Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

NASIL BİR ÜNİVERSİTE-III (GOVERNANCE-YÖNETİŞİM)

Üniversitede kamu yönetimi okuduğum için, şimdilerde maliyeci de olsam, lisans eğitimi nosyonumdan pek kurtulamıyorum. Aslında laf aramızda kurtulmak da istemiyorum. Bölüm kamu yönetimi olunca doğal olarak yönetim bilimine ilişkin dersler de aldım. Yönetmek ayrı, yönetişmek ayrı… Benim okuduğum zamanlarda pek bilinmiyordu ama zamanla yaygınlaştı yönetişim kavramı... Eski tarz yöneticilerin pek kavrayamadığı bir terim bu… Eski ve yeni yönetim bilimi profesörlerinin bu konuda tartıştığını duymuştum kamu yönetimindeki arkadaşlardan… Elbette kavramsal bir saplantım yok. Governance (gavırnıns) artık Türkçe literatüre girmiş yönetişim olarak doğru bir şekilde karşılık bulunmuştur. Kabaca kurumsal yapının sadece belli bazı kişilerin iki dudağı arasından çıkartılarak, yönetilenlerin de fikrini alıp katılımlarını sağlamak maksatlıdır. Bu tarz yönetim, katılımcı, şeffaf hesap verebilir bir yönetim biçimine imkan verir. Zor olandır bir başka deyişle… Zira her kararın sizden çıkması, kimsenin de buna itiraz edememesi gayet kolay bir yönetim tarzıdır. Bir nevi diktatörlük-tiranlıktır. Yönetişim kamuya ait yönetimler arasında rekabeti de gerektirir. Toplam kalite yönetimi gibi. Yönetişimle yönetmek kavramları arasında her ne kadar benzerlik olsa da, hükümet etmek anlamındaki yönetim kavramı, hiyerarşik nitelikteki bürokratik yapıya dayalı yönetim anlayışını öne çıkarırken; yönetişim kavramı, yönetim sürecinde rol oynayan aktörlerle örgütler arasındaki etkileşimi ve formel ya da resmi sıfatı bulunmayan kişilerin, grupların ve kuruluşların katılımını, hiyerarşik bürokratik yapı yanında, hükümet dışı aktörlerin de etkin bir şekilde yönetim faaliyetinde yer almasını ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Yönetim ve yönetişim kavramları arasındaki tarihsel sürece dayalı genel bir karşılaştırma yapılacak olursa; 21. yüzyılın yönetişim anlayışının; 20. yüzyılın yönetim anlayışını oldukça kapsamlı bir değişime uğrattığı, merkeziyetçilik yerine, yerelliği, üniter yapı yerine federalizmi, katı bürokrasi yerine katılımı, kapalılık yerine açıklığı, hiyerarşi yerine hesap verebilirliği ve sorumluluğu getirerek, adeta “yönetsel bir devrimin altına imzasını” attığı söylenebilir. Yönetişim kavramı, dışarıdan bir baskı olmadan, aralarında etkileşimin olduğu aktörlerin etkilediği bir yapıyı ya da düzeni belirtmektedir. Bu durum, toplumsal eylem için hem kısıtlayıcı hem de aynı zamanda ona yetenek kazandıran, ya da onu güçlendiren bir koşul olarak görülmektedir. Artık önceden belirlenen bir ortak amacı gerçekleştirmek için, tek özneli, tek merkezli, hiyerarşik bir iş bölümü içinde, rasyoneliteyi ön plâna alarak, yapan, üreten, bunun için kaynakları ve yetkileri kendilerinde toplayan yönetimden, önceden belirlenen bir yöne doğru değil, insanların görüşlerini dikkate alan, çok aktörlü, iletişimsel bir rasyonellik anlayışı içinde, kendisi yapmaktan çok toplumdaki aktörleri yapabilir kılan, yönlendiren, kaynakların yönlendirilmesini kolaylaştıran yönetişim anlayışına geçilmektedir. Bu özellikleriyle yönetişim gücün daha yaygın dağılımını da içermektedir. Yönetişim kamu kuruluşları ile özel sektör kaynaklarının karışımını öngörmekte ve hizmet üretimi ve dağıtımı için alternatif yöntemler gündeme getirmektedir. (alıntı) Yönetişim, bütün aktörlerin ortak çabalarıyla elde edilen sonuçların oluşturduğu yapı ya da düzeni ifade eder. Yönetişim birbirine bağlı olan ilişkilerin, karşıt çıkarları olan aktörlerin oluşturduğu, farklı yapıları koordine eden bir süreç olarak da görülmektedir. Kısaca yönetişim değişik aktörlerin etkileşiminin ortaya çıkardığı bir süreçtir. Yönetişim, iktidar gücünün sınırlarına ve hükümet dışı örgütlerin rolüne ilişkin yeni bir bakış açısına yönelik talebi yansıtmaktadır. Bu gerçekler karşısında yönetişim kavramı, yukardan aşağı tek yanlı bir yönetim tarzı yerine hep birlikte yönetmeyi öngören bir sistemi önermektedir. Katılımcılık dolayısıyla sivil toplum kuruluşlarının ve özel kesimin de yönetime, karar almadan denetime kadar her aşamada katılması, kavramın temelini oluşturmaktadır. Bugün yaygınlıkla uygulanan ve Churchill’in tanımlamasıyla, “berbat” bir tönetim biçimi olan demokrasi, sadece insanlığın keşfettiği arasında “en az berbat” olanıdır. Geçmişte % 51’in % 49’a tahakkümü anlamına gelen çoğunlukçu demokrasi, günümüzde katılımcı demokrasiyi ifade etmek üzere şeffaflaştırılmıştır. Çoğulcu demokrasi olarak bilinen bu yöntem, % 49’un görüşlerini de dikkate almayı gerektirir. Aslında bize öğretilen tanımıyla; “halkın kendi kendisini yönetmesi” hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. İlk ve yalın haliyle uygulandığı Atina site devletlerinde bile köle ve kadınların yönetime katılması söz konusu değildi. Demokrasi en iyi yönetim biçimi midir bu ayrı konu ama en yaygın yönetim biçimi olduğu şüphesiz… Şimdilik dünyaya hakim olan bu anlayışın, demokrasiyi alternatif yönetim biçimleriyle tartışmak gibi bir derdi yok. Muhafazakarı da liberali de sosyal demokratı da Hristiyan demokratı da…. kendisini demokrasi merkezli tanımlamamaktan kaçınamıyor. İstisnalar var elbet… Aristo’nun ifadesiyle, demokrasi kısa zamanda “demagoji”ye dönüşmüştür. Ona göre demagoji, bir toplumun duygularını çelerek kendi çıkarlarını yürütme yolu idi. Aslında kim ne derse desin siyaset, bir toplumdaki kaynak paylaşımı için yapılan çabaları betimliyor. (alıntı) Ne şekilde ve nerede olursa olsun, demokrasilerde azınlığın hakimiyeti söz konusudur. Modern demokrasilerin bir çoğu aslında belirli sosyal sınıfların, elit tabakaların veya çıkar gruplarının egemenliğinden başka bir şey değildir. Halkın ağzına sürülen ise bir parmak baldır. Dünyada pek çok yönetim biçimi vardır, ama esasen iki çatı altında yer alın bunların tamamı: Üniter ve federal… Bu iki yapılanmanın ayırt edici özelliği, devlet olmanın vazgeçilmezi olan “egemenliğin” paylaşılıp paylaşılmaması durumudur. Üniter devletlerde egemenlik merkezi yönetimde iken, federal devletlerde, farklı seviyelerde de olsa, “yerinden yönetim” birimleri tarafından paylaşılmaktadır. Bunlar kimi zaman federe devlet, kimi zaman eyalet kimi zaman kanton şeklinde ifade edilir. Ama herbiri alt yönetim (sub-government) birimidir. Asıl kavram ise “yerinden yönetim”dir. Yerinden yönetim daha çok üniter devletler için de söz konusudur. Üniter devletlerde egemenliği ilgilendiren hususlar paylaşılmaz ama idari ve mali açıdan yetki devri söz konusudur. Örneğin bizde belediyeler böyledir. Bütçeden doğrudan aldığı pay yanında, kendi uhdesinde yer alan vergi, harç gibi bazı gelirleri de olsa da bunlar tamamen merkezi idarenin inisiyatifindedir. Azaltamaz, artıramaz, kaldıramaz değiştiremez. Ancak bu kaynakların kullanımında özerktir. Çok bilinmez ama aslında üniversiteler de birer “yerinden yönetim” birimidir. Ancak belediyelerin aksine coğrafi açıdan değil, “hizmet” açısından yerel yönetim biçimi olarak kabul edilir. Zira idari ve mali özerkliği vardır. Merkezden aldığı bütçesel imkanlar yanında öğrencilerin geçmişte “harç” daha sonra “katkı payı” olarak isimlendirilen ödemeleri söz konusuydu. Bu uygulama halen ikinci öğretim öğrencileri için devam ediyor ama normal öğretim öğrencilerinden kaldırıldı. Burada iki türlü sorun var; bunlardan birisi zaten yüksek olan ödemenin ikinci öğretim öğrencisinde devam etmesine rağmen, normal öğretimde sıfırlanması, ikincisi, normal öğretim de olsa verilen hizmetle karşılaştırıldığında zaten sembolik diyebileceğimiz ödemenin kaldırılmış olmasıdır. Maliye teorisinde “yarı kamusal” olarak isimlendirilen ve zorunlu olmayan eğitim hizmetlerinin bir kısmının eğitimden yararlananlarca ödenmesi esastır. 5.5 milyon öğrenci için teker teker önemsiz denebilecek olan bir miktardaki bu ödeme üniversiteler için önemli bir kaynaktı. Üniversitelerin bu kaynaktan mahrum bırakılması daha az gelir ya da bütçeden daha fazla pay anlamına gelir ki, bütçe açığı anlamı taşıyan bu ikinci durumla birlikte her ikisi de olumsuzluk demektir. Bugün genel yönetimlerde var olan bu anlayışın üniversitelerdeki yansımalarından bahsetmedik. Konuya ilişkin bir sonraki değerlendirmemizde bunun üzerinde yoğunlaşacağız.     Dar kadro İstişare Yerinden yönetim Son söz Liderlik Doğu-batı toplumları Kurumsallık Japonya başbakanı Temsili liderlik Yönetemeyen demokrasi
Ekleme Tarihi: 02 Mart 2015 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

NASIL BİR ÜNİVERSİTE-III (GOVERNANCE-YÖNETİŞİM)

Üniversitede kamu yönetimi okuduğum için, şimdilerde maliyeci de olsam, lisans eğitimi nosyonumdan pek kurtulamıyorum. Aslında laf aramızda kurtulmak da istemiyorum. Bölüm kamu yönetimi olunca doğal olarak yönetim bilimine ilişkin dersler de aldım. Yönetmek ayrı, yönetişmek ayrı… Benim okuduğum zamanlarda pek bilinmiyordu ama zamanla yaygınlaştı yönetişim kavramı... Eski tarz yöneticilerin pek kavrayamadığı bir terim bu… Eski ve yeni yönetim bilimi profesörlerinin bu konuda tartıştığını duymuştum kamu yönetimindeki arkadaşlardan…

Elbette kavramsal bir saplantım yok. Governance (gavırnıns) artık Türkçe literatüre girmiş yönetişim olarak doğru bir şekilde karşılık bulunmuştur. Kabaca kurumsal yapının sadece belli bazı kişilerin iki dudağı arasından çıkartılarak, yönetilenlerin de fikrini alıp katılımlarını sağlamak maksatlıdır. Bu tarz yönetim, katılımcı, şeffaf hesap verebilir bir yönetim biçimine imkan verir. Zor olandır bir başka deyişle… Zira her kararın sizden çıkması, kimsenin de buna itiraz edememesi gayet kolay bir yönetim tarzıdır. Bir nevi diktatörlük-tiranlıktır.

Yönetişim kamuya ait yönetimler arasında rekabeti de gerektirir. Toplam kalite yönetimi gibi.

Yönetişimle yönetmek kavramları arasında her ne kadar benzerlik olsa da, hükümet etmek anlamındaki yönetim kavramı, hiyerarşik nitelikteki bürokratik yapıya dayalı yönetim anlayışını öne çıkarırken; yönetişim kavramı, yönetim sürecinde rol oynayan aktörlerle örgütler arasındaki etkileşimi ve formel ya da resmi sıfatı bulunmayan kişilerin, grupların ve kuruluşların katılımını, hiyerarşik bürokratik yapı yanında, hükümet dışı aktörlerin de etkin bir şekilde yönetim faaliyetinde yer almasını ifade etmek üzere kullanılmaktadır.

Yönetim ve yönetişim kavramları arasındaki tarihsel sürece dayalı genel bir karşılaştırma yapılacak olursa; 21. yüzyılın yönetişim anlayışının; 20. yüzyılın yönetim anlayışını oldukça kapsamlı bir değişime uğrattığı, merkeziyetçilik yerine, yerelliği, üniter yapı yerine federalizmi, katı bürokrasi yerine katılımı, kapalılık yerine açıklığı, hiyerarşi yerine hesap verebilirliği ve sorumluluğu getirerek, adeta “yönetsel bir devrimin altına imzasını” attığı söylenebilir.

Yönetişim kavramı, dışarıdan bir baskı olmadan, aralarında etkileşimin olduğu aktörlerin etkilediği bir yapıyı ya da düzeni belirtmektedir. Bu durum, toplumsal eylem için hem kısıtlayıcı hem de aynı zamanda ona yetenek kazandıran, ya da onu güçlendiren bir koşul olarak görülmektedir.

Artık önceden belirlenen bir ortak amacı gerçekleştirmek için, tek özneli, tek merkezli, hiyerarşik bir iş bölümü içinde, rasyoneliteyi ön plâna alarak, yapan, üreten, bunun için kaynakları ve yetkileri kendilerinde toplayan yönetimden, önceden belirlenen bir yöne doğru değil, insanların görüşlerini dikkate alan, çok aktörlü, iletişimsel bir rasyonellik anlayışı içinde, kendisi yapmaktan çok toplumdaki aktörleri yapabilir kılan, yönlendiren, kaynakların yönlendirilmesini kolaylaştıran yönetişim anlayışına geçilmektedir. Bu özellikleriyle yönetişim gücün daha yaygın dağılımını da içermektedir. Yönetişim kamu kuruluşları ile özel sektör kaynaklarının karışımını öngörmekte ve hizmet üretimi ve dağıtımı için alternatif yöntemler gündeme getirmektedir. (alıntı)

Yönetişim, bütün aktörlerin ortak çabalarıyla elde edilen sonuçların oluşturduğu yapı ya da düzeni ifade eder. Yönetişim birbirine bağlı olan ilişkilerin, karşıt çıkarları olan aktörlerin oluşturduğu, farklı yapıları koordine eden bir süreç olarak da görülmektedir. Kısaca yönetişim değişik aktörlerin etkileşiminin ortaya çıkardığı bir süreçtir. Yönetişim, iktidar gücünün sınırlarına ve hükümet dışı örgütlerin rolüne ilişkin yeni bir bakış açısına yönelik talebi yansıtmaktadır.

Bu gerçekler karşısında yönetişim kavramı, yukardan aşağı tek yanlı bir yönetim tarzı yerine hep birlikte yönetmeyi öngören bir sistemi önermektedir. Katılımcılık dolayısıyla sivil toplum kuruluşlarının ve özel kesimin de yönetime, karar almadan denetime kadar her aşamada katılması, kavramın temelini oluşturmaktadır.

Bugün yaygınlıkla uygulanan ve Churchill’in tanımlamasıyla, “berbat” bir tönetim biçimi olan demokrasi, sadece insanlığın keşfettiği arasında “en az berbat” olanıdır. Geçmişte % 51’in % 49’a tahakkümü anlamına gelen çoğunlukçu demokrasi, günümüzde katılımcı demokrasiyi ifade etmek üzere şeffaflaştırılmıştır. Çoğulcu demokrasi olarak bilinen bu yöntem, % 49’un görüşlerini de dikkate almayı gerektirir. Aslında bize öğretilen tanımıyla; “halkın kendi kendisini yönetmesi” hiçbir zaman söz konusu olmamıştır. İlk ve yalın haliyle uygulandığı Atina site devletlerinde bile köle ve kadınların yönetime katılması söz konusu değildi.

Demokrasi en iyi yönetim biçimi midir bu ayrı konu ama en yaygın yönetim biçimi olduğu şüphesiz… Şimdilik dünyaya hakim olan bu anlayışın, demokrasiyi alternatif yönetim biçimleriyle tartışmak gibi bir derdi yok. Muhafazakarı da liberali de sosyal demokratı da Hristiyan demokratı da…. kendisini demokrasi merkezli tanımlamamaktan kaçınamıyor. İstisnalar var elbet…

Aristo’nun ifadesiyle, demokrasi kısa zamanda “demagoji”ye dönüşmüştür. Ona göre demagoji, bir toplumun duygularını çelerek kendi çıkarlarını yürütme yolu idi. Aslında kim ne derse desin siyaset, bir toplumdaki kaynak paylaşımı için yapılan çabaları betimliyor. (alıntı) Ne şekilde ve nerede olursa olsun, demokrasilerde azınlığın hakimiyeti söz konusudur. Modern demokrasilerin bir çoğu aslında belirli sosyal sınıfların, elit tabakaların veya çıkar gruplarının egemenliğinden başka bir şey değildir. Halkın ağzına sürülen ise bir parmak baldır.

Dünyada pek çok yönetim biçimi vardır, ama esasen iki çatı altında yer alın bunların tamamı: Üniter ve federal… Bu iki yapılanmanın ayırt edici özelliği, devlet olmanın vazgeçilmezi olan “egemenliğin” paylaşılıp paylaşılmaması durumudur. Üniter devletlerde egemenlik merkezi yönetimde iken, federal devletlerde, farklı seviyelerde de olsa, “yerinden yönetim” birimleri tarafından paylaşılmaktadır. Bunlar kimi zaman federe devlet, kimi zaman eyalet kimi zaman kanton şeklinde ifade edilir. Ama herbiri alt yönetim (sub-government) birimidir.

Asıl kavram ise “yerinden yönetim”dir. Yerinden yönetim daha çok üniter devletler için de söz konusudur. Üniter devletlerde egemenliği ilgilendiren hususlar paylaşılmaz ama idari ve mali açıdan yetki devri söz konusudur. Örneğin bizde belediyeler böyledir. Bütçeden doğrudan aldığı pay yanında, kendi uhdesinde yer alan vergi, harç gibi bazı gelirleri de olsa da bunlar tamamen merkezi idarenin inisiyatifindedir. Azaltamaz, artıramaz, kaldıramaz değiştiremez. Ancak bu kaynakların kullanımında özerktir.

Çok bilinmez ama aslında üniversiteler de birer “yerinden yönetim” birimidir. Ancak belediyelerin aksine coğrafi açıdan değil, “hizmet” açısından yerel yönetim biçimi olarak kabul edilir. Zira idari ve mali özerkliği vardır. Merkezden aldığı bütçesel imkanlar yanında öğrencilerin geçmişte “harç” daha sonra “katkı payı” olarak isimlendirilen ödemeleri söz konusuydu. Bu uygulama halen ikinci öğretim öğrencileri için devam ediyor ama normal öğretim öğrencilerinden kaldırıldı.

Burada iki türlü sorun var; bunlardan birisi zaten yüksek olan ödemenin ikinci öğretim öğrencisinde devam etmesine rağmen, normal öğretimde sıfırlanması, ikincisi, normal öğretim de olsa verilen hizmetle karşılaştırıldığında zaten sembolik diyebileceğimiz ödemenin kaldırılmış olmasıdır. Maliye teorisinde “yarı kamusal” olarak isimlendirilen ve zorunlu olmayan eğitim hizmetlerinin bir kısmının eğitimden yararlananlarca ödenmesi esastır. 5.5 milyon öğrenci için teker teker önemsiz denebilecek olan bir miktardaki bu ödeme üniversiteler için önemli bir kaynaktı. Üniversitelerin bu kaynaktan mahrum bırakılması daha az gelir ya da bütçeden daha fazla pay anlamına gelir ki, bütçe açığı anlamı taşıyan bu ikinci durumla birlikte her ikisi de olumsuzluk demektir.

Bugün genel yönetimlerde var olan bu anlayışın üniversitelerdeki yansımalarından bahsetmedik. Konuya ilişkin bir sonraki değerlendirmemizde bunun üzerinde yoğunlaşacağız.

 

 

Dar kadro

İstişare

Yerinden yönetim

Son söz

Liderlik

Doğu-batı toplumları

Kurumsallık

Japonya başbakanı

Temsili liderlik

Yönetemeyen demokrasi

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.