Ruslarla Türklerin tarihi Çinlilerle olan kadar eski olmasa da bin yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Bugün Rusya’nın bir “federasyon” olmasının en önemli nedeni de yine “Türkler” ya da Müslümanlardır. Zira hali hazırda yüzden fazla etnik unsurun bir kısmı Müslüman olmayan Türkler, diğer bir kısmı da önemli ölçüde Türk boylarından oluşan Müslümanlardır.
Geçmişi 1000’li yıllara dayansa da Rusya bugün Putin’in rol modeli olan Petro döneminde ancak güçlü bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere Rusların köklü bir geçmişi yoktur. Dünyaya medeniyet adına sundukları katkı da pek azdır.
1453’e kadar İstanbul Fener Rum Kilisesine bağlı olan Rus Ortodoks kilisesi bu tarihten sonra kendisini Doğu Roma İmparatorunun halefi ilan etmiştir. Rusların sıcak denizlere inme politikasının da bir parçası olan İstanbul’u geri alma hayali, neredeyse iki defa gerçek oluyordu. 93 Harbinde Çatalca önlerine kadar gelmişler ve payitahtı tehdit etmişlerdi. Bir diğeri ise Birinci Dünya Savaşında Osmanlının savaş dışı bırakılması halinde Sykes-Picot Anlaşması gereğince İstanbul ve boğazların Ruslara bırakılacak olması garantisi idi. Rusya bu şartla Çanakkale’den dönen işgal girişimine sesini çıkarmamıştır. (Bir not: Rusya’da Ekim devrimi olunca, yeni yönetim Osmanlı’nın kağıt üzerinde paylaşımını içeren anlaşmayı deşifre etmiştir).
Rusların bu politikası Sovyet döneminde de devam etmiştir. Stalin’in boğazda üs istemesi bunun bir yansımasıdır. Rusların geçmişte Mora Yarımadasındaki Yunan ayaklanmasına aktif desteğini de hatırlatmak gerekir. Her ne kadar şu ana kadar bunu başaramamışlarsa da boğazlarda seyrü sefer eden savaş gemilerine Montrö Boğazlar Sözleşmesi gereği müdahale edemeyişimiz yine de bir şeylerin başarıldığının göstergesidir.
Sovyetler Birliği uzun dönem dünyaya korku saldı. Avrupa Birliği’nin kuruluş nedenlerinden birisi de dibindeki bu Sovyet tehdidi idi. Yine Türkiye NATO’ya apar topar bu tehdit yüzünden girmiş, soğuk savaş bu yüzden neredeyse yarım yüz yıl devam etmiştir. Doğrudan olmasa da Kore Savaşı gibi, Vietnam Savaşı gibi, Afganistan savaşı gibi sıcak savaşlar ve pek çok bölgesel savaşlarda başat ülke yine Sovyetlerdi. Kudretli SSCB'nin 1990’lı yıllarda dağılmasından sonra Rusya Federasyonu da kendi içerisinde sarsıntı geçirdi. Otorite boşluğu tankların bile özel mülkiyete geçmesine, tank parçalarının başka ülkelerde satışa sunulmasına yol açtı. Hatta nükleer silahların bile pazarlandığı konuşuldu.
Batının pompaladığı Yeltsin komünizmin çöküşünde önemli rol oynadı ama komünizm sonrası ülkeyi toparlayamadı. Ülke adeta mafyanın kontrolüne geçti. Rüşvet aldı başını gitti. Koca Sovyet ordusu Çeçenistan'da aciz kaldı. Rus askerleri kendi silahlarını düşman askerine satarak para kazanmanın derdine düştü. Yeltsin, masaya oturmak zorunda kaldı. Ülke oligarklar tarafından adeta işgal edildi. Dünya zenginlik sıralamasına çok sayıda kişi bu ülkeden girmeye başladı. Bir tarafta da sefil bir hayat süren geniş bir kitle oluştu.
Yeltsin işi beceremeyince giderayak ülkesine bir iyilik yaptı ve yerine genç, dinamik, tecrübeli ancak kamuoyunda tanınmayan ve eski bir KGB ajanı olan Putin’i önerdi. Putin uyguladığı politikalarla tekrar tekrar başkan seçilmeyi başardı. Rusya'yı eski ihtişamlı günlerine kavuşturamasa da dünyada tekrar sözü geçer bir ülke haline getirdi. Ülkesini güçlendirdi ve zenginleştirdi. Haksız mal edinen oligarkların hepsinin "canına okudu." Çoğu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Kanaatimce bu başarının altında iki temel neden yatmaktadır. Bunlardan birincisi Putin'in cesur liderliğinde; devlete kafa tutan, siyaseti şekillendirmeye kalkan, onların deyimiyle oligarkları, (bizdeki vesayetçilere karşılık gelir) yani mafyanın bertaraf edilmesi, dolayısıyla devlet otoritesinin tekrar tesisi... Bu son derece önemli... İkincisi ise eğitim altyapısı güçlü olan SSCB’nin insan potansiyelinin ülkeye yeniden kazandırılmasıdır.
Rusya’nın tarih sahnesine çıktığı 1600’lü yıllardan itibaren yaşanan pek çok savaşta kaybeden taraf genellikle Osmanlı olmuştur. Ülkelerin dostlukları geçicidir zaten... 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyetinin ilk zamanlarda Sovyetlerle iyi ilişkileri olmuşsa da, çok geçmeden süreç tersine dönmüştür. 1991 sonrası ise Türkiye’nin Rusya Federasyonu ile ilişkisi hızlı bir ivme kazanmıştır. Zira Rusya’nın toparlanması için bugün gayri safi hasılasının 2/3’ünü elde ettiği doğalgaz ve petrolün Türkiye üzerinden Avrupa’ya pazarlanması gerekiyordu. Türkiye ile Rusya bu süreçte bir numaralı partner oldu. İki güçlü lider Putin ve Erdoğan, Batıdan muzdaripti ve çıkarlarının çakıştığı pek çok işbirliği alanı vardı.
Suriye’de karşı cephelerde yer alan bu iki ülke, Rusya’nın pasif desteğini aktifleştirmesiyle yavaş yavaş gerildi. Toparlanan Rusya; Gürcistan’da, Ukrayna’da, Osetya’da Abhazya’da Batıya karşı mevzi kazanmış, arka bahçesi olarak gördüğü Eski Sovyet Cumhuriyetlerinde Rusya’ya rağmen hiç bir şey yapılamaz olmuştu. Neredeyse Rusya bu ülkeleri tekrar mı işgal edecek sorusu akla gelmeye başlamıştı. Böylesine özgüveni kendisine gelen Rusya, stratejik bir karar aldı ve Eski Sovyet toprakları dışında yer alan Suriye’de önce üs kurdu sonra da havadan ve denizden saldırıya geçti.
Türkiye ile bu bölgede politikaları çatışan Rusya, bir taraftan da Türkiye’ye gözdağı veriyordu. Basına yansıyan bilgiye göre Rus uçakları, Türkiye’nin desteklediği Türkmenleri vurmak bir yana, Türkiye’nin bir şey yapamayacağı varsayımı altında tam on altı defa Türk hava sahasını ihlal etmişti. Ağır tahrik vardı bir başka deyişle… Belki yaşananlar Sovyetler Birliği döneminde olsa Rusya’nın varsaydığı gibi olacaktı ama, artık ortada ne Sovyetler Birliği ne de o dönemin Türkiye’si ve dönemi yöneten Türk politikacılar vardı. Bir başka deyişle gözü kara olan sadece Putin değildi.
Türkiye’nin beklenmedik adımı karşısında ne yapacağını şaşıran Putin tam bir ergen tavrı sergileyerek ortalığı birbirine katıyordu ama bir şey de yapamıyordu. Süreç içerisinde Rusya büyük bir devlet ve medeniyet olmadığını bütün dünyaya gösterdi. Yardım konvoylarını bombaladı. Ekmek fırınlarını imha etti. Kendi ülkesinde misafir sayılacak kişilerin önüne suni engeller çıkarttı. Devlet başkanı düzeyinde görüşmeyi kabul etmedi. Uluslararası kural ve teamülleri göz ardı etti.
Putin’in rol modeli Çar Deli ya da Büyük Petro… O da sonucunu hesaplamadan oraya buraya saldırıyordu. Osmanlı yeniçerilere güvenebilseydi Prut’ta (1711) Rus tarihini birkaç yüzyıl geriye götürebilirdi. Osmanlının elinden yalvara yakına zor kurtuldular. Putin'in kimyası bozulmuş... En son Brejnev'in kimyası bozulduğunda ve "davet edildiği" için sarhoş haliyle Kızıl orduya Afganistan'a girme emri vermişti...
Bir Rus atasözü vardır; “beyaz ayı sıcak sularda yüzemez.” O kocaman ülke yüzyıllardır sürdürdüğü sıcak denizlere inme politikasını bir türlü tam olarak hayata geçiremedi. Şimdi yeni bir hamle peşinde… Ama Afganistan’da aldığı ders nedeniyle hiçbir zaman kara savaşını göze alamayacak… Nükleer silah mı… Hiç endişeye mahal yok… Kimse kendisini de yok edecek bir silahı kullanmaya cesaret edemez. Batıya yı da NATO’yu filan kastetmiyorum. Sizce ateş neden Hz İbrahim’i yakmadı… Ya da bıçak neden Hz. İsmail’i kesmedi… Kur’an-ı Kerimdeki bu menkıbeler sadece geçmişe dair bir masal mı? Bugüne bir mesajı yok mu sizce… Düşünmeye davet ediyorum.
Öte yandan Türkiye şu anda hiç olmadığı kadar emin ellerde ve geçmişle kıyaslanamayacak kadar güçlü… Eminim her şey hesaplanmış ve ona göre adım atılmıştır. Putin belki hata yaptığını çoktan fark etti de iç politikayı riske edemiyor. Türkiye belki savaşın bir aşamasında Suriye’ye hava saldırısında da bulunacak. Ben bunu bekliyorum doğrusu… Zira açık bir şekilde desteğini açıkladığı muhaliflere ve sınırındaki bu tecavüze yine bu ülkelerle doğrudan karşı karşıya gelmeden müdahale edecektir.
Kimse Esed’in kalıcı olduğunu düşünmüyor. Rusya’da koruyamayacak onu… Savaştan kaybetmiş ama geride büyük bir yıkıntı bırakmış olarak ayrılacak olan Putin’in bir sonraki seçimi kazanması pek de mümkün gözükmüyor. Ekonomisi büyük oranda doğalgaz ve petrole dayalı olan Rusya’nın, halkın sıradan ihtiyaçlarını karşılayacak bir altyapısı yok halihazırda. Çok güçlü doğal kaynakları olmasına rağmen, Sovyetler Birliği ağır sanayii önceliklediğinden, insan kaynakları diğer sektörleri harekete geçirme potansiyeli taşımıyor kısa vadede…
Rusya doğalgazı filan kesemez. Öncelikle iki ülkeyi de bağlayan uluslararası anlaşmalar var. İkincisi Türkiye’nin Rusya’ya ihtiyacından çok daha fazla Rusya’nın Türkiye’ye ihtiyacı sözkonusu... İlişkilerin bitmesi halinde Türkiye’nin kaybı 5-6 milyar dolar olabilir ki bunun telafisi mümkündür. Rusya’nın sadece doğrudan kaybı 30 milyar dolar olacaktır. Zira Rusya’nın Türkiye’ye büyük çoğunluğu doğalgaz olan mevzubahis miktar kadar ihracatı vardır. Rusya Ukrayna’nın bile gazını kesememiştir. Kısa dönemli kesintilerin nedeni Ukrayna’nın borcunu ödeyememiş olmasıdır. Türkiye’nin böyle bir sorunu yoktur, ama % 50’nin üzerindeki bu bağımlılığından bir an önce kurtulmanın yollarını da aramalıdır.
Rusya tarihte ceddimiz olan Osmanlıya çok sıkıntılar yaşatmış bir devlet... Bir anlamda Osmanlı tarihinin son çeyreğinin belirleyicisi olmuş. Ama Osmanlının da Rus tarihinde önemli belirleyici etkisi olmuştur. En önemlisi Çanakkale’nin geçilememesi sonucu Çarlık Rusya’sının yıkılması ve 20. Yüzyıla damgasını vurmuş olan SSCB'nin kuruluşudur.
Rusya hiç bir şekilde SSCB'nin gücünde değildir. Dünya da değişti zaten... Gürcistan ve Ukrayna’daki politikaları nedeniyle Avrupa Birliği ile de arası açık... Aynı şey ABD için de geçerli. Ambargo uyguluyor bu ülkeler zaten... Türkiye’nin aynı zamanda NATO üyesi olduğunu da bir tarafa not etmek lazım...
Devletler olmasa da neredeyse bütün İslam dünyası Türkiye’nin arkasında... Türkiye öyle höt denecek bir ülke değil... Tarihte de böyleydi şimdi de... Bütün sıkıntılarına rağmen Kıbrıs savaşı esnasında ABD'ye rest çekmiştir mesela... Bosna savaşında Bosnalılara yardım etmiştir.
Türkiye 2001 krizine göre çok daha ileri bir noktadadır. Her açıdan. En fazla da savunma sanayii açısından... Bağımlılığı son derece azalmış, bağımsızlığı o derece artmıştır. Anlaşılan Putin kötü bir final yapmaya hazırlanıyor.