Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

BEDELLİ ASKERLİK

Önceden eleştirirdim; zengin bebeleri biriktikçe bedelli çıkarılıyor diye… Yine gündeme geldi. Öyle ya; sıradan insanın belki de bir ömür biriktiremediği tasarruflar, bu kişiler için cep harçlığı bile değil duruma göre… Hiç heveslenmedim, heveslenemedim daha doğrusu… Zira askere gittiğimde eşim ve çocuklarımın ve elbette askerde kendi masraflarımı karşılamak için bile askerliğimi bir kaç defa erteletmek zorunda kalmıştım. Bir başka deyişle bedelli çıksa da verecek param yoktu ki… Nitekim bedelli benim dönemimde de çıktı. Millet 28 gün gitti ve geldi…   Askerliği kutsayanlardan değilim. Peygamber ocağı olmaktan çıkalı da hayli zaman oldu. Gidip herkes tıpış tıpış yapsın demiyorum. Benim neyim eksikti de gittim, onlar da gitsinler modunda değilim. Ayrıca askerliği bedelli değil, “bedenli”yaptığıma da mutluyum. Onun da bir tecrübe olduğunu düşünüyorum kendi açımdan… Ama askerde gördüğüm manzara o ki; bir çok kişi için askerlik bir hapis hayatı…   Osmanlı, misyonu ve coğrafi konumu gereği, asker bir toplum yapısına sahipti. Askerliğin finansmanı da öyle… Tımar sistemi vasıtasıyla gayet iyi bir sistem kurmuştu ilk zamanlarda… Şimdilerde olduğu gibi, insanlardan zorla alınan paralarla (vergi) finanse edilmiyordu askerlik… (Gerçi askerliğin kendisi de bedeni bir vergi ya…) Adeta yarı gönüllü bir sistemle karşılanıyordu askerin masrafları bu dönemde…   Elbette süreç içerisinde Osmanlıda da sistem değişime uğradı ama, konjonktür yeterince takip edilememiş olmalı ki, asker kimi zaman, yeniçerilerde olduğu gibi, devletin başına bela oldu. Dışarıda savaşlar kaybedilmeye başlanınca içeride kazan kaldırıyor, kelle avcılığı yapıyordu. Belki de askerdeki darbe geleneği bu dönemden kalmıştır. Nitekim vaka-i hayriye ile kanlı bir şekilde neticelenen kazan kaldırmalar, maalesef günümüze kadar devam etmiştir. Kanaatimce Ergenekon ve Balyoz süreci, ülkemiz için ikinci ama kansız vakai hayriye olmuştur. En azından benim temennim o ama, asker doğrudan sorumlu olmasa da, son darbe girişimi (17 Aralık) geçeli daha bir yıl bile olmadı. Çok emin olmamak gerek yani… Şimdilik karantina altına alındı ama, darbeci düşünceyi söküp atmak öyle kolay değil…   Bakıyorum “bedelli” tekrar gündemde… Ama neyse ki yeni başbakan geçit vermedi. Elbette, bedelli bir çözüm değildir. 1990′lı yıllara kadar belki de gerekli olan “zorunlu askerlik” artık bir ihtiyaç olmaktan çıkmıştır. Zira Türkiye o dönemde Sovyet sınırında, NATO üyesi bir ülke idi. Bir başka deyişle o günün şartlarında NATO en tehlikeli görevleri Türkiye’ye vermişti. Bir taraftan NATO şemsiyesi altında olmasının bir bedeli olarak ittifak sınırını koruna adına ileri karakolda adeta jandarmalık görevi verilen Türkiye, yeterli donanıma da sahip olmadığından, ister-istemez personelle sorunu hal yolunu seçmişti.   İkinci önemli neden ise, Cumhuriyetin kuruluş felsefisidir. Malum, cumhuriyet asker kişilerce kuruldu. Ama adının aksine halka dayanmayan, halka “dayatılan” cumhuriyetin kabul süreci, herkesi “askerin rahle-i tedrisinden” geçirilmesini, askerin varlığını ve gücünü hissettirmesini gerektiriyordu. Nitekim nefesini sürekli milletin ensesinde hissettirdi zaten… Daha bir kaç sene önceye kadar herkes, hatta hükümetler “bu konuda asker ne der acaba…” diye düşünür, beyinlerimize vurulan kilidi bir türlü açamazdık. Asker de bunu karşılıksız bırakmaz, iç ve dış tehditlerle uğraşmak yerine, bildiriler yayınlar, beyanatlar verirdi. Şimdiki genel kurmay başkanının “ses rengini” tanımıyor olmaktan fevkalade mutluyum. Zira genel kurmay başkanının “sorumlu olduğu” bir başbakan, “emrinde olduğu” bir cumhurbaşkanı ve “ilgili olduğu” bir Milli Savunma Bakanı var.   Elbette makul nedenler de yok değil, askerliğin geçmişte zorunlu olması gerektiğine dair… Malum, Osmanlı yıkılıp yerine kurulan Cumhuriyet, herbiri tartışmalı olan “devrimlere” imza atmıştı. Bunların en önemlilerinden birisi de “harf devrimi” idi. Zaten düşük olan okuma yazma bilenlerin sayısı Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında şehit olanlarla iyice azalmış, harf devrimi olayın bu açıdan tuzu-biberi olmuştu. Askerlik aynı zamanda bir eğitim birimi olarak kullanıldı Cumhuriyetin ilk yıllarında… İdeolojik eğitimin yanında okuma-yazma başta olmak üzere, hayatlarını disipline edecek şeyler öğretilirdi halka… Eskiden Anadolu’da askerliğini yapmayanın “adam sayılmamasının” nedeni de bu olsa gerek…   Neyse ki o günler geride kaldı. Artık, askerlik sıradan insan için bir eğitim yeri olmaktan çıkalı çok oldu. Bir çok kişi için bir zaman kaybı… Şimdilerde, kanatimce, bu ihtiyaç üniversiteler vasıtasıyla karşılanıyor, karşılanmalı… Artık üniversite “rahle-i tedrisinden” geçmek, kişiliğin oluşumunda birinci sırada olmalı.   Askerliğin ne olacağı ise çok da bilinmedik değil… Askerliğin meslek haline gelmesi bir taraftan istihdamın çözümüne katkıda bulunacak, bir taraftan da askerliği profesyoneller yapacak. Böylece de ne gereksiz yere insanlar zorunlu ikamete tabi olacaklar, ne de bu yüzden insanlar hayat planlarını bozacaklar… Şükürler olsun Türkiye NATO’nun korumasına da muhtaç değil, Sovyet tehdidi de yok artık… Türkiye kendi silah ve teçhizatını da önemli ölçüde üretebiliyor. Türkiye’nin zaten başlattığı profesyonelleşmeyi bir an önce tamamlayıp, sistemini büyük ve hantal yapısından, küçük ve vurucu, ateş gücü yüksek ve çevik, personele değil teçhizata dayalı bir sisteme devşirip, profesyonelliğini bir an önce tamamlaması gerekir. Böylece de “bedelliydi-bedelsizdi” tartışması ila-nihaye bitecektir.  
Ekleme Tarihi: 18 Kasım 2014 - Salı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

BEDELLİ ASKERLİK

Önceden eleştirirdim; zengin bebeleri biriktikçe bedelli çıkarılıyor diye… Yine gündeme geldi. Öyle ya; sıradan insanın belki de bir ömür biriktiremediği tasarruflar, bu kişiler için cep harçlığı bile değil duruma göre… Hiç heveslenmedim, heveslenemedim daha doğrusu… Zira askere gittiğimde eşim ve çocuklarımın ve elbette askerde kendi masraflarımı karşılamak için bile askerliğimi bir kaç defa erteletmek zorunda kalmıştım. Bir başka deyişle bedelli çıksa da verecek param yoktu ki… Nitekim bedelli benim dönemimde de çıktı. Millet 28 gün gitti ve geldi…

 

Askerliği kutsayanlardan değilim. Peygamber ocağı olmaktan çıkalı da hayli zaman oldu. Gidip herkes tıpış tıpış yapsın demiyorum. Benim neyim eksikti de gittim, onlar da gitsinler modunda değilim. Ayrıca askerliği bedelli değil, “bedenli”yaptığıma da mutluyum. Onun da bir tecrübe olduğunu düşünüyorum kendi açımdan… Ama askerde gördüğüm manzara o ki; bir çok kişi için askerlik bir hapis hayatı…

 

Osmanlı, misyonu ve coğrafi konumu gereği, asker bir toplum yapısına sahipti. Askerliğin finansmanı da öyle… Tımar sistemi vasıtasıyla gayet iyi bir sistem kurmuştu ilk zamanlarda… Şimdilerde olduğu gibi, insanlardan zorla alınan paralarla (vergi) finanse edilmiyordu askerlik… (Gerçi askerliğin kendisi de bedeni bir vergi ya…) Adeta yarı gönüllü bir sistemle karşılanıyordu askerin masrafları bu dönemde…

 

Elbette süreç içerisinde Osmanlıda da sistem değişime uğradı ama, konjonktür yeterince takip edilememiş olmalı ki, asker kimi zaman, yeniçerilerde olduğu gibi, devletin başına bela oldu. Dışarıda savaşlar kaybedilmeye başlanınca içeride kazan kaldırıyor, kelle avcılığı yapıyordu. Belki de askerdeki darbe geleneği bu dönemden kalmıştır. Nitekim vaka-i hayriye ile kanlı bir şekilde neticelenen kazan kaldırmalar, maalesef günümüze kadar devam etmiştir. Kanaatimce Ergenekon ve Balyoz süreci, ülkemiz için ikinci ama kansız vakai hayriye olmuştur. En azından benim temennim o ama, asker doğrudan sorumlu olmasa da, son darbe girişimi (17 Aralık) geçeli daha bir yıl bile olmadı. Çok emin olmamak gerek yani… Şimdilik karantina altına alındı ama, darbeci düşünceyi söküp atmak öyle kolay değil…

 

Bakıyorum “bedelli” tekrar gündemde… Ama neyse ki yeni başbakan geçit vermedi. Elbette, bedelli bir çözüm değildir. 1990′lı yıllara kadar belki de gerekli olan “zorunlu askerlik” artık bir ihtiyaç olmaktan çıkmıştır. Zira Türkiye o dönemde Sovyet sınırında, NATO üyesi bir ülke idi. Bir başka deyişle o günün şartlarında NATO en tehlikeli görevleri Türkiye’ye vermişti. Bir taraftan NATO şemsiyesi altında olmasının bir bedeli olarak ittifak sınırını koruna adına ileri karakolda adeta jandarmalık görevi verilen Türkiye, yeterli donanıma da sahip olmadığından, ister-istemez personelle sorunu hal yolunu seçmişti.

 

İkinci önemli neden ise, Cumhuriyetin kuruluş felsefisidir. Malum, cumhuriyet asker kişilerce kuruldu. Ama adının aksine halka dayanmayan, halka “dayatılan” cumhuriyetin kabul süreci, herkesi “askerin rahle-i tedrisinden” geçirilmesini, askerin varlığını ve gücünü hissettirmesini gerektiriyordu. Nitekim nefesini sürekli milletin ensesinde hissettirdi zaten… Daha bir kaç sene önceye kadar herkes, hatta hükümetler “bu konuda asker ne der acaba…” diye düşünür, beyinlerimize vurulan kilidi bir türlü açamazdık. Asker de bunu karşılıksız bırakmaz, iç ve dış tehditlerle uğraşmak yerine, bildiriler yayınlar, beyanatlar verirdi. Şimdiki genel kurmay başkanının “ses rengini” tanımıyor olmaktan fevkalade mutluyum. Zira genel kurmay başkanının “sorumlu olduğu” bir başbakan, “emrinde olduğu” bir cumhurbaşkanı ve “ilgili olduğu” bir Milli Savunma Bakanı var.

 

Elbette makul nedenler de yok değil, askerliğin geçmişte zorunlu olması gerektiğine dair… Malum, Osmanlı yıkılıp yerine kurulan Cumhuriyet, herbiri tartışmalı olan “devrimlere” imza atmıştı. Bunların en önemlilerinden birisi de “harf devrimi” idi. Zaten düşük olan okuma yazma bilenlerin sayısı Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşında şehit olanlarla iyice azalmış, harf devrimi olayın bu açıdan tuzu-biberi olmuştu. Askerlik aynı zamanda bir eğitim birimi olarak kullanıldı Cumhuriyetin ilk yıllarında… İdeolojik eğitimin yanında okuma-yazma başta olmak üzere, hayatlarını disipline edecek şeyler öğretilirdi halka… Eskiden Anadolu’da askerliğini yapmayanın “adam sayılmamasının” nedeni de bu olsa gerek…

 

Neyse ki o günler geride kaldı. Artık, askerlik sıradan insan için bir eğitim yeri olmaktan çıkalı çok oldu. Bir çok kişi için bir zaman kaybı… Şimdilerde, kanatimce, bu ihtiyaç üniversiteler vasıtasıyla karşılanıyor, karşılanmalı… Artık üniversite “rahle-i tedrisinden” geçmek, kişiliğin oluşumunda birinci sırada olmalı.

 

Askerliğin ne olacağı ise çok da bilinmedik değil… Askerliğin meslek haline gelmesi bir taraftan istihdamın çözümüne katkıda bulunacak, bir taraftan da askerliği profesyoneller yapacak. Böylece de ne gereksiz yere insanlar zorunlu ikamete tabi olacaklar, ne de bu yüzden insanlar hayat planlarını bozacaklar… Şükürler olsun Türkiye NATO’nun korumasına da muhtaç değil, Sovyet tehdidi de yok artık… Türkiye kendi silah ve teçhizatını da önemli ölçüde üretebiliyor. Türkiye’nin zaten başlattığı profesyonelleşmeyi bir an önce tamamlayıp, sistemini büyük ve hantal yapısından, küçük ve vurucu, ateş gücü yüksek ve çevik, personele değil teçhizata dayalı bir sisteme devşirip, profesyonelliğini bir an önce tamamlaması gerekir. Böylece de “bedelliydi-bedelsizdi” tartışması ila-nihaye bitecektir.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.