Yanlış bilinen ve yorumlanan diğer bir husus şudur ki; İslam zenginliği ve daha çok kazanmayı hiçbir şekilde yasaklamış değildir. Ancak sistemin sahip olduğu dinamikler bugün olduğu gibi uçurum düzeyinde gelir ve servet farklılıklarına yol açmaz. Günümüzde kapitalist sistemin en önemli açmazlarından birisi de gelir dağılımı dengesizlikleridir. Bu dengesizlikler bir yandan ülke içerisinde kişiler ve bölgeler arasında iken, bir yandan da uluslararası ve ülkeler arasındadır. Bu fark öylesine açılmıştır ki; kimi şirketler bazı devletlerden bile daha büyüktür. Bu dengesizlikler ülke içerisinde sosyal transferlerle azaltılmaya çalışılmaktadır ama uluslararası sistem bu ve buna benzer müesseselere sahip değildir maalesef...
Madem zengin olmanın önünde bir engel yoksa bir lokma bir hırka da ne oluyor diye sorulabilir. Aslında bunun en güzel örneği zaten her alanda rol modelimiz olması gereken Efendimiz ve onun ashabı… Biliyorsunuz, Efendimiz nübüvvet öncesinde ticaret yapıyordu. Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman gibi sahabiler o dönemin şartlarına göre zengin idiler. Ama İslam’a hizmet gerektiğinde ‘bir lokma bir hırka’ kalmakta hiçbir beis görmediler. Bütün malvarlıklarını bağışladılar. Daha az vermenin yollarını hiç aramadılar-düşünmediler.
Müslümanlar bilir ki; haramın azabı, helalin de hesabı vardır. Malın sahibi de, vereni de, alanı da Allah’tır. Eğer kalbine koymamışsa sahip olduğunu düşündüklerini; iradesi dışında elinden çıktığında da üzülmez. Rızkın onda dokuzunun ticarette olduğunu Efendimiz bildiriyor zaten… Peki zengin olduğumuzda mutlaka bir lokma bir hırka yaşamak zorunda mıyız… Tabii ki değil… Bir başka hadisi şerifte; Allah verdiği nimeti kulunun üzerinde görmek ister buyurulmaktadır. Bu bir çelişki değil, bir opsiyon…
Peki, bütün bunlar varken, birbiriyle çelişiyor gibi gözüken bu hükümlerden hangisi doğru diye sorulabilir. İslam dini genel kanının aksine, esnek bir dindir. Temel referans noktaları belirlenmiştir ama ayrıntıda birçok alan günün şartlarına ve yine bu temel referanslara uygun olarak içtihat müessesesi işletilerek belirlenebilmektedir. Birçok alan, yapılıp yapılmamasında herhangi bir sakıncanın bulunmadığı “mübah” sınırları içerisindedir. Yine bilinenin aksine bu geniş alandaki ayrıntıların belirlenmesinde örf-adetler de etkilidir. Nasıl davranacağınızı belirlerken bütün bunların çok iyi analizi gerekir. İfrat ya da tefrit değil orta yoldur önerilen… Bugün mesela DAEŞ’e sorsanız tek bir seçenek vardır; o da dinden kendi anladığı… FETÖ de aynısını yapmadı mı? Yüzde yüzüne sahip olmak için hiçbir kutsalı tanımadı.
Bir de; fetva, takva, vera vardır, i’sar vardır, ‘birr’ vardır… Zekât vardır, sadaka vardır, sadaka-i cariye vardır… Bunlar sürekli daha iyiye talip olma ile ilgili kişi hayatındaki ‘hareket alanı’dır. Önemli olan sahip olduğunuzu düşündüğünüz zenginliğin paylaşımında gösterdiğiniz hassasiyettir. Eğer ‘verebiliyorsanız’, ‘terk edebiliyorsanız’ sorun yok demektir. Burası bir anlamda da çok tehlikelidir. Efendimiz insanın ayağını kaydıran üç şeyden birisi olarak bahsetmiştir maldan, paradan, zenginlikten… Belki de bir lokma bir hırka yaşayanlar bu tehlike ile muhatap olmak istemediği için böyle yaşamayı tercih ediyorlardır. Bu anlamda duruma göre zayıf müslüman olarak bile nitelendirilebilirler. Kim bilir dünya hayatı için bu kadar cazip bir şeyi elinin tersiyle ittiği için de güçlü müslüman…
Demek ki neymiş; hiç de kapitalizmin bize dayattığı hoyratça tüketim kültürüne mahkum değilmişiz… İlla da; İslam ümmetinin neredeyse tamamının esaret altında, açık bir soykırıma muhatap iken… Kim bilir; horul horul uyumak günlük hesaplar yapmak yerine; , belki de Hz. Ebu Bekir gibi, Hz. Ömer gibi, Hz. Osman gibi davranmamızdır bugün doğru olan… Ufkumuz günlük hesapların; arabayı yenilemenin, evi büyütmenin, tatil planları yapmanın ötesine geçmedikçe ve yine kim bilir; bugün Suriye yarın Türkiye, bugün Irak, yarın Anadolu, bugün Afganlı, Filistinli yarın Türk, Kürt... Anlatabiliyor muyum?