bir yaklaşımı çözümlemek de mümkün olmaz. Ancak konu ümmet-millet-memleket olunca iktidarın da muhalefettin de yanında yer almalısınız...
Fotoğrafa mikro bakarsanız kendi iddianıza bir delil bulup kendinizi ve büyük fotoğrafı göremeyenleri ikna edebilirsiniz. Hadiselere misyon merkezli yaklaşmalısınız. Karşı çıktığınızda da desteklediğinizde de... Sözün gelimi iktidarın da bir şekilde içerisinde bulunduğu ve aile kurumunun altını oyan politikalarının hiç bir zaman yanında yer almamalısınız. Hatta şiddetle karşı durmalısınız. Ya da etrafı rantçıların sarmasını, popülizm için buna sessiz kalınmasını hiç bir zaman tasvip etmemelisiniz.
Bir de ferasetli olmak gerek elbette… Feraset bütün bu ve benzeri detaylar misyonu baltalamaya yöneldiğinde kendisini gösterir. Yani mesela 17-25 Aralık... Yolsuzluk var mıydı yok muydu bilemem... Ama bildiğim şey yapılanın bir yolsuzluk operasyonu olmadığı idi... Bu milletin tarihi misyonuna dönük ihanet girişiminin kamuflajı idi yolsuzluk iddiası... Yanında durmamız gerekmezdi doğal olarak... Yani bu anlamda muhalif olmak iyidir. Kötü olan muhalefetin müzmin olanıdır.
İnsan kalitemiz ne kadar düşük. Sürekli güçlünün yanında yer alma eğiliminde... Toplum olarak her nedense güçlüden yana tavır almak gibi bir zaafımız var. Hayır demesini bir türlü beceremiyoruz. Kral çıplak ifadesini hiç kullanamıyoruz. Kendilerini eleştiremediğimiz kimseler de vehime kapılıp kendilerini "vazgeçilmez" zannediyor. Oysa yerin altı kendilerini vazgeçilmez zannedenlerle dolu... Siyaset dünyasında yoğunlukla gördüğümüz bu ilişki biçimi sosyal hayatında mücadele edilmesi gereken bir realitesi maalesef...