Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

HALİNDEN MEMNUN OLAN KÖLELER-6

Birinci Meclis; kongreleri düzenleyen, kurtuluş savaşını yürüten ve 1921 Anayasasını hazırlayan halka dayalı bir meclistir. Ancak ikinci mecliste Kurtuluş Savaşı’nı yürütenlerin bir kısmı tasfiye edilmiştir. Devlet gücü kullanılarak herhangi bir muhalif görüşü dile getirenler İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmışlardır. Erzurum’da Şalcı Bacı olarak bilinen bir kadın Şapka Kanunu’na karşı çıktı diye kadın olmasına rağmen, İskilipli Atıf Hoca Şapka Kanunu henüz çıkmadan önce yazdığı bir kitap nedeniyle idam edilmiştir mesela… Bunu devrimlerin yerleştirilmesi düşüncesi ile yapılmıştır şeklinde de meşrulaştıramayız.   Osmanlı zamanında tebaa anlamında kul kelimesi kullanılırdı. Cumhuriyet bunu eşit vatandaşlığa yükseltmiştir. Ama gereğinin yapıldığı fevkalade tartışmalıdır. Zira halkın oyu ile seçilmiş partiler pek çok zaman darbeye ve baskıya maruz kalmıştır. Kamusal alan diye askeri kurumlara hatta askeri hastanelere dahi insanlar kabul edilmemişlerdir. Laiklik katı bir şekilde yorumlanarak halkın inancı üzerinde baskı oluşturulmuştur.   Bu bağlamda Mustafa Kemal Atatürk ‘köylü milletin efendisidir’ demiştir ama gerçekten de böyle mi olmuştur? Köylü en değerli şeyi ürettiği halde uzun yıllar (1950 öncesi de sonrası da) kaderine terkedilmiştir adeta… Devletin köylü ile ilgisi yine pek çok zaman siyasi kaygıların, yani popülizmin ötesine geçememiştir. Efendilik, beylik biraz da maddi imkânla ilgili bir konudur. Böyle mi olmuştur gerçekten... Pek çok köylü geçinemediği için şehirlere taşınmak zorunda hmiştir kendisini...   Tevhidi Tedrisat ile eğitim-öğretim tek bir çatı altında toplanmıştır. Eş zamanlı olarak da Osmanlı geleneksel ve köklü eğitim kurumları olan medrese ve tekkeler kapatılmıştır. Daha sonraki süreçte Latin alfabesine geçilerek ‘eski yazı’ olarak adlandırılan Osmanlıcanın yazı dili olarak öğrenilmesi öğretilmesi tamamen yasaklanmıştır. Bu, tarihi bir gerçektir ama halen aramızda yaşayan şahitlerin ifadesiyle de bilinmektedir. Yasaklanan sadece Osmanlıca da değildi ayrıca… Toplumun 99’unun dini olarak kabul ettiği İslam’ın temel kitabı olan Kur’an’ın öğretilmesi de yasaklanmıştı. Böyle olmamıştır ya da olmuştur ama önemsizdir demek midir marifet…   Kurtuluş Savaşı’nın padişahı ülkeden kovmak, monarşi yerine cumhuriyet ilan etmek, hilafeti kaldırmak, tekke ve medreseleri kapatmak, Kur’an ve Arapça öğrenmeyi yasaklamak, harf devrimiyle tarihiyle ve inancıyla bağını koparmak… için yapılmadığını söylemenin neresinde yanlışlık vardır? Kurtuluş savaşına katılan ve şehit olanlar gerçekten bunları mı arzulamıştı.   O zamanki adıyla Mustafa Kemal’i bir Osmanlı paşası olarak Anadolu’ya Kurtuluş Savaşı’nı örgütlemek üzere gönderen kişinin Padişah Vahdettin olduğu bilinmeyen bir gerçek değildir. Zira İstanbul işgal edilmiş ve Osmanlının eli kolu bağlanmış, orduları dağıtılmıştı. Bu durumda en akıllıca yöntem devletin Anadolu’da bir hareket başlatmasıdır. Dolayısıyla Kurtuluş Savaşı bir anlamda padişah adına başlatılmış bir savaştır. İstanbul’dan bin bir güçlüklerle Anadolu’ya savaş malzemesi ve teçhizat da gönderilmiştir zaten…   1921 Anayasası da Osmanlı anayasası olan Teşkilatı Esasiye atıf yapmıştır. Savaşın Osmanlı adına yürütüldüğü buradan da anlaşılmaktadır. Ancak savaş devam ederken kopan bağlar gitgide zayıflamış ve Kurtuluş Savaşı’nda düşman denize dökülünce Osmanlı devletini temsil eden kişi ve kurumlar tasfiye edilmiştir. Bunun önemli adımlarından birisi Osmanlı ailesinin yurt dışına çıkarılmasıdır. Beş parasız yurt dışına çıkarılan Osmanlı hanedanının iktidarı yeniden kazanmak için bir çabası da olmamıştır. Bulaşıkçılık bile yapmışlardır. Özal dönemine kadar erkeklerin turistik olarak bile ülkeye girişlerine izin verilmemiştir.   Halen hayatta olan annemin ifadesiyle birkaç amcası seferberlikte şehit olmuştur. Gitmiş ve bir daha geri dönmemişlerdir. En küçük amcası ise 1974 yılında vefat etmiştir. Tam 12 sene askerlik yapmıştır. Gitmiş ve ancak 12 sene sonra evine dönmüştür. Yine annemin ifadesiyle sürekli Afyon’dan bahsedermiş. Nitekim İzmir’in kurtuluşuna katıldığı da, “düşmanı kovaladık ve kaçmaya fırsat bulamadan denize döktük, denizin yüzeyi şapkalarla doluydu” ifadesinden anlaşılmaktadır. Gerçekten Kurtuluş Savaşı’nda şehit ve gazi olanların ezanın yasaklanması, Kur’an öğrenmenin suç sayılması vb. amaçlarla savaştıklarını ileri sürmek o günün toplumsal yapısı ve öncelikleri göz önünde tutulduğunda çelişkili bir durum oluşturmaz mı? (devam edecek…)  
Ekleme Tarihi: 25 Aralık 2017 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

HALİNDEN MEMNUN OLAN KÖLELER-6

Birinci Meclis; kongreleri düzenleyen, kurtuluş savaşını yürüten ve 1921 Anayasasını hazırlayan halka dayalı bir meclistir. Ancak ikinci mecliste Kurtuluş Savaşı’nı yürütenlerin bir kısmı tasfiye edilmiştir. Devlet gücü kullanılarak herhangi bir muhalif görüşü dile getirenler İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmışlardır. Erzurum’da Şalcı Bacı olarak bilinen bir kadın Şapka Kanunu’na karşı çıktı diye kadın olmasına rağmen, İskilipli Atıf Hoca Şapka Kanunu henüz çıkmadan önce yazdığı bir kitap nedeniyle idam edilmiştir mesela… Bunu devrimlerin yerleştirilmesi düşüncesi ile yapılmıştır şeklinde de meşrulaştıramayız.

 

Osmanlı zamanında tebaa anlamında kul kelimesi kullanılırdı. Cumhuriyet bunu eşit vatandaşlığa yükseltmiştir. Ama gereğinin yapıldığı fevkalade tartışmalıdır. Zira halkın oyu ile seçilmiş partiler pek çok zaman darbeye ve baskıya maruz kalmıştır. Kamusal alan diye askeri kurumlara hatta askeri hastanelere dahi insanlar kabul edilmemişlerdir. Laiklik katı bir şekilde yorumlanarak halkın inancı üzerinde baskı oluşturulmuştur.

 

Bu bağlamda Mustafa Kemal Atatürk ‘köylü milletin efendisidir’ demiştir ama gerçekten de böyle mi olmuştur? Köylü en değerli şeyi ürettiği halde uzun yıllar (1950 öncesi de sonrası da) kaderine terkedilmiştir adeta… Devletin köylü ile ilgisi yine pek çok zaman siyasi kaygıların, yani popülizmin ötesine geçememiştir. Efendilik, beylik biraz da maddi imkânla ilgili bir konudur. Böyle mi olmuştur gerçekten... Pek çok köylü geçinemediği için şehirlere taşınmak zorunda hmiştir kendisini...

 

Tevhidi Tedrisat ile eğitim-öğretim tek bir çatı altında toplanmıştır. Eş zamanlı olarak da Osmanlı geleneksel ve köklü eğitim kurumları olan medrese ve tekkeler kapatılmıştır. Daha sonraki süreçte Latin alfabesine geçilerek ‘eski yazı’ olarak adlandırılan Osmanlıcanın yazı dili olarak öğrenilmesi öğretilmesi tamamen yasaklanmıştır. Bu, tarihi bir gerçektir ama halen aramızda yaşayan şahitlerin ifadesiyle de bilinmektedir. Yasaklanan sadece Osmanlıca da değildi ayrıca… Toplumun 99’unun dini olarak kabul ettiği İslam’ın temel kitabı olan Kur’an’ın öğretilmesi de yasaklanmıştı. Böyle olmamıştır ya da olmuştur ama önemsizdir demek midir marifet…

 

Kurtuluş Savaşı’nın padişahı ülkeden kovmak, monarşi yerine cumhuriyet ilan etmek, hilafeti kaldırmak, tekke ve medreseleri kapatmak, Kur’an ve Arapça öğrenmeyi yasaklamak, harf devrimiyle tarihiyle ve inancıyla bağını koparmak… için yapılmadığını söylemenin neresinde yanlışlık vardır? Kurtuluş savaşına katılan ve şehit olanlar gerçekten bunları mı arzulamıştı.

 

O zamanki adıyla Mustafa Kemal’i bir Osmanlı paşası olarak Anadolu’ya Kurtuluş Savaşı’nı örgütlemek üzere gönderen kişinin Padişah Vahdettin olduğu bilinmeyen bir gerçek değildir. Zira İstanbul işgal edilmiş ve Osmanlının eli kolu bağlanmış, orduları dağıtılmıştı. Bu durumda en akıllıca yöntem devletin Anadolu’da bir hareket başlatmasıdır. Dolayısıyla Kurtuluş Savaşı bir anlamda padişah adına başlatılmış bir savaştır. İstanbul’dan bin bir güçlüklerle Anadolu’ya savaş malzemesi ve teçhizat da gönderilmiştir zaten…

 

1921 Anayasası da Osmanlı anayasası olan Teşkilatı Esasiye atıf yapmıştır. Savaşın Osmanlı adına yürütüldüğü buradan da anlaşılmaktadır. Ancak savaş devam ederken kopan bağlar gitgide zayıflamış ve Kurtuluş Savaşı’nda düşman denize dökülünce Osmanlı devletini temsil eden kişi ve kurumlar tasfiye edilmiştir. Bunun önemli adımlarından birisi Osmanlı ailesinin yurt dışına çıkarılmasıdır. Beş parasız yurt dışına çıkarılan Osmanlı hanedanının iktidarı yeniden kazanmak için bir çabası da olmamıştır. Bulaşıkçılık bile yapmışlardır. Özal dönemine kadar erkeklerin turistik olarak bile ülkeye girişlerine izin verilmemiştir.

 

Halen hayatta olan annemin ifadesiyle birkaç amcası seferberlikte şehit olmuştur. Gitmiş ve bir daha geri dönmemişlerdir. En küçük amcası ise 1974 yılında vefat etmiştir. Tam 12 sene askerlik yapmıştır. Gitmiş ve ancak 12 sene sonra evine dönmüştür. Yine annemin ifadesiyle sürekli Afyon’dan bahsedermiş. Nitekim İzmir’in kurtuluşuna katıldığı da, “düşmanı kovaladık ve kaçmaya fırsat bulamadan denize döktük, denizin yüzeyi şapkalarla doluydu” ifadesinden anlaşılmaktadır. Gerçekten Kurtuluş Savaşı’nda şehit ve gazi olanların ezanın yasaklanması, Kur’an öğrenmenin suç sayılması vb. amaçlarla savaştıklarını ileri sürmek o günün toplumsal yapısı ve öncelikleri göz önünde tutulduğunda çelişkili bir durum oluşturmaz mı? (devam edecek…)

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.