Şüphesiz özgürlük insana dairdir. Ancak aynı zamanda yanlış yorumlanan en önemli kavramlardan birisidir. Nüans gibi gözükse de iki yönü vardır kavramın... Bedenin özgürlüğü ve ruhun özgürlüğü... Bu anlamda örneğin hapiste olan birisi gayet özgür olabilir. Ya da kişi her türlü imkâna sahip olsa bile ruhu prangalı ise dünyalara sığmaz. Elbette bedenin özgürlüğü önemsiz değildir. Ama acaba bugün anladığımız gibi mi, üzerinde düşünmek gerekir.
Şimdi darbe geçesi sokakta olanların ekseriyetinin neden varoşlardan geldiğini ve neden tereddütsüz tankın önüne yattığını zannediyorsunuz. Asgari ücretlinin kaybedeceği neyi olabilir ki... Kaybedeceği en önemli şey, özgürlüğü idi. Bu yüzden elinde avcunda ne varsa ortaya döktü ve kazandı. Ya da Vietnam’ın Amerikalılara karşı, Afganlıların Sovyetlere karşı direnişini düşünün… Veya Şamil Basayev’in o genç yaşına rağmen koca Rusya'ya başkaldırdı ve onları perişan etmesini düşünün... Böylece varlığından bile haberdar olmadığımız Çeçen halkının özgürlük mücadelesinin fitilini yaktı. Şimdi davası için şehit olmuş olması özgürlük değil midir… Geçmişten günümüze sadece İslam değil, diğer birçok mücadele özgür olmayı esas almış ve bunun için savaşanları şehit kabul etmiştir. Che’yi düşünün mesela…
Bugün batının maddi anlamda sahip olduğu yüksek refah seviyesi pek çok insana özgür ve zengin olmanın her anlamda onlara benzemekten geçtiği yanılgısını yaşatmaktadır. Batı insanı hayatının baharında bu özgürlüğü çekirge misali tepe tepe kullanırken hayatının kışında kalacağı yalnızlığı hiç hesap etmemektedir. Belki kendisine devlet tarafından bir huzurevi ve bakıcı temin edilecektir. Ama huzurun huzurevinde olmadığını hiçbir zaman anlayamayacaktır.
Batıdaki bu kişisel yalnızlık toplumlar nezdinde de kendisini göstermektedir. Tanımladığı özgürlük örneğin ömrünü bir kadınla ya da bir erkekle geçirmeyi kapsamadığından, bu toplumlarda evlilik müessesi sürekli gözden düşmektedir. Ayrıca da kadın çocuk edinmenin bedensel özgürlüğüne verdiği zararı hesaplamakta, çocuğu bedensel özgürlüğünün önünde ayağına dolanacak bir engel olarak görmekte, erkek de hayatını tek bir kadınla geçirmek ve elde ettiği geliri paylaşmak istememektedir. Bu da toplumu ayakta tutan aile müessesesi ve nesil emniyetine zarar vermektedir.
Aile, huzur, sevgi, paylaşma gibi kavramlar bu insanların birçoğunun hayatına hiç girememekte, insanlar bu değerlerin sahtesi ile avunmaktadır. Oysa aile bir sorumluluktur, nesil emniyetidir. Bunların zaafa uğraması ise toplumun geleceğini tehdit etmekte ya da biyolojik ihtiyaçları devlet tarafından karşılansa bile aile ve sevgi ortamı olmadığından ruhsal olarak sorunlu nesiller yetişmektedirler. Bir hastalık olan ve batı toplumlarında zaman zaman hortlayan ırkçılık hastalığı da muhtemelen bu ilişki biçimiyle ilişkili…
Bugün Batıdaki devletler maddi destek vererek çocuk edinmeyi teşvik ediyor. Buna rağmen gelecek dönemlere ilişkin nüfus tahminleri pek iç açıcı değil... Oysa devletler için nüfus da bir güçtür. Yeni doğumlardaki azalış, yaşlı bir Avrupa meydana getirirken, iş gücündeki açığı azaltmak için yabancılara ihtiyaç duyulmaktadır. Batının gücü göçmenler bakımından cazibe merkezi olması nedeniyle şimdilik devam etse de, içeride de, dışarıda da nüfus dengesi yavaş yavaş değişmektedir. Ancak bunu da telafi edecek müesseseleri yok değildir. Zira bir yandan entegrasyon adı altında bu kültürleri asimile ederken, bir yandan da ırkçılık değneğini demoklesin kılıcı olarak muhafaza etmektedir.
Her iki durum da nihai çözüm değildir. Palyatif ve geleceğe dair bünyesinde sorunlar barındıran ve gerçekte günü kurtaran reçetelerdir. Oysa batı çıkarları söz konusu olduğunda; durumu enine-boyuna değerlendirmekte, duruma göre yüz yıllık planlar yapmaktadır.
Elbette ki sünnetullah gereği bugün küfür düzeninin en önemli temsilcilerinden olan batı ve oluşturduğu medeniyet devam edecektir. Ancak insanın kodlarında hakikisi varken, ışıltılı sahtesi insana gerçek anlamda huzuru hiç bir şekilde vermeyecektir.