Ya da şöyle soralım; oyun gerçekten bozulmuş mudur… Veya işin içerisinde oyun, oyunun içerisinde başka oyunlar mı var… Uluslararası ilişkilerdeki çoklu değişkenler bu soruları ve daha fazlasını sormamızı gerektiriyor. Misyon sahibi olmak zor iş… Anne baba misyon sahibidir mesela… Çocuklarının geleceğe dair onların göremedikleri pek çok hususta endişelidirler. Zira tecrübesizliği hayata bodoslama daldığını fark etmesinin önüne geçer.
Etrafta olan biteni görebilmek, bir adım ötesi hakkında fikrinizin olmasını gerektirir. Ya da eğer devlet sorumluluğunuz varsa güvenliğinizin sınırınızdan başlamadığını bilmelisiniz. Bu yüzden duygusal akla değil, devlet aklına sahip olmalısınız… Saddam gibi, Esed gibi, Kaddafi gibi ya da Suud yönetimi gibi bir devlet aklınız olmazsa; sizi kullananlar, kaynaklarınızı sömürenler, emrine amadeyken, bütün doğal ve insan kaynaklarınızı emrine sunmuşken bile aşağılar sizi… Hizmette kusurun bedeli ise ölümdür.
Devlet aklından bahsetmişsem, duygusal aklı yermiş gibi gözüksem de; ‘dış politikada duygusallığa yer yoktur, dış politikada realiteler vardır’ demiyorum elbette… Dış politikada duygusallığa değil, maceraya yer yoktur. Dış politikada duygusallığa yer yoktur diyenler; söz gelimi Suriye’de Esed güçlü ise (kanlı) elini sıkmamızı salıkvermekteler… Ya da bölgede Amerika veya İsrail’in borusu ötüyorsa, onlarla birlikte, onların açtığı kanaldan ya da yoldan gitmeyi gerektirir reel politik... Veya Suriyeli mültecileri ölüme terketmeyi… Oysa bir devlet, hatta her kişi ayrı ayrı ‘dünyayı değiştirmeyi’ misyon edinmeli kendisine… Bu bir idealdir… Azmi, sabrı gerektirir. Sonuç almak sizin işiniz değildir.
Türkiye bu anlamda sahip olduğu misyonu, stratejik coğrafi konumu, nüfuz alanı, hinterlandı, mazlum coğrafyalarından yükselen çığlıklar gibi nedenlerle; ‘neye malolursa olsun, yurtta da cihanda da sulh’ diyemez. Yeni ilkeyi de koymuştur aslında; ‘dik duracağız, ama diklenmeyeceğiz…’ Bir de bu yurtta sulh, cihanda sulh’ öylesine söylenmiş bir söz müdür diye düşünmek gerekir. Yoksa dış politikadaki ilgisizliğe mi işaret eder. Geçmişe bakılırsa; az sayıdaki istisna dışında böyle bir misyon üslendiğini rahatlıkla görebiliriz diye düşünüyorum. Zira, etrafına kapalı, dünya ile ilgilenmeyen, 80’li yıllara kadar Marmara’nın dışında tek başına tatbikat bile yapmayan-yapamayan, misyonu ile bağ kurmayan geçmiş şu kadar sene var ortada... Sözle uyumlu yani... Tersi de yurtta harp cihanda harp değildir elbette…
Türkiye on küsur yıldır bölgede, 2011’den beri sınırında yaşananlar adeta bıçağı kemiğe dayayınca ayranı kabarttı… Geçmişte de var aslında bunun benzer örneği; Kıbrıs barış harekatı… Garantör devlet olduğu halde soykırım noktasına gelen katliamlara rağmen Kıbrıs’a 1974’ e kadar müdahale edememişti… Rumlar ‘bekledim de gelmedin’ şarkısı dinletiyorlardı mücahitlere… Jetlerin ada üzerinde uçurulması ve birkaç mevzi bombalama yapılsa da bu girişimler akamete uğramış, uğratılmıştı. İki defa yoldan geri dönmek zorunda kaldı Türkiye... Bunlardan birisi içsel nedenlere dayalı iken, bir diğerinin nedeni meşhur ‘Johnson Mektubu’ idi… Türkiye’yi tehdit eden bu mektuba resmi ağızdan; ‘yeni bir dünya kurulur ve Türkiye’de yerini alır’ (İnönü) denmişse de eski dünyanın içerisinde kalmaya devam ettik ve harekatı düzenleyemedik. Yıl 1974 olunca olaylar öylesine çığırından çıkmıştı ki; ne Amerika ne Sovyetler ve de ne de garantör ülkeler olan İngiltere ve Yunanistan sesini çıkarabildi.
O zamanlar büyük yankı uyandıran ve maalesef Türkiye’ye geri adım attıran ‘mektup’ bugüne gelindiğinde cevap verilmeye bile değer görülmeyerek çöp kutusundaki yerine boyladı. Zaten blöf olduğu aradan bir hafta geçmeden anlaşıldı. Üç uçak dolusu adamını, A Takımını gönderdi Trump; aman durdurun, ne isterseniz kabul diye… Öyle de oldu zaten…
Evet madalyonun bir yüzü böyle gerçekten de… Malum; daha operasyon başlatılmadan Trump cumhurbaşkanını Amerika’ya davet etmişti. Yaklaşık bir ay sonrası için… Kanaatimce operasyonun başarılamayacağını hesabettiler. Apar-topar üç uçak dolusu adam gönderip Türkiye’nin isteklerini kabul etmiş olmaları bu yüzdendi. Yıllarca verdikleri onca desteğe ilan edilen operasyon bölgesindeki mevzileri adeta kaçarcasına terkettiler. Bu gerçek bir geri çekilme mi yoksa yukarıda mevzu bahis ettiğimiz oyun içerisinde bir başka stratejik adım mıydı… Ya da A planı tutmayınca geçilen B planı mı… Adamlar yüz yıllık planlar yapıyorlar; dünyayı şekillendirmek adına… Onlara göre küçük bir bölgesel çatışmayı mı planlayamayacaklar… Terkettikleri yere Rusu, rejimi, kamuflajlı YPG’lisi, yerleşti derhal zira…
Bunların stratejisidir; süreç aleyhlerine döndüğünde, sizi razı edecek, hızınızı kesecek, kararlığınıza zarar verecek birkaç taviz verirler ve en azından daha fazla zarar görmekten kurtulurlar… Kıbrıs Savaşında bu strateji nihai olarak işlemedi. Zira Türkiye ikinci harekatla hedeflerinin ötesinde kazanım elde etti. Ama Bosna savaşında savaşın seyrinin değişmesiyle dış müdahale eş zamanlı geldi. Daha fazlasını başarabilecekken durdurulan savaş, Bosnalı Müslümanların yok sayılmasının önüne geçmişse de, bir açıdan bakarsak da sorunun kendileri bakımından nihai çözümünü (bir bütün olarak yok saymak ya da yok etmek) bir başka bahara erteledi diyebiliriz.
Şimdilerde asker-millet bütünleşmesi, askerin (olması gerektiği gibi) siyasetçinin emrine girmiş, işine odaklanmış ve askere duyulan her zamanki sempatinin göstermelikten kalbi bir seviyeye terfi etmiş olması, askerliğin gerçekten de ‘peygamber ocağı’ olacağına dair emareler, askerlerimizin ve komuta kadememizin her birinin (zihnen) ‘joni’ kılığından ve NATO emrinden çıkıp gerçekten ‘mehmetçik’ rolü üslenip milletin hizmetine girmiş olması, kararlı ve güçlü bir siyasi irade, artık ‘şunu yaparsak falanca ülke ne der’ yerine, birinci ağızdan ‘biz operasyon yapacağız, isterseniz operasyon alanından çekilirsiniz, istemezseniz de biz bayraklarınızı size teslim ederiz’ manifestosuyla kararlılığını ortaya koyan bir irade, mühimmat, araç-gereç ve eğitimli personel sorunu olmayan (yarı) profesyonel bir ordu, ‘oyunu bozar mı’ derseniz, en azından düşmanı yeni oyun planlamaya mecbur htirdiğini söylemek hamasi olmasa gerek… Gazamız mübarek ola…