Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

ÖLÜM - ORUÇ

Belki de bütün insanların üzerinde ittifak ettiği tek gerçek ölümdür. Bir başka deyişle; dinlisi-dinsizi, Müslümanı - kâfiri hepsi bu konuda hemfikir... Herkesin kabul ettiği bu gerçekten en azından Müslümanların korkmaması gerekir. Müslüman için korkulması gereken şey; ölüm sonrası hazırlığın eksikliği olmalı... Bizim sürekli endişe ettiğimiz ölümü Mevlana bizim göremediğimiz ve görmeye talip olmadığımız neyi görmüş olmalı ki "düğün gecesi" olarak nitelendirmiştir. Mevlana da bizim gibi bir insan olduğuna göre bir eksikliğimiz olsa gerek değil mi... Şair ne güzel söylemiş; hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber diye... Peki, ölüm niçin bizim için korkunç o halde... O (sav) da öldüğüne göre hayat rehberimizin neyi eksik üzerimizde...   Bir şehirden bir başka şehre yolculuk yaparken, bütün hesaplarımızı "dinlenme tesisi" üzerine mi yaparız… Dünya insan için bir yolculuktaki dinlenme tesisi hükmünde değil midir? Zira zamanını tasavvur edemediğimiz elest bezminde ruhlar yaratıldıktan ve arkasından nisbi olarak çok kısa bir süre dünyada kaldıktan sonra "ölümü tadarak" boyut değiştirip ebedi ve başka bir hayata başlayacağımıza göre, nedir bu dünyaya verdiğimiz önem...   Ölüm gerçeğini ensesinde hissedenler bakımından gam keder olmaz. Ensemizde hmemek için de bir neden yok… Zira alınan ve verilen her bir nefes bize verilmiş yeni bir fırsattır ve bu fırsatın hangi nefeste biteceğine dair hiçbir bilgimiz yok... Her an uçurumdan yuvarlanıp (ölüm) parça parça olma ihtimali olan birisinin elini-kolunu sallayarak (ölümü hesaba katmadan) gülerek eğlenerek kaygısız bir şekilde yürümesinin gaflet ve cehalet dışında açıklanabilir bir tarafı yoktur. Her amel üzere ölebiliriz. O halde hangi amel üzere olursak olalım, o an ölümün geleceğini hesap etmek zorundayız.   Eğer Allah rızasını merkeze alırsak, dünya işi-ahiret işi ayırımı da yapmayız. Her iş Allah rızası için yapılabilir ve 'ahiret işi' olabilir pekâlâ... Dünya işi-ahiret işi ayırımı kişisel sekülerleşmenin bir yansımasıdır. Allah rızasını merkeze aldığımızda bizim için gam-keder-stres olmaz. Çünkü ölüm, Allah rızasını merkeze alanlar için ‘En Sevgiliye’ kavuşmaktır. Bir başka deyişle sevgilisinden uzak yaşayan için dünya bir sürgün yeridir. Kim bilir belki de şair gibi ‘uzatma benim dünya sürgünümü’ diyebilmek gerekir.   Ölüm elbette bir son değil, hatta başlangıçtır. K. Kerim ölümden değil ölümü tatmaktan, ölüm sonrası hayattan bahseder. Ölmek aslında uyanmaktır, yeni ve gerçek hayata... Efendimiz buyurmuyor mu; ‘insanlar uykuda, ölünce uyanacak’ diye… Etrafta farklı boyutlarda tezahür eden ve ‘uyuma taklidi’ yaptığımız için göremediğimiz şeylerin farkına varmaktır ölüm… Zira çıplak gözle görebildiğimiz şey; maddenin sadece birinci ve en basit boyutudur. Kalbi ve beyni de görebilmeye talip olmamız gerekir. Nitekim; beş duyu ile açıklayamayacağımız basiret ve feraset böyle değil midir?.. Bilimsel izahı da yoktur. Belki de bu yüzden bazıları ölüyor; diğer bazıları hakka-hakikate yürüyor.   Nefeslerimiz sınırlı ve sınırlı olan bu nefeslerimizi taatle geçirmekten başka seçeneğimiz de yok… Elbette, Allah’ın bize çizdiği ölçüler-sınırlar içerisinde… Birçoğu bakımından hayatı kısıtladığı gibi düşünülen bu ölçüler, aslında hayatı disipline ediyor. Hali hazırda Ramazan ayındayız ve yememiz-içmemiz kısıtlı olması da böyle değil mi?   Her nedense bugünün Müslümanlarının ezici bir çoğunluğu referans kaynaklardaki hakikatleri idrak etme konusunda hayli sıkıntılı… Bir başka deyişle referans kaynaklara kör ve sağırken, yaşadığı kompleksin bir yansıması olarak tabulaştırdığı uzman görüşüne öncelik veriyor. Oysa nakil yanılmaz ama akıl yanılır. Neyse ki; artık açlık-sağlık ilişkisi bilimsel olarak da kabul görüyor. Nitekim en itibarlı ödül olan Nobel ödülü sağlık alanında bu yıl Japon bilim adamına verildi. (http://www.yaslanmasanati.com/2016/10/az-yemek-uzun-omur.html) Konu; açlık - sağlık ilişkisi…   Ama gelin görün ki; bu sefer de oruç ibadet olmaktan çıkma tehlikesiyle karşı karşıya… Zira sadece Allah rızası gözetilerek yapılması gereken ibadetin içerisine bir başka amaç girmiştir. Habil ile Kabil arasındaki hadise de böyle değil mi… Habil’in Allah rızası için yaptıklarını Kabil de yapıyor ama kabul görmüyor. Sebebi aynı: birisinde Allah rızası var, diğerinde göze girme çabası ya da kıskançlık… O halde sayılı olan ve ne zaman biteceğini de bilemediğimiz nefeslerimizi O’nun (cc) rızası dışında değerlendirmek gibi bir seçeneğimiz yok…
Ekleme Tarihi: 05 Haziran 2017 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

ÖLÜM - ORUÇ

Belki de bütün insanların üzerinde ittifak ettiği tek gerçek ölümdür. Bir başka deyişle; dinlisi-dinsizi, Müslümanı - kâfiri hepsi bu konuda hemfikir... Herkesin kabul ettiği bu gerçekten en azından Müslümanların korkmaması gerekir. Müslüman için korkulması gereken şey; ölüm sonrası hazırlığın eksikliği olmalı... Bizim sürekli endişe ettiğimiz ölümü Mevlana bizim göremediğimiz ve görmeye talip olmadığımız neyi görmüş olmalı ki "düğün gecesi" olarak nitelendirmiştir. Mevlana da bizim gibi bir insan olduğuna göre bir eksikliğimiz olsa gerek değil mi... Şair ne güzel söylemiş; hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber diye... Peki, ölüm niçin bizim için korkunç o halde... O (sav) da öldüğüne göre hayat rehberimizin neyi eksik üzerimizde...

 

Bir şehirden bir başka şehre yolculuk yaparken, bütün hesaplarımızı "dinlenme tesisi" üzerine mi yaparız… Dünya insan için bir yolculuktaki dinlenme tesisi hükmünde değil midir? Zira zamanını tasavvur edemediğimiz elest bezminde ruhlar yaratıldıktan ve arkasından nisbi olarak çok kısa bir süre dünyada kaldıktan sonra "ölümü tadarak" boyut değiştirip ebedi ve başka bir hayata başlayacağımıza göre, nedir bu dünyaya verdiğimiz önem...

 

Ölüm gerçeğini ensesinde hissedenler bakımından gam keder olmaz. Ensemizde hmemek için de bir neden yok… Zira alınan ve verilen her bir nefes bize verilmiş yeni bir fırsattır ve bu fırsatın hangi nefeste biteceğine dair hiçbir bilgimiz yok... Her an uçurumdan yuvarlanıp (ölüm) parça parça olma ihtimali olan birisinin elini-kolunu sallayarak (ölümü hesaba katmadan) gülerek eğlenerek kaygısız bir şekilde yürümesinin gaflet ve cehalet dışında açıklanabilir bir tarafı yoktur. Her amel üzere ölebiliriz. O halde hangi amel üzere olursak olalım, o an ölümün geleceğini hesap etmek zorundayız.

 

Eğer Allah rızasını merkeze alırsak, dünya işi-ahiret işi ayırımı da yapmayız. Her iş Allah rızası için yapılabilir ve 'ahiret işi' olabilir pekâlâ... Dünya işi-ahiret işi ayırımı kişisel sekülerleşmenin bir yansımasıdır. Allah rızasını merkeze aldığımızda bizim için gam-keder-stres olmaz. Çünkü ölüm, Allah rızasını merkeze alanlar için ‘En Sevgiliye’ kavuşmaktır. Bir başka deyişle sevgilisinden uzak yaşayan için dünya bir sürgün yeridir. Kim bilir belki de şair gibi ‘uzatma benim dünya sürgünümü’ diyebilmek gerekir.

 

Ölüm elbette bir son değil, hatta başlangıçtır. K. Kerim ölümden değil ölümü tatmaktan, ölüm sonrası hayattan bahseder. Ölmek aslında uyanmaktır, yeni ve gerçek hayata... Efendimiz buyurmuyor mu; ‘insanlar uykuda, ölünce uyanacak’ diye… Etrafta farklı boyutlarda tezahür eden ve ‘uyuma taklidi’ yaptığımız için göremediğimiz şeylerin farkına varmaktır ölüm… Zira çıplak gözle görebildiğimiz şey; maddenin sadece birinci ve en basit boyutudur. Kalbi ve beyni de görebilmeye talip olmamız gerekir. Nitekim; beş duyu ile açıklayamayacağımız basiret ve feraset böyle değil midir?.. Bilimsel izahı da yoktur. Belki de bu yüzden bazıları ölüyor; diğer bazıları hakka-hakikate yürüyor.

 

Nefeslerimiz sınırlı ve sınırlı olan bu nefeslerimizi taatle geçirmekten başka seçeneğimiz de yok… Elbette, Allah’ın bize çizdiği ölçüler-sınırlar içerisinde… Birçoğu bakımından hayatı kısıtladığı gibi düşünülen bu ölçüler, aslında hayatı disipline ediyor. Hali hazırda Ramazan ayındayız ve yememiz-içmemiz kısıtlı olması da böyle değil mi?

 

Her nedense bugünün Müslümanlarının ezici bir çoğunluğu referans kaynaklardaki hakikatleri idrak etme konusunda hayli sıkıntılı… Bir başka deyişle referans kaynaklara kör ve sağırken, yaşadığı kompleksin bir yansıması olarak tabulaştırdığı uzman görüşüne öncelik veriyor. Oysa nakil yanılmaz ama akıl yanılır. Neyse ki; artık açlık-sağlık ilişkisi bilimsel olarak da kabul görüyor. Nitekim en itibarlı ödül olan Nobel ödülü sağlık alanında bu yıl Japon bilim adamına verildi. (http://www.yaslanmasanati.com/2016/10/az-yemek-uzun-omur.html) Konu; açlık - sağlık ilişkisi…

 

Ama gelin görün ki; bu sefer de oruç ibadet olmaktan çıkma tehlikesiyle karşı karşıya… Zira sadece Allah rızası gözetilerek yapılması gereken ibadetin içerisine bir başka amaç girmiştir. Habil ile Kabil arasındaki hadise de böyle değil mi… Habil’in Allah rızası için yaptıklarını Kabil de yapıyor ama kabul görmüyor. Sebebi aynı: birisinde Allah rızası var, diğerinde göze girme çabası ya da kıskançlık… O halde sayılı olan ve ne zaman biteceğini de bilemediğimiz nefeslerimizi O’nun (cc) rızası dışında değerlendirmek gibi bir seçeneğimiz yok…

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.