Bir düşünürün tecrübe dolu gözlemiyle başlayalım isterseniz; ‘eğer yalan söylemezseniz, hiçbir zaman ne söylediğinizi hatırlamak zorunda kalmazsınız’ (Mark Twain-Amerikalı Yazar). Evet öyle… Doğru birden fazla olabilir ama hakikat tektir çünkü... Politikada doğru, yere ve zamana göre değişir mesela… Bir başka deyişle oy getirecek her söz, her eylem politikada doğrudur ama bir çoğu hakikat değildir. Her yasal olanın ‘helal’ olmadığı gibi… Bu ‘doğru’ların hakikatle kesişmek gibi bir derdi de yoktur. Hakikat tek olduğuna göre namzetseniz eğer, neden hatırlamak için çaba sarfedesiniz ki… Ayrıca da böyle davrandığınızda bir şeyi ispatlama ya da yalanlama gereği de hissetmezsiniz. El-Emin’sinizdir çünkü; kendinize ve etrafınıza karşı...
Konuyu biliyorsunuz… Ben şahsen seccadeye bilerek basıldığı kanaatinde değilim. Üstelik o fotoyu çekip servis edenlerin bir kasıt içerisinde olduğunu da düşünmüyorum. Belki bazılarının ‘seccade’ kavramından dahi haberi olmayabilir. Yıllar önce yaşadığı topluma yabancılaşmış birisinin namaz için ‘dinsel tapınma’ dediğini bir arkadaşımdan işitmiş ve hayretimi gizleyememiştim.
Dedik ya; politikada doğrular zamana ve yere göre değişir diye… Şimdi neden durduk yerde; yirmi dört saat gece-gündüz tek amacı ‘yıkım ekibi’nin başı olarak içeride-dışarıda, yasa içi-yasa dışı, meşru-gayri meşru, solcu-sağcı-komünist-liberal... her eğilimi kendisini desteğe ikna etmeye çalışırken, biraz sonra özür dileyeceği bir eylemde bulunsun ki… Üstelik ilmik ilmik işlemiş, yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmişken… Evdeki hesap çarşıya uymaz; o başka konu tabii…
Yaşayan bilim insanlarımızdan Sevil Atasoy’un literatüre kazandırdığı ve kitaplaştırdığı ‘kusursuz cinayet yoktur’ tesbiti de en az bir önceki kadar tecrübe dolu bir gözlemin şiir gibi ziplenmiş ifadesi… Nitekim ne kadar tecrübeli ince hesap yapsanız da insanları namütenahi yanıltamazsınız. Zira yaygın kabulün aksine insan beş duyu ile sınırlı değildir. Bir miktar gözlem yaptığınızda bir şeylerin ters gittiğini, puzzle’in parçalarının yerine oturmadığını, bir yerlerde bir bit yeniğinin olduğunu farkedersiniz. Profesyonelseniz biraz geciktirirsiniz sadece o kadar... Sözgelimi Amerika fevkalade profesyoneldir ama, bir o kadar da nefretin hedefindedir. Çünkü emperyal planlarını bilmeyen yoktur.
Söz Amerika’dan açılmışken; ‘12 Kızgın-Öfkeli Adam’ın (12 Angry Men) da konu ile ilgili olduğunu hatırladım. Yapımda her şey ayan-beyan üstelik şahit beyanıyla ortadaymış gibi gözükürken, işlendiği ileri sürülen cinayete itiraz eden bir jüri üyesi ile diğerlerinin diyalogları işlenmektedir. Uzunca sayılabilecek bu eski (1957) yapım Amerikan filminde bir detaydan hareket eden jüri üyesinin her birini teker teker nasıl ikna ettiği anlatılmaktadır. Önemsizmiş gibi gözüken bu detay durumu tersine çevirmiş, idam edileceğine kesin gözle bakılan zanlının masum olduğuna kanaat getirilmiştir.
Seccade… En nihayetinde bir bez parçası değil mi… Hatta Kur’an bile bu bakışla kâğıt parçası... Hz Ömer Hacerül-Esved’i öperken onun gerçekte bir ‘taş’ olduğunu biliyor ve ‘Resûlullah’ı seni öperken görmeseydim seni öpmezdim” diyordu. Öyle ya; fiziki değerlendirme sizi bunun ötesine taşımaz ki... Ama O (r.a) taşın temsil ettiği ‘değer’e teslim etmişti iradesini...
Müslümanların temiz olsun diye ‘salat ikamesinde’ her seferinde serip kaldırdığı seccadeye basmak delil bırakmaktır (kusursuz suç olmaz). Hani kıpti şecaatini arzederken sirkatin söylermiş ya... Muhataplar hadise ile o kadar ilgisizler ki; görüntü verirken (şecaatlerini arzederken) sirkatleri ile ilgili delil bıraktıklarının farkında bile değiller. Yoksa seviş ederler miydi... Bununla da filmdekinin aksine jüri üyelerini (karar vericileri-seçmenleri) ikna etmeleri mümkün değildir.
Yukarıda verilen örneklerden hareketle açıklayacak olursak delil bırakılmıştır ve cinayet ‘sabit’tir. Ve yaşadığı topluma bu kadar yabancılaşmış olanların ‘mukadder olan’la karşılaşması da bir o kadar mukadder olacaktır. Vesselam...