Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

SEÇİM ANALİZ

İşte yeni bir seçim daha sonuçlandı, her zamanki gibi gergin bir süreçten sonra… Gözüken o ki; bu seçimin sonucu koalisyon. Ama kanaatime göre bu mümkün olmayacak ya da olsa bile uzun ömürlü olmayacak. Maalesef Türkiye koalisyon kültürü olmayan bir ülke… Bu yüzden anayasaya % 10 gibi yüksek bir baraj konmuş. Amaç “yönetimde istikrarı” sağlamak. Bu baraj temsilde adaleti sıkıntıya soksa da yönetimde istikrarı ve tabanda birleşmeyi sağlamak adına sonuç vermiş gözüküyor. Türkiye’de koalisyonların olduğu 1970’li ve 1990’lı yıllar bir çok açıdan fevkalade sıkıntılı sonuçlara yol açmıştır. Elbette konjonktürel şartların da bunda etkisi vardır ama, ekonomik ve sosyal bakımdan ve yine anarşi ve terör bakımından son derece olumsuz sonuçlar bu dönemlerde ortaya çıkmıştır. Tek partinin iktidar olduğu dönemlerde ise Türkiye ciddi sıçramalar yapmıştır. 1950-60 Menderes hükümetleri, 1983 sonrası kurulan Özal hükümetleri ve 2002’den sonra kurulan AK Parti hükümetleri dönemi böyledir. 1960’lı yıllarda Demirel’in Adalet Partisinin de bir dönem tek parti iktidarı vardır. Bu döneme ilişkin veriler de pozitiftir. Demokrasilerde halkın iradesine saygı duyulur. Seçim sonuçları ise halkın bu iradesinin bir yansımasıdır. Ancak bazı hususları da açıklığa kavuşturmak gerekir. Öncelikle belirtelim ki, eğitim ve gelir düzeyinin düşüklüğü seçmenleri manupilasyona açık hale getirmektedir. Şimdiye kadar ideolojik beslenmelerden yürütülen seçimlerde başarılı olamayan muhalefet partileri, kendilerin açısından “zekice” denebilecek bir strateji geliştirdiler. Aralarında yazılı olmayan bir anlaşmayla, değişik şekillerde karşısında durdukları ve Türkiye’de belli bir oy potansiyeli olan bir partiyi hep birlikte, en azından sessiz kalarak desteklemek suretiyle meclise soktular. Artık meclise güçlü bir şekilde girdiği kesinleşen HDP bu konudaki ilk çıkışını Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yapmıştı. Zira bu seçimde Demirtaş % 10’ları zorladı. Sağduyulu bir seçim kampanyasının sonuç verdiğini gören HDP yetkilileri açılım sürecinin de tarafı olması nedeniyle, bir bölge partisi görünümünden kurtulmak maksadıyla sert ve bölgesel söylemini yumuşatınca, toplumsal karşılık buldu. Türkiye’de hiçbir zaman iktidar olması mümkün olmayan, ancak organize gruplar birer birer HDP’ye destek açıklamasında bulundular. Bunlar batıcılar, solcular, liberaller gibi kesimler… İktidarla kanlı bıçaklı olan malum camia ise bir önceki yerel seçimdeki stratejisini geliştirip aynı amaca dönük politika izlediğinden % 10 garantilenmiş oldu. Buna Doğan medyası ve yabancı medyanın desteğinin de eklenmesi seçmen üzerinde etkili oldu. Kimsenin inkar etmesine gerek yok. CHP seçmeninin bir kısmı da ne olur ne olmaz diye oyunu HDP’ye verdi. HDP’nin İstanbul’da oy patlaması yapmasını ben buna bağlıyorum. Malum; CHP’nin de oyları düştü. Doğu Anadolu’da PKK korkusuyla verilen oylar da eklendiğinde, % 13’lük oy şahsen benim için sürpriz olmadı. Seçim öncesi % 12-13 civarında bir oy alabileceğini dillendirmiştim. Bu bölgede de oylarını yükselten ve AK Partiyi geride bırakan HDP inşallah başka bir arayış içerisine girmez. Onlar da oyların bir kısmının “emanet” olduğunun farkındalar. Ne diyelim; olanda hayır vardır diye düşünmek lazım. Her seçimde sürprizler olur. Benim için bu seçimin sürprizi MHP’nin % 16-17 düzeyinde oy alması oldu. Bir önceki seçimde barajı geçer mi geçemez mi tartışmasının yapıldığı Milliyetçi Hareket Patisi oylarını % 4 kadar yükseltmiş olmasının yanında, milletvekili sayısını da % 50 civarında artırmayı başarmıştır. MHP’nin iki seçmen profili vardır. Bunlardan birisi milliyetçi muhafazakar ve AK parti tabanına yakın olanı, bir diğeri ise ulusalcı diyebileceğimiz daha laik ve Türkiye’nin batı ve güney kesimlerinde yaşayan seçmenleridir. Öyle görünüyor ki Orta Anadolu’daki birinci grup seçmen bu sefer tercihini MHP’den yana kullanmış. Bunda muhtemelen Türkiye’nin en stratejik ve duygusal sorunu olan çözüm sürecinin büyük etkisi olmuş. Özellikle Kobani olayları bir kırılma oluşturdu. Taze başbakanın adeta kucağında bulduğu, ama küçük bir tereddütten sonra aslında etkili bir şekilde müdahale ettiği olay, belki bir miktar Süleyman Şah türbesinin taşınması hadisesi, konu üzerinde duygusal hassasiyeti olan kesimleri belli ki etkilemiş. Seçimin benim için ikinci sürprizi ise AK partinin tek başına iktidar olamamış olması. Bir önceki seçime göre oy düşüşünü herkes bekliyordu. Şahsen ben % 45 bandında bir oy beklediğimden ve HDP’nin barajı geçeceğini tahmin ettiğimden 300 civarındaki bir milletvekili çoğunluğu ile tek başına iktidarını devam ettireceğini düşünmüştüm, ama yukarıdaki etkenler bunu mümkün kılmadı. Seçimler bu tür sürprizleri hep barındırır. Daha bir-iki ay önce yapılan İngiltere’deki seçimlerde hiç kimse hatta kendisi dahi Muhafazakar Partinin tek başına iktidar olacağını düşünmüyordu, ama David Cameron bunu başardı. Bu seçimi farklı kılan diğer bir husus ise popülizmin geri dönmüş olması… Zira ideolojik zorlamaların çare olmadığını fark eden muhalefet partileri bir taraftan sessiz ittifak yapmışken, diğer taraftan da ortanca seçmenin duygularına hitap etmeyi ihmal etmediler. En azından çok uçuk olmayan asgari ücretin 1400, 1500 ya da 1800 TL olacağı vaadi, emeklilere verileceği ifade edilen ikramiyeler, köylülere mazot desteği gibi şahsen modasının 1990’lı yıllarda kaldığını düşündüğün realist olmayan vaadlerin de seçmen nezdinde karşılık bulduğunu düşünüyorum. Bazı bilimsel çalışmalar, gelir düzeyinin 10.000 doların altında olan seçmen profilinin bu tür vaadleri önemsediği ve duygusal karar verdiği yönünde sonuçları öngörmektedir. Yine şahsen gözlemlediğim diğer bir husus ise AK Parti’nin de diğer seçimlerle kıyaslandığında az da olsa popülizme kaydığı yönündedir. Zira belki de böyle bir seçim kampanyasını beklemeyen AK Parti’de durum panik havası oluşturmuş olabilir. Sonuçta etkili olan diğer bir hususun ise lider olduğu kanaatindeyim. Doğu toplumları karizmatik liderleri sever. Demirel’e, Erbakan’a, Türkeş’e, Özalan ya da Ecevit’e itibar etmesinin nedeni de bu bence. Tayyip Erdoğan ise en son belki de en karizmatik liderdi. Öyle ya da böyle artık AK Partinin başında değil. Geçmişte yaşanan Akbulut modeli yeni başbakanı ürkütmüş olmalı ki, partiye hâkimiyetini göstermek üzere kamuoyuna da yansımış çeşitli tartışmaların tarafı oldu. Dolmabahçe görüşmesi ya da Hakan Fidanın adaylığı gibi. İyi bir bilim adamı başarılı bir bürokrat ve bakan olan Davutoğlu henüz rüştünü tam olarak ispatlayamadan, bir başka deyişle bir seneden daha kısa bir sürede seçim kampanyasını üslenmek zorunda kaldı. Doğrusu seçim müzikleri de dombıra ya da “aynı” da olduğu kadar başarılı değildi. Bütün bunlara rağmen seçimin galibi hiç şüphesiz AK Parti... İkinci parti ile bile arasında 15 puan var. AK Parti rakiplerine galip ama kendi içerisinde mağlup… Zira oy düşüşü yaşadı. Şimdiye kadar bütün seçimlerde oyunu yükselten AK parti bu seçimde bir öncekine göre 7-8 puan kaybetmiştir. Bu elbette parti yetkililerinin külahı indirip düşünmelerini gerektirmektedir. 2009 yerel seçimlerinde de, yaşanan küresel krizin etkisiyle oy düşüşü yaşayan parti bir sonraki seçimde durumu toparlamıştı. Yaşanan; uygulanan strateji ile AK Partinin geriletilmesi ve tek başına iktidarının engellenmesidir. Bu elbette muhalefet için bir başarıdır. Yukarıda ifade ettiğim üzere böyle bir sonuç koalisyonu zorunlu kılıyor ama, bu da pek mümkün gözükmüyor. Zira AK Parti dışındakiler sayısal çoğunluğu sağlamış gibi gözükseler de politik farklılıkları bunu mümkün kılmaz. MHP ile HDP’nin bir araya gelmesi beklenmiyor ama böyle bir şeyin herhangi bir şekilde gündeme gelmesi bu partilerde özellikle MHP’de istifalara yol açabilir. Hiç kimse HDP ile koalisyon yapmayı istemeyecektir. AK Parti ile MHP ise özellikle çözüm süreci konusundaki duruşları nedeniyle pek mümkün gözükmemektedir. Zira birisinin en önemli gördüğü ve büyük risklerle önemli ilerleme sağladığı çözüm sürecini feda etmeye, diğerinin de karşı duruşunu bozmaya hiç mi hiç niyeti yok gözüküyor. CHP ile AK partinin koalisyonu ise tabanı rahatsız edecektir. Ezcümle; bizi erken bir seçim beklemektedir. Zira anayasa hükümetlerin kurulamadığı durumlarda seçimin yenilenmesini emretmektedir. Başkanlık tartışmalarına gelince, bunun bir süreliğine rafa kaldırıldığında şüphe yoktur. Gerek hükümet gerek cumhurbaşkanı bu konuda çok çaba sarf etti ama sonuç bunu mümkün kılmıyor. Belki de önümüzdeki günlerin hararetli tartışma konusu bu olacak. Zira her nasıl Meclisin Cumhurbaşkanını seçememesi Türkiye’yi Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine itmişse, hükümetlerin kurulaması da, belki seçim kanununu da değiştirmeyi içerecek şekilde, önümüzdeki günlerin hararetli tartışma konusu olabilir. Temennimiz, bu durumun, bu belirsizliğin bir an önce sona ermesinden yanadır.
Ekleme Tarihi: 08 Haziran 2015 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

SEÇİM ANALİZ

İşte yeni bir seçim daha sonuçlandı, her zamanki gibi gergin bir süreçten sonra… Gözüken o ki; bu seçimin sonucu koalisyon. Ama kanaatime göre bu mümkün olmayacak ya da olsa bile uzun ömürlü olmayacak. Maalesef Türkiye koalisyon kültürü olmayan bir ülke… Bu yüzden anayasaya % 10 gibi yüksek bir baraj konmuş. Amaç “yönetimde istikrarı” sağlamak. Bu baraj temsilde adaleti sıkıntıya soksa da yönetimde istikrarı ve tabanda birleşmeyi sağlamak adına sonuç vermiş gözüküyor. Türkiye’de koalisyonların olduğu 1970’li ve 1990’lı yıllar bir çok açıdan fevkalade sıkıntılı sonuçlara yol açmıştır. Elbette konjonktürel şartların da bunda etkisi vardır ama, ekonomik ve sosyal bakımdan ve yine anarşi ve terör bakımından son derece olumsuz sonuçlar bu dönemlerde ortaya çıkmıştır.

Tek partinin iktidar olduğu dönemlerde ise Türkiye ciddi sıçramalar yapmıştır. 1950-60 Menderes hükümetleri, 1983 sonrası kurulan Özal hükümetleri ve 2002’den sonra kurulan AK Parti hükümetleri dönemi böyledir. 1960’lı yıllarda Demirel’in Adalet Partisinin de bir dönem tek parti iktidarı vardır. Bu döneme ilişkin veriler de pozitiftir.

Demokrasilerde halkın iradesine saygı duyulur. Seçim sonuçları ise halkın bu iradesinin bir yansımasıdır. Ancak bazı hususları da açıklığa kavuşturmak gerekir. Öncelikle belirtelim ki, eğitim ve gelir düzeyinin düşüklüğü seçmenleri manupilasyona açık hale getirmektedir. Şimdiye kadar ideolojik beslenmelerden yürütülen seçimlerde başarılı olamayan muhalefet partileri, kendilerin açısından “zekice” denebilecek bir strateji geliştirdiler. Aralarında yazılı olmayan bir anlaşmayla, değişik şekillerde karşısında durdukları ve Türkiye’de belli bir oy potansiyeli olan bir partiyi hep birlikte, en azından sessiz kalarak desteklemek suretiyle meclise soktular. Artık meclise güçlü bir şekilde girdiği kesinleşen HDP bu konudaki ilk çıkışını Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yapmıştı. Zira bu seçimde Demirtaş % 10’ları zorladı. Sağduyulu bir seçim kampanyasının sonuç verdiğini gören HDP yetkilileri açılım sürecinin de tarafı olması nedeniyle, bir bölge partisi görünümünden kurtulmak maksadıyla sert ve bölgesel söylemini yumuşatınca, toplumsal karşılık buldu. Türkiye’de hiçbir zaman iktidar olması mümkün olmayan, ancak organize gruplar birer birer HDP’ye destek açıklamasında bulundular. Bunlar batıcılar, solcular, liberaller gibi kesimler… İktidarla kanlı bıçaklı olan malum camia ise bir önceki yerel seçimdeki stratejisini geliştirip aynı amaca dönük politika izlediğinden % 10 garantilenmiş oldu. Buna Doğan medyası ve yabancı medyanın desteğinin de eklenmesi seçmen üzerinde etkili oldu. Kimsenin inkar etmesine gerek yok. CHP seçmeninin bir kısmı da ne olur ne olmaz diye oyunu HDP’ye verdi. HDP’nin İstanbul’da oy patlaması yapmasını ben buna bağlıyorum. Malum; CHP’nin de oyları düştü. Doğu Anadolu’da PKK korkusuyla verilen oylar da eklendiğinde, % 13’lük oy şahsen benim için sürpriz olmadı. Seçim öncesi % 12-13 civarında bir oy alabileceğini dillendirmiştim. Bu bölgede de oylarını yükselten ve AK Partiyi geride bırakan HDP inşallah başka bir arayış içerisine girmez. Onlar da oyların bir kısmının “emanet” olduğunun farkındalar. Ne diyelim; olanda hayır vardır diye düşünmek lazım.

Her seçimde sürprizler olur. Benim için bu seçimin sürprizi MHP’nin % 16-17 düzeyinde oy alması oldu. Bir önceki seçimde barajı geçer mi geçemez mi tartışmasının yapıldığı Milliyetçi Hareket Patisi oylarını % 4 kadar yükseltmiş olmasının yanında, milletvekili sayısını da % 50 civarında artırmayı başarmıştır. MHP’nin iki seçmen profili vardır. Bunlardan birisi milliyetçi muhafazakar ve AK parti tabanına yakın olanı, bir diğeri ise ulusalcı diyebileceğimiz daha laik ve Türkiye’nin batı ve güney kesimlerinde yaşayan seçmenleridir. Öyle görünüyor ki Orta Anadolu’daki birinci grup seçmen bu sefer tercihini MHP’den yana kullanmış. Bunda muhtemelen Türkiye’nin en stratejik ve duygusal sorunu olan çözüm sürecinin büyük etkisi olmuş. Özellikle Kobani olayları bir kırılma oluşturdu. Taze başbakanın adeta kucağında bulduğu, ama küçük bir tereddütten sonra aslında etkili bir şekilde müdahale ettiği olay, belki bir miktar Süleyman Şah türbesinin taşınması hadisesi, konu üzerinde duygusal hassasiyeti olan kesimleri belli ki etkilemiş.

Seçimin benim için ikinci sürprizi ise AK partinin tek başına iktidar olamamış olması. Bir önceki seçime göre oy düşüşünü herkes bekliyordu. Şahsen ben % 45 bandında bir oy beklediğimden ve HDP’nin barajı geçeceğini tahmin ettiğimden 300 civarındaki bir milletvekili çoğunluğu ile tek başına iktidarını devam ettireceğini düşünmüştüm, ama yukarıdaki etkenler bunu mümkün kılmadı. Seçimler bu tür sürprizleri hep barındırır. Daha bir-iki ay önce yapılan İngiltere’deki seçimlerde hiç kimse hatta kendisi dahi Muhafazakar Partinin tek başına iktidar olacağını düşünmüyordu, ama David Cameron bunu başardı.

Bu seçimi farklı kılan diğer bir husus ise popülizmin geri dönmüş olması… Zira ideolojik zorlamaların çare olmadığını fark eden muhalefet partileri bir taraftan sessiz ittifak yapmışken, diğer taraftan da ortanca seçmenin duygularına hitap etmeyi ihmal etmediler. En azından çok uçuk olmayan asgari ücretin 1400, 1500 ya da 1800 TL olacağı vaadi, emeklilere verileceği ifade edilen ikramiyeler, köylülere mazot desteği gibi şahsen modasının 1990’lı yıllarda kaldığını düşündüğün realist olmayan vaadlerin de seçmen nezdinde karşılık bulduğunu düşünüyorum. Bazı bilimsel çalışmalar, gelir düzeyinin 10.000 doların altında olan seçmen profilinin bu tür vaadleri önemsediği ve duygusal karar verdiği yönünde sonuçları öngörmektedir. Yine şahsen gözlemlediğim diğer bir husus ise AK Parti’nin de diğer seçimlerle kıyaslandığında az da olsa popülizme kaydığı yönündedir. Zira belki de böyle bir seçim kampanyasını beklemeyen AK Parti’de durum panik havası oluşturmuş olabilir.

Sonuçta etkili olan diğer bir hususun ise lider olduğu kanaatindeyim. Doğu toplumları karizmatik liderleri sever. Demirel’e, Erbakan’a, Türkeş’e, Özalan ya da Ecevit’e itibar etmesinin nedeni de bu bence. Tayyip Erdoğan ise en son belki de en karizmatik liderdi. Öyle ya da böyle artık AK Partinin başında değil. Geçmişte yaşanan Akbulut modeli yeni başbakanı ürkütmüş olmalı ki, partiye hâkimiyetini göstermek üzere kamuoyuna da yansımış çeşitli tartışmaların tarafı oldu. Dolmabahçe görüşmesi ya da Hakan Fidanın adaylığı gibi. İyi bir bilim adamı başarılı bir bürokrat ve bakan olan Davutoğlu henüz rüştünü tam olarak ispatlayamadan, bir başka deyişle bir seneden daha kısa bir sürede seçim kampanyasını üslenmek zorunda kaldı. Doğrusu seçim müzikleri de dombıra ya da “aynı” da olduğu kadar başarılı değildi.

Bütün bunlara rağmen seçimin galibi hiç şüphesiz AK Parti... İkinci parti ile bile arasında 15 puan var. AK Parti rakiplerine galip ama kendi içerisinde mağlup… Zira oy düşüşü yaşadı. Şimdiye kadar bütün seçimlerde oyunu yükselten AK parti bu seçimde bir öncekine göre 7-8 puan kaybetmiştir. Bu elbette parti yetkililerinin külahı indirip düşünmelerini gerektirmektedir. 2009 yerel seçimlerinde de, yaşanan küresel krizin etkisiyle oy düşüşü yaşayan parti bir sonraki seçimde durumu toparlamıştı. Yaşanan; uygulanan strateji ile AK Partinin geriletilmesi ve tek başına iktidarının engellenmesidir. Bu elbette muhalefet için bir başarıdır.

Yukarıda ifade ettiğim üzere böyle bir sonuç koalisyonu zorunlu kılıyor ama, bu da pek mümkün gözükmüyor. Zira AK Parti dışındakiler sayısal çoğunluğu sağlamış gibi gözükseler de politik farklılıkları bunu mümkün kılmaz. MHP ile HDP’nin bir araya gelmesi beklenmiyor ama böyle bir şeyin herhangi bir şekilde gündeme gelmesi bu partilerde özellikle MHP’de istifalara yol açabilir. Hiç kimse HDP ile koalisyon yapmayı istemeyecektir. AK Parti ile MHP ise özellikle çözüm süreci konusundaki duruşları nedeniyle pek mümkün gözükmemektedir. Zira birisinin en önemli gördüğü ve büyük risklerle önemli ilerleme sağladığı çözüm sürecini feda etmeye, diğerinin de karşı duruşunu bozmaya hiç mi hiç niyeti yok gözüküyor. CHP ile AK partinin koalisyonu ise tabanı rahatsız edecektir. Ezcümle; bizi erken bir seçim beklemektedir. Zira anayasa hükümetlerin kurulamadığı durumlarda seçimin yenilenmesini emretmektedir.

Başkanlık tartışmalarına gelince, bunun bir süreliğine rafa kaldırıldığında şüphe yoktur. Gerek hükümet gerek cumhurbaşkanı bu konuda çok çaba sarf etti ama sonuç bunu mümkün kılmıyor. Belki de önümüzdeki günlerin hararetli tartışma konusu bu olacak. Zira her nasıl Meclisin Cumhurbaşkanını seçememesi Türkiye’yi Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine itmişse, hükümetlerin kurulaması da, belki seçim kanununu da değiştirmeyi içerecek şekilde, önümüzdeki günlerin hararetli tartışma konusu olabilir. Temennimiz, bu durumun, bu belirsizliğin bir an önce sona ermesinden yanadır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.