Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

İHTİYAÇLARIMIZ SINIRSIZ MI…

  Ekonomi bilimi pek çok şekilde tanımlanmıştır ama bugün ana akım ekonominin kabul ettiği tanım; ‘sınırlı kaynakların sınırsız insan ihtiyaçlarının karşılanmasında nasıl yönetileceği’ ile ilgili olanıdır. Mantıken, sınırlı kaynaklarla insan ihtiyaçlarının sürekli karşılanması imkânsızdır. Batı aydınlanma felsefesinin ekonomik bir yansıması olan bu anlayışın aradan geçen 200 yılı aşkın süredir çökmemiş olması ilginç bir paradokstur. Zira bu süre içerisinde “sınırlı” olarak ele alınan kaynakların, dünya nüfusundaki birkaç kat artışa rağmen insan ihtiyaçlarını karşılamadaki üstünlüğü yapılan tanımla çelişmektedir. Bunu sadece ekonomik kaynakların başarılı yönetimi ya da bu süreç içerisindeki teknolojik buluşlarla da açıklayamayız. Konvansiyonel ekonominin zenginliği salt maddi anlamda ön plana çıkarması, ‘insanı’ ihmal etmesi sonucunu doğurmuştur. Batı medeniyetinin her ne kadar “insan” odaklı olduğu iddia edilse de, sorun insanın algılanışındadır. Zira batı medeniyeti ekonomi gibi insanı da sadece “maddi” ihtiyaçları bakımından ele almaktadır. Bu yüzden tüketim merkezlidir ve sınırsız tüketim kültürü dünyanın geleceğini tehdit etmektedir. Ozon tabakasındaki incelme bunun bir yansımasıdır mesela… Yine aynı anlayışın bir sonucu olarak ‘bölüşümdeki adaletsizlik’ az gelişmiş ülkelerde iç barışı, global çapta da uluslararası barışı tehdit etmektedir. Afrika’daki açlık ve Batı Avrupa ve ABD’deki, hatta petrol ülkelerindeki zenginlik bu yaklaşımın bir ürünüdür. Geçmişteki sömürgecilik ve günümüzdeki enerji merkezli çatışmaların kaynağı yine aynıdır. İhtiyaç ya da istekler sınırsız değildir, olmamalıdır da... Kapitalist ekonomi daha baştan bu konuda yanlış referans vermektedir. İhtiyaç ya da istekler sınırsız kabul edilmesi insanları “israf” olarak tanımlanan ihtiyaç fazlası tüketime itmektedir. Çözümün bize çizilen bu sınırlar çerçevesinde araştırılması çıkmaz bir sokaktan başka bir şey değildir. Esasen insan doğasına ve toplum modeline yabancı olan konunun bu ön kabulden hareketle açıklanmaya çalışılması, mazlum toplumlar bakımından sonuç vermeyecek beyhude bir gayrettir. Konuyu bir başka açıdan ele alacak olursak; bugünkü ekonomi algısı, ki kapitalizmdir, ekonomik özgürlüğü malvarlığı üzerinde sınırsız tasarruf olarak ele almaktadır. Eğer özgürlük sınırsızsa sorumluluğun da sınırsız olması gerekir ama, bu sistemde böylesi içsel bir sorumluluk anlayışına yer yoktur. Bu yüzden kapitalizm burada sadece cebri yöntemleri kullanmak zorunda kalmıştır. İnsan iradesinin-özgürlüğünün de, sorumluluğunun da sınırlı olduğu anlayışı asıl olmalıdır oysa... Sınırsız özgürlük yaklaşımı sosyal sorumluluğu ortadan kaldırmakta, uzun vadede ise beraberinde açıklaması olmayan sosyal sorunları getirmektedir. Örneğin özgürlükler ülkesi Amerika’da neden bir lise öğrencisinin onlarca insanı öldürme girişiminde bulunduğunun ya da Bursa’da 16 yaşındaki bir gencin hangi saikle önce arkadaşını, sonra da kendisini öldürdüğünün makul bir açıklaması yoktur. Son birkaç yüzyıldır özgürlük kavramı en fazla tartışma konusu olan kavramlardan birisidir. Bireysel özgürlük de öyle, ekonomik özgürlük de… Fıtri sınırları zorlayan özgürlük anlayışının kurallarla disipline edilmesinin imkânı bulunmamaktadır. Buradan çıkabilecek çözümler ancak kısmi ve palyatif olabilir. Acil müdahale gibidir yani… Bu da nihai olarak hastalığı tedavi etmez. Ancak; içsel zorlamalar kişileri disipline edebilir. Zira malın asıl sahibinin kendisi olmadığı, disiplinsiz harcamanın “israf” kapsamına girdiği ve böyle bir şeyi yapmaya hakkının olmadığı, paylaşmanın ise bir vazife olduğu gibi hususların kapitalizmdeki “sınırsız” özgürlük anlayışında bir cevabı yoktur.
Ekleme Tarihi: 08 Mayıs 2017 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

İHTİYAÇLARIMIZ SINIRSIZ MI…

 

Ekonomi bilimi pek çok şekilde tanımlanmıştır ama bugün ana akım ekonominin kabul ettiği tanım; ‘sınırlı kaynakların sınırsız insan ihtiyaçlarının karşılanmasında nasıl yönetileceği’ ile ilgili olanıdır. Mantıken, sınırlı kaynaklarla insan ihtiyaçlarının sürekli karşılanması imkânsızdır. Batı aydınlanma felsefesinin ekonomik bir yansıması olan bu anlayışın aradan geçen 200 yılı aşkın süredir çökmemiş olması ilginç bir paradokstur. Zira bu süre içerisinde “sınırlı” olarak ele alınan kaynakların, dünya nüfusundaki birkaç kat artışa rağmen insan ihtiyaçlarını karşılamadaki üstünlüğü yapılan tanımla çelişmektedir. Bunu sadece ekonomik kaynakların başarılı yönetimi ya da bu süreç içerisindeki teknolojik buluşlarla da açıklayamayız.

Konvansiyonel ekonominin zenginliği salt maddi anlamda ön plana çıkarması, ‘insanı’ ihmal etmesi sonucunu doğurmuştur. Batı medeniyetinin her ne kadar “insan” odaklı olduğu iddia edilse de, sorun insanın algılanışındadır. Zira batı medeniyeti ekonomi gibi insanı da sadece “maddi” ihtiyaçları bakımından ele almaktadır. Bu yüzden tüketim merkezlidir ve sınırsız tüketim kültürü dünyanın geleceğini tehdit etmektedir. Ozon tabakasındaki incelme bunun bir yansımasıdır mesela… Yine aynı anlayışın bir sonucu olarak ‘bölüşümdeki adaletsizlik’ az gelişmiş ülkelerde iç barışı, global çapta da uluslararası barışı tehdit etmektedir. Afrika’daki açlık ve Batı Avrupa ve ABD’deki, hatta petrol ülkelerindeki zenginlik bu yaklaşımın bir ürünüdür. Geçmişteki sömürgecilik ve günümüzdeki enerji merkezli çatışmaların kaynağı yine aynıdır.

İhtiyaç ya da istekler sınırsız değildir, olmamalıdır da... Kapitalist ekonomi daha baştan bu konuda yanlış referans vermektedir. İhtiyaç ya da istekler sınırsız kabul edilmesi insanları “israf” olarak tanımlanan ihtiyaç fazlası tüketime itmektedir. Çözümün bize çizilen bu sınırlar çerçevesinde araştırılması çıkmaz bir sokaktan başka bir şey değildir. Esasen insan doğasına ve toplum modeline yabancı olan konunun bu ön kabulden hareketle açıklanmaya çalışılması, mazlum toplumlar bakımından sonuç vermeyecek beyhude bir gayrettir.

Konuyu bir başka açıdan ele alacak olursak; bugünkü ekonomi algısı, ki kapitalizmdir, ekonomik özgürlüğü malvarlığı üzerinde sınırsız tasarruf olarak ele almaktadır. Eğer özgürlük sınırsızsa sorumluluğun da sınırsız olması gerekir ama, bu sistemde böylesi içsel bir sorumluluk anlayışına yer yoktur. Bu yüzden kapitalizm burada sadece cebri yöntemleri kullanmak zorunda kalmıştır. İnsan iradesinin-özgürlüğünün de, sorumluluğunun da sınırlı olduğu anlayışı asıl olmalıdır oysa... Sınırsız özgürlük yaklaşımı sosyal sorumluluğu ortadan kaldırmakta, uzun vadede ise beraberinde açıklaması olmayan sosyal sorunları getirmektedir. Örneğin özgürlükler ülkesi Amerika’da neden bir lise öğrencisinin onlarca insanı öldürme girişiminde bulunduğunun ya da Bursa’da 16 yaşındaki bir gencin hangi saikle önce arkadaşını, sonra da kendisini öldürdüğünün makul bir açıklaması yoktur.

Son birkaç yüzyıldır özgürlük kavramı en fazla tartışma konusu olan kavramlardan birisidir. Bireysel özgürlük de öyle, ekonomik özgürlük de… Fıtri sınırları zorlayan özgürlük anlayışının kurallarla disipline edilmesinin imkânı bulunmamaktadır. Buradan çıkabilecek çözümler ancak kısmi ve palyatif olabilir. Acil müdahale gibidir yani… Bu da nihai olarak hastalığı tedavi etmez. Ancak; içsel zorlamalar kişileri disipline edebilir. Zira malın asıl sahibinin kendisi olmadığı, disiplinsiz harcamanın “israf” kapsamına girdiği ve böyle bir şeyi yapmaya hakkının olmadığı, paylaşmanın ise bir vazife olduğu gibi hususların kapitalizmdeki “sınırsız” özgürlük anlayışında bir cevabı yoktur.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.