İnançlar, metafizik olması nedeniyle, beş duyu ile her zaman izah edilemediğinden birçok zaman pozitif bilimle çatışır. Bu yüzden de inanç bağlantısı zayıf olan kimseler dinin bilimle çatışan tarafını kabul etmez. Çünkü merkeze koyduğu şey mülkün sahibi olan Allah’ın kendisine bildirdiği hükümler (bilgi) değil, aklıyla geliştirdiğini düşündüğü bilimsel bilgidir.
Geçmişte de günümüzde de insanların kahir ekseriyetinin hayatı doğa üstü kimi ön kabullerin etkisi altındadır. Bu etki dine mesafeli kimseler tarafından her ne kadar geçmişteki imkansızlıklarla ilişkilendirilse de, refah düzeyi yüksek günümüz insanının hayatı da önemli ölçüde mevzubahis değişkenlerle etkileşim içerisindedir. Nitekim bir önceki yazımızda değerlendirmeye aldığımız kavram (Armagedon) doğrudan inançla ilgilidir ve bu inançtan beslenenlerin büyük bir çoğunluğu da Amerika ve İsrail’de yaşamaktadır.
Yahudi devletinin Filistin topraklarında kuruluşu, bu devlete verilen İsrail adı, bu devletin kullandığı bayrak, nihai başkentin Kudüs olarak kabulü kutsal kabul ettikleri kaynaklara dayanır. Hatta İsrail parlamentosunun ‘Knesset’ olarak isimlendirilmesi bile bu kaynaklardan neşvü nemadır. Cumartesi gününün tatil olması da dinsel nedenlere dayalıdır, Büyük İsrail (arz-ı mev’ud) de... Politik düşüncenin kaynağı olan ‘siyonizm’ de öyle… Ve İsrail yasaları çıkarılırken Yahudi dini kaynakları referans olarak alınır, yasal boşluklar Yahudi şeriatine göre doldurulur. 2018’de kabul edilen ve anayasa yerine geçen "Yahudi Ulus Devleti" düzenlemesi konuya yasal altyapı da getirmiştir.
Yahudiler’de bu inanç öylesine kuvvetlidir ki; İsrail’den önceki devletlerini 2000 küsur sene önce kaybetmelerine ve bu süre zarfında horlamış, sürülmüş, katliama maruz kalmış olmalarına rağmen ne dinlerin terkettiler ne de dillerini… Ve elbet ne de inanç ve ümitlerini… Nesilden nesile aktarılan inanç dünyanın dört bir yanındaki insanları aynı amaçta birleştirdi ve ikibin küsur sene sonra İsrail’i kurmayı başardılar.
Yahudiler dağılmışlıklarına rağmen bütün sürgün yılları boyunca azınlık psikolojisinden hareketle hiçbir zaman pes etmemiş, azınlık olmalarının getirdiği zorluklara binlerce yıl dayanmış ve kültürel kodlarını muhafaza etmişlerdir. Bir başka deyişle çoğunluğun doğruları onları bağlamamıştır.
Sürekli Yahudilerin iyi iktisatçı ve girişimci olduğunu düşünürüz. Zira baktığımızda gerçekten de ileri gelen iktisatçıların çoğunun Yahudi kökenli olduğu görülür. Çok büyük şirketler de onlarındır. Öyle değilse bile onlarla mutlaka bir iltisakı vardır. Onlara rağmen ya da onlara karşı stratejik bir üstünlüğünüzü asla kabullenmezler.
Malum olduğu üzere Yahudiler İsrail hariç diğer bütün ülkelerde azınlık durumundadırlar... Onları öne çıkaran pek tabii olarak nicelikleri değil, nitelikleridir. Yahudilik bir sadece bir din de değildir; bir idoldür, ideolojidir, inançtır, bağlılıktır. Ve aynı zamanda bir ırktır. Renkleri, dilleri, orijinleri farklı da olsa, hatta kimileri ateist bile olsa ortak paydaları Yahudiliktir. Nitekim, çoğunluğa sahip oldukları İsrail’de kendilerini gettolara kapatmış ultra Ortodoks Yahudiler de, (afedersiniz) eşcinselliğe kadar kabul gören seküler Yahudiler de aynı ideolojiden beslenir.
Allah her insanı fıtraten eşit yaratmıştır. Yahudileri öne çıkaran sahip oldukları hayat felsefelerinin gerçek dünya ile uyumlu olmasıdır. Yahudileri bilimde, ticarette, siyasette öne çıkaran bir başka şey, onların daha zeki olmaları değil, Yahudi ideolojisine olan bağlılıklarıdır. Geçmişte Yahudilerin toplumdan dışlanması, gettolarda yaşamaya zorlanmaları onları sürekli teyakkuz halinde yaşamaya zorlamış ve üretkenleştirmiştir. Bu felsefe onları önce ticarete, sonraki süreçte bilime ve en nihayet siyasete ve askerliğe yönlendirmiştir. Bu anlamda bilimin, ticaretin, refahın gelişimine katkıları da olmuştur. Ancak bu katkıları bir sonuçtur. Bir başka deyişle insanlığın refahını artırmak gibi bir saikle hareket etmezler.
Yahudilerin ticarette, bilimde, siyasette… öne çıkmış olmalarının bir nedeni de İslam’da ‘hicret’ olarak isimlendirilen ‘ibadetin’, elbette bu kasıtla değil, hayatlarında karşılık bulmasıdır. Hicret, malum, zorunlu sebepten kişinin yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalmasıdır. Hicret bir kaçış değil, bir anlamda mevzi-güç kazanmak için ordunun ric’at etmesidir. Bir başka deyişle kişinin geri dönmek üzere yaşadığı yerden ayrılmasıdır.
Yahudiler zahiri sebep olarak bulundukları toplumlarda meydana getirdikleri nefret, batıni sebep olarak da ‘lanetli’ olmaları nedeniyle geçmişten günümüze bulundukları yerlerden sürekli ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bu yüzden de sürekli diken üstünde olmuşlar, birikimlerini taşıyamayacakları gayri menkullere değil, taşıyabilecekleri menkullere, yani para ya da altına tahvil etmişlerdir. Bugün ‘banka’ olarak isimlendirilen faizli kurumların öncüleri olmaları da bu yüzdendir.
Yahudilerde de tehcir, (hicret; iradi olan zorunlu göç, tehcir iradi olmayan zorunlu göç, Yahudilerin İsrail devleti kuruluncaya kadar olan göçleri daha çok tehcirdir) geri dönüş amaçlıdır. Nitekim kendileri bakımından kadim toprak olan Filistin’e ikibin küsur sene sonra geri dönmeyi hayata geçirmiş olmaları bu inancın bir sonucudur. Milyonlarca Yahudi yerinden-yurdundan, işinden-hayatından olmuştur ama nesilden nesile aktardıkları hayalleri de gerçek olmuştur. Bir başka deyişle en son devletleri tam 2300 sene önce yıkılan Yahudiler, küçük ve dağınık nüfuslarına rağmen, nesilden nesile bu ideolojiyi aşılayarak İsrail devletini üstelik kadim topraklarda, yani Filistin’de yeniden kurmuşlardır. (devamı var).