Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

VESAYET

  SSCB 1990'lı yılların başında dağılınca, en büyük ve kurucu ülke Rusya adeta mafyanın eline kaldı. Batının pompaladığı ve kahramanlaştırdığı Yeltsin'in ise gerçekte bir korkak olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Zira ülkeyi saran mafya ve çetelerle mücadele etmek bir yana, bölgesel savaşları bile yönetemedi. Çeçenistan savaşındaki acziyeti ve Çeçen liderlerin ayağına gidip onlara adeta yalvarması ise bunun somut kanıtı... İsteyen internetten Yeltsin’in acziyetini görebilir. Yaptığı tek kahramanlık, komünist darbe girişimine karşı tankın üstüne çıkıp açıklama yapmasıydı. Bunu da Batı basınının abarttığını düşünüyorum. Bir de giderayak o zamana kadar kimsenin tanımadığı bir KGB ajanı olan Putin'i yerine önermesi... Belki Yeltsin Batının adamı idi ama Putin hiç de öyle değildi. Olmamalıydı da zaten... Geldi ve işini yaptı. Kimsenin sözüne aldırış etmedi ve ülkesinin çıkarları için kimseyi memnun etme çabasına girmedi. Sadece halkını memnun etmeye ve ülkesinin çıkarlarına odaklandı. Çete-mafyanın ülkenin dağılması esnasında elde ettiği olağanüstü kazançları ellerinden çekip aldı ve halkının refahına kullandı. Zira birkaç yılda dünyanın sayılı zenginleri arasına giren oligarklar bu servetlerini hiç de hukuka uygun elde etmemişlerdi. Ülkede çete-mafya öylesine kol geziyordu ki, artık bütün dünya haberdar olmuştu Rus mafyasından... Öyle böyle değil, adamların gazeteleri, televizyonları ve bir kaç yılda elde ettikleri büyük servetleriyle devleti tehdit ediyorlardı. Putin işe buradan başladı. Hepsinin canına okudu. Ya ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar ya da hapse girmekten kurtulamadılar. Ama Rusya "oligarklar"dan kurtuldu. Devleti tehdit cesareti gösterenlerin sonu da bu olmalı zaten... Devlet ne mafyaya ne çeteye teslim edilir. Adının orada şu, burada bu olmasının bir önemi de yok... Türkiye ise Rusya'da yaşananın bir benzerini 1990'lı yıllarda yaşadı. O yıllarda sabah erken kalkan kendisini mafya ilan ediyordu. İrili-ufaklı bu çeteler bertaraf edildi şükür... Ancak derin mafyanın bertaraf edilmesi biraz uzun sürdü. Derin mafya (devlet) kurumlara öyle çöreklenmişlerdi ki, söküp atmayı düşünmek bile başlı başına bir tehlike idi. Ellerindeki bütün "devlet imkânlarını" geniş halk kitlelerini için tehdit unsuru olarak kullanıyorlar, onlar gibi düşünmeyenlere hayatı zindan ediyorlardı. Zira ayak takımı olarak gördükleri halkın sağlıklı düşünmesi söz konusu olamazdı onlara göre... Hukukta vasi, kendi adına iş yapamayanların temsilcisidir. Türkiye'deki oligarşik kesim de benzer bir şekilde "vesayet rejimi" kurmuşlardı. Zira halkın kendi adına iş yapabileceğini düşünmüyorlardı. Zamanla kendine güveni artan halk 2001 krizinden sonra 1950'de olduğu gibi "yeter artık söz milletin" diyerek inisiyatifi ele aldı. Sıra Türkiye'deki oligarkların tasfiyesine gelmişti. Millete kan kusturan, ensesinde boza pişiren oligarklar rahat durmayıp 1960'ta 1980'de olduğu gibi darbe yapmaya, 1990'larda olduğu gibi parti kapatmaya teşebbüs edince, defterlerinin dürülme sürecini kendi elleriyle başlattılar. Öyle de oldu. Ancak onlar boş duracak değillerdi ya... Uzun bir süreçte devletin içine mevcut hükümeti de atlatarak sızan yeni ve aslında onların da düşmanı olan çete ile işbirliğine gittiler. Daha; derin bir "ohh" bile çekme fırsatı bulamadan, önce gezi olaylarıyla prova yaptılar, arkasından ise öldürücü darbeyi indirdiler. Hükümet ve beraberindeki halk ancak bu darbeyle; içten-içe devletin kurumlarının ele geçirmiş olduğunu fark edebildi. Tam bitti derken ortaya çıkan bu yeni "oligarkların" hükümet dâhil herkesi nasıl kullandığı ortaya çıktıkça şaşkınlık ikiye-üçe-dörde... katlandı. Herkes neye uğradığını şaşırmıştı. Zira saldırı beklenmeyen taraftan gelmiş ve önlem alınmamıştı. Hatırlarsanız 1995'te İsrail başbakanı "içerden" gelen bir suikastte öldürülmüştü. Dünyanın en profesyonel istihbarat kurumu Mossad ve iç güvenlik örgütü Shin-Bet böyle bir ihtimale karşı hazırlıksızdı. Çünkü böyle bir tehlike yoktu hassas hesaplamalara göre... Izak Rabin’i ne bir Filistinli, ne bir Arap ne de bir Müslüman öldürmüştü... Katil dört-dörtlük bir Siyonist Yahudi'ydi. 1980'li yıllarda ABD ile El-Kaide de kanka idi. Zira ortak düşman komünist tehlike SSCB idi. Savaş bitince bir süre daha dost kalsalar da bu fazla sürmedi ve ABD, kendi eliyle büyüttüğü canavarı yok etmek için global çapta operasyon başlattı. Bunun için en az iki ülkeyi doğrudan işgal etti. Milyarlarca dolar, binlerce asker kaybetti... Şimdi hepsi sıraya girdi. Geçmişte mağlup olmuşlardı, yine öyle olacak… Anlaşılan uzun ve maliyetli olacak. İnşaallah bunu görmeye ömrümüz vefa eder. Yeni oligarkların oluşmaması için aman dikkat...
Ekleme Tarihi: 02 Nisan 2017 - Pazar
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

VESAYET

 

SSCB 1990'lı yılların başında dağılınca, en büyük ve kurucu ülke Rusya adeta mafyanın eline kaldı. Batının pompaladığı ve kahramanlaştırdığı Yeltsin'in ise gerçekte bir korkak olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Zira ülkeyi saran mafya ve çetelerle mücadele etmek bir yana, bölgesel savaşları bile yönetemedi. Çeçenistan savaşındaki acziyeti ve Çeçen liderlerin ayağına gidip onlara adeta yalvarması ise bunun somut kanıtı... İsteyen internetten Yeltsin’in acziyetini görebilir. Yaptığı tek kahramanlık, komünist darbe girişimine karşı tankın üstüne çıkıp açıklama yapmasıydı. Bunu da Batı basınının abarttığını düşünüyorum. Bir de giderayak o zamana kadar kimsenin tanımadığı bir KGB ajanı olan Putin'i yerine önermesi...

Belki Yeltsin Batının adamı idi ama Putin hiç de öyle değildi. Olmamalıydı da zaten... Geldi ve işini yaptı. Kimsenin sözüne aldırış etmedi ve ülkesinin çıkarları için kimseyi memnun etme çabasına girmedi. Sadece halkını memnun etmeye ve ülkesinin çıkarlarına odaklandı. Çete-mafyanın ülkenin dağılması esnasında elde ettiği olağanüstü kazançları ellerinden çekip aldı ve halkının refahına kullandı. Zira birkaç yılda dünyanın sayılı zenginleri arasına giren oligarklar bu servetlerini hiç de hukuka uygun elde etmemişlerdi.

Ülkede çete-mafya öylesine kol geziyordu ki, artık bütün dünya haberdar olmuştu Rus mafyasından... Öyle böyle değil, adamların gazeteleri, televizyonları ve bir kaç yılda elde ettikleri büyük servetleriyle devleti tehdit ediyorlardı. Putin işe buradan başladı. Hepsinin canına okudu. Ya ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar ya da hapse girmekten kurtulamadılar. Ama Rusya "oligarklar"dan kurtuldu. Devleti tehdit cesareti gösterenlerin sonu da bu olmalı zaten... Devlet ne mafyaya ne çeteye teslim edilir. Adının orada şu, burada bu olmasının bir önemi de yok...

Türkiye ise Rusya'da yaşananın bir benzerini 1990'lı yıllarda yaşadı. O yıllarda sabah erken kalkan kendisini mafya ilan ediyordu. İrili-ufaklı bu çeteler bertaraf edildi şükür... Ancak derin mafyanın bertaraf edilmesi biraz uzun sürdü. Derin mafya (devlet) kurumlara öyle çöreklenmişlerdi ki, söküp atmayı düşünmek bile başlı başına bir tehlike idi. Ellerindeki bütün "devlet imkânlarını" geniş halk kitlelerini için tehdit unsuru olarak kullanıyorlar, onlar gibi düşünmeyenlere hayatı zindan ediyorlardı. Zira ayak takımı olarak gördükleri halkın sağlıklı düşünmesi söz konusu olamazdı onlara göre...

Hukukta vasi, kendi adına iş yapamayanların temsilcisidir. Türkiye'deki oligarşik kesim de benzer bir şekilde "vesayet rejimi" kurmuşlardı. Zira halkın kendi adına iş yapabileceğini düşünmüyorlardı. Zamanla kendine güveni artan halk 2001 krizinden sonra 1950'de olduğu gibi "yeter artık söz milletin" diyerek inisiyatifi ele aldı. Sıra Türkiye'deki oligarkların tasfiyesine gelmişti. Millete kan kusturan, ensesinde boza pişiren oligarklar rahat durmayıp 1960'ta 1980'de olduğu gibi darbe yapmaya, 1990'larda olduğu gibi parti kapatmaya teşebbüs edince, defterlerinin dürülme sürecini kendi elleriyle başlattılar. Öyle de oldu.

Ancak onlar boş duracak değillerdi ya... Uzun bir süreçte devletin içine mevcut hükümeti de atlatarak sızan yeni ve aslında onların da düşmanı olan çete ile işbirliğine gittiler. Daha; derin bir "ohh" bile çekme fırsatı bulamadan, önce gezi olaylarıyla prova yaptılar, arkasından ise öldürücü darbeyi indirdiler. Hükümet ve beraberindeki halk ancak bu darbeyle; içten-içe devletin kurumlarının ele geçirmiş olduğunu fark edebildi. Tam bitti derken ortaya çıkan bu yeni "oligarkların" hükümet dâhil herkesi nasıl kullandığı ortaya çıktıkça şaşkınlık ikiye-üçe-dörde... katlandı.

Herkes neye uğradığını şaşırmıştı. Zira saldırı beklenmeyen taraftan gelmiş ve önlem alınmamıştı. Hatırlarsanız 1995'te İsrail başbakanı "içerden" gelen bir suikastte öldürülmüştü. Dünyanın en profesyonel istihbarat kurumu Mossad ve iç güvenlik örgütü Shin-Bet böyle bir ihtimale karşı hazırlıksızdı. Çünkü böyle bir tehlike yoktu hassas hesaplamalara göre... Izak Rabin’i ne bir Filistinli, ne bir Arap ne de bir Müslüman öldürmüştü... Katil dört-dörtlük bir Siyonist Yahudi'ydi.

1980'li yıllarda ABD ile El-Kaide de kanka idi. Zira ortak düşman komünist tehlike SSCB idi. Savaş bitince bir süre daha dost kalsalar da bu fazla sürmedi ve ABD, kendi eliyle büyüttüğü canavarı yok etmek için global çapta operasyon başlattı. Bunun için en az iki ülkeyi doğrudan işgal etti. Milyarlarca dolar, binlerce asker kaybetti...

Şimdi hepsi sıraya girdi. Geçmişte mağlup olmuşlardı, yine öyle olacak… Anlaşılan uzun ve maliyetli olacak. İnşaallah bunu görmeye ömrümüz vefa eder. Yeni oligarkların oluşmaması için aman dikkat...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.