Geçen hafta kavramı (soykırım) açıklamaya gayret etmiş ve dünyadaki "dikkat çekmeyen" örnekleri üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda ise yıl dönümü 24 Nisan olarak kabul edilen ve Birinci Dünya Savaşı esnasında mirasını devraldığımız Osmanlı Devletinde yaşanmış olan olayların arka planından bahsetmek istiyorum.
Hepimizin bildiği ve resmi tarihin de kabul ettiği üzere, Anadolu adını verdiğimiz bu toprakları 1071 Malazgirt Savaşı ile fethettik ve süreç içerisinde vatan haline dönüştürdük. Hatta Osmanlının güçlü zamanlarında Rumeli'ye de geçip Avrupa ortalarına kadar egemenlik kurduk ve Batı Avrupa'nın kapılarını zorladık. Bunun tersinden anlamı Türkler Anadolu'ya gelmeden de burada yaşayan halkların var olduğudur. Kimse de bunu inkar etmiyor zaten. Afyon ve civarındaki Frigler gibi... Bu medeniyetlerin çoğu bugün varlığını yitirmiş durumda. Muhtemelen içerisine girdikleri kültürler içerisinde eridiler ve kimliklerini kaybettiler.
Merkezi Doğu Anadolu olan geniş bir coğrafyada dağınık olarak yaşayan Ermeniler ise ulusal kimliklerini kaybetmeyenler arasında... Ama aslında bu bilgi de tam doğru değil. Zira bir kısmının süreç içerisinde kendiliğinden Müslümanlaştığı, zaman içerisinde; içinde yaşadıkları Arap, Türk ya da Kürt unsurlarla bütünleştikleri yönünde bilgiler tarihi kayıtlarda yer almaktadır. Zira azınlık da olsa, örneğin Gürcülerde olduğu gibi, bir Müslüman Ermeni kitleden söz edemiyoruz.
Diğer ulusların aksine, Ermenilerin varlığını devam ettirmelerinin iki temel nedeni vardır. Bunlardan birisi egemenliği altında bulundukları devletlerle "barışçıl" bir ilişki kurmaları, diğeri ve pek bilinmeyeni ise Ermenilerin ilk Hıristiyan toplumlardan birisi olmalarıdır. Zira tarihi kayıtlara göre Ermeni Toplumu, MS 301 yılında Aziz Krikor'un öncülüğünde Hıristiyan dinini kabul etmiş ilk kitledir. Dil ve kültür konusunda da sahip oldukları yüksek hassasiyetleri sayesinde sayıca az olmalarına rağmen, varlıklarını günümüze kadar devam ettirmişlerdir. Bu açıdan biraz Yahudilere benzerler. (kaderlerinin benzememesi dileğiyle)...
Ve Yakınçağ... Bizim Deli Petro, onların ise Büyük Petro dedikleri Çarlarının politikaları sonucu Rusya 1500'lü yıllarda tarih sahnesine çıkıp 1700'lü yıllardan itibaren Osmanlı'ya rakip olması, uzun vadede Ermenilerin de kaderini etkilemiştir. Rusya Pan-Slavizm ve sıcak denizlere inme politikasının bir sonucu olarak gerek Balkan ulusları ve gerekse de Osmanlı içerisinde yer alan esasen Slav kökenli olmayan Ermenileri (ve Rumları) sürekli tahrik etmiştir. Osmanlının Balkanları kaybetmesinde Rusların özellikle Pan-Slavizm politikasının önemli bir etkisi olmuştur. Ruslar süreç içerisinde Rum ve Ermenileri de yakın plana aldı. Önce Rum-Yunan ikilisini tahrik ettiler. Osmanlı'dan bağımsızlığını ilk elde eden Yunanistan'ın bu bağımsızlığını elde etmesinde Rusların önemli etkileri vardır.
Daha sonra benzer bir politikayı Ermeniler üzerinde uyguladı ve siyasi emellerine alet ettiler. Millet-i Sadıka ile Osmanlı bu süreçte kanlı-bıçaklı oldu. Kısaca Ermenileri kendi emellerine ulaşmak için tahrik eden Rusya'dan başkası değildir. Ancak özellikle 18. Yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa'da ulus-devletlerin kurulmasının da önemli bir belirleyici olduğu göz ardı edilmemeli. Buna Osmanlının zayıflayan "hasta adam" görüntüsünün de etkide bulunduğunu söylemeden geçmeyelim. Düvel-i Muazzamanın denge politikası çerçevesinde zaman zaman müdahil oldukları sorun, 1890'dan itibaren somutlaştı ve çeşitli isyanlarla Osmanlı'yı meşgul etti. II. Abdülhamit, yerel bir kuvvet olan Hamidiye Alaylarını bu isyanları bastırmak için kurmuş ve kullanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı esnasında Büyük Ermenistan devletini kurmanın zamanı geldiğine inandırılan Ermeniler, özellikle Doğu Anadolu'da, silahlanıp, bu bölgedeki Müslümanların kanının kendilerine mübah olduğu düşüncesinden hareketle bölgede katliama, yani hukuki deyimle etnik temizliğe başlayınca, olanlar oldu. Zira dönemin üç kudretli Paşasından birisi olan Talat Paşa'nın emriyle, tehcir (zorunlu göç) süreci başlatıldı.
Çeşitli isyanlara rağmen, Ermenilerin Osmanlıya karşı silahlanıp Rusya ile birlikte savaşması Birinci Dünya Savaşı esnasında olmuştur. Bir kısmı da Osmanlı ordusunda olmasına rağmen, olayların yayılması nedeniyle bu güçler geri plana çekilmiştir. Özellikle Doğu Anadolu'da Ruslarla işbirliği yapmışlar 100.000 kadar Ermeni Osmanlıya karşı Rusya'nın yanında savaşmışlardır. Osmanlı Devleti de geçici bir önlem olarak lojistik destek aldıklarını kabul ettiği Ermeni yerleşimcileri, o dönemde bir Osmanlı toprağı olan Suriye'ye zorunlu göçe (tehcir) tabii tutmuştur. Ancak burada tehcire tabii tutulan sadece bu bölgedeki Ermeniler değil, Batı Anadolu'da yer alan ve savaşla doğrudan hiç bir ilgisi olmayan Ermeniler de kapsama alınmıştır. Osmanlı kendi tebaası olan Ermenileri savaşın olağanüstü şartlarında olağanüstü muameleye tabii tutmuşsa da güvenliklerini sağlamak için onbinlerce asker görevlendirmeyi de ihmal etmemiştir. Hatta Ermeni çetecilerin bu süreçte yaptığı saldırıda 2500-3.000 kadar Osmanlı askeri hayatını kaybetmiştir. Tehcirin bir nedeninin de tehcire tabi tutulanların güvenliği olduğunu da ekleyelim.
Burada bir ilişkiye dikkat çekmek istiyorum. Şüphesiz Osmanlı'nın dağılışında pek çok neden var. Osmanlı'nın bu dağılışını engellemek için de yine pek çok girişimde bulunulmuştur. Bunlardan birisi, en önemlisi, en risklisi ve en zarar verici olanı da 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanıdır. Zira süreç 1909'da İttihatçıların darbesiyle sonuçlanmış ve engellenmek istenen dağılış, öncekilerle karşılaştırılmayacak bir hız kazanmıştır. Şüphesiz ittihatçılar vatan haini değildi. Onların amacı da Osmanlıyı yeniden güçlü bir şekilde tarih sahnesine çıkarmaktı. Osmanlı'yı savaşa sokmalarının nedeni de buydu zaten. İddiaların yaşandığı yıl olan 1915'te ittihatçıların iktidarda olduğunu ve ittihatçıların da esasen Turan Yurdunda bir devlet kurmak istediklerini de bir kenara not etmekte fayda var. Olaya iki açıdan yaklaşmak gerek diye düşünüyorum: Bunlardan birisi Osmanlı, diğeri de genel de Azınlıklar, özel de ise Ermeniler açısından...
Tanzimat Fermanı Osmanlı'da batılılaşmanın somut adımı kabul edilir. Bu yüzden bizim tarihimizde özel ve önemli bir yeri vardır. Yaşanan süreç, 1923'te Osmanlı Devleti'nin yıkılışı, ve artık bütün kurum ve kuruluşlarıyla batı içerisinde yer almayı hedefleyen TC'nin kurulmasıyla neticelenmiştir. Osmanlı'nın yıkılması ve TC'nin kurulması ile ne kazanıp ne kaybettiğimiz üzerinde durmayacağım elbette... Ama konu, sürecin bizi nereye taşıdığını görmek açısından önemlidir.
Tanzimatla başlayan sürecin Ermeniler açısından çıkan bir sonucu da; bu döneme kadar hiç bir problemin yaşanmadığı bu tebaanın şu veya bu sebeple, 1870'li yıllardan itibaren yavaş yavaş milli uyanışa geçmeleri ve nihai olarak Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan bu acı dolu günlerdir. Etkisini halen iliklerimize kadar hissettiğimiz olaylar işte bu batılılaşma serüveninin bir sonucudur. Bir başka deyişle kendi halinde ticaretle uğraşan bu halk dış güçlerin zorlaması ve "eşit vatandaşlık" maskesiyle siyasetle tanıştırılmış ve milli uyanışlarının zemini hazırlanmıştır. Bu süreçte aralarında Osmanlıda hizmet veren paşalar ve bakanlar çıkmıştır. Zira ittihatçıların öncüleri Jön Türkler gibi onlar da batıda eğitim almaya başlamışlardı.
Bugün adeta kutsallaştırılan, anayasalara girmiş, ancak herkesin bir tarafa çektiği; demokrasi, hukuk devleti, eşit vatandaşlık, seküler yaşam algısı... gibi kavramlar Tanzimatla başlayan sürecin bir ürünüdür. Bir çok kişinin tartışılmazı (tabusu) olan bu ve benzeri kavramların, bizi nereden alıp nereye götürdüğü ya da bundan sonraki destinasyonun neresi olduğunu bilmek açısından bu kavramların üzerinde tekraren düşünmekte fayda var. Günümüz Türkiyesi'nde bu kavramlara yanlış anlam yüklendiği ya da yanlış uygulandığı yönünde eleştiriler varsa da, tabulaştırılan bu kavramların gerçekte kimin işine yaradığı sorusunun cevabı, asıl 'soru'nun daha farklı olması gerektiği yönünde düşünmemizi gerektirmektedir. Son dönemde yaşadığımız sadece iki örnek yeterli aslında olayı kavramamıza: Gezi olayları... Bu sayede içimize ne kadar da nüfuz ettiklerini görebilmek adına... Ve yine bu sayede Alman Cumhurbaşkanının hem de Türkiye'de iç politikayla ilgili sınırları zorlayan açıklamaları... Ne kadar çok taban yaptıklarına dair bu örnekler görebilenler için düşündürücü elbette...
Bir var olma yok olma savaşı olan Birinci Dünya Savaşı hem Osmanlılar hem de Ruslar tarafından kaybedilince, kullanılan Ermeniler bir anlamda ortada kalmışlardır. Zira Rusya'da 1917'de Bolşevik Devrimi yaşanınca bu ülke savaştan çekilmiş ve Doğu Anadolu Osmanlının kontrolüne geçmiştir. Hatta Osmanlı bu süreçte Kafkaslara da harekat düzenlemiş, Nuri Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Bakü'ye kadar gidip, Ermeni komitacıları burada da bertaraf etmiştir. O yüzden Azeriler Nuri Paşayı çok severler.
1918'de Osmanlı da savaştan çekilince zaten fiilen varlığı da sona ermişti. Otorite boşluğu nedeniyle yerel çete ve asker kaçaklarına terk edilen Anadolu'da bir taraftan Ermenilerle, bir taraftan da Rumlarla mücadele devlet otoritesi dışında devam ediyordu. Devlet otoritesinin olmadığı dönemde Ruslardan ve Yunanlılardan aldıkları desteklerle Ermeniler Büyük Ermenistan ve Rumlar da Megola Idea'nın yeniden ihyası için Anadolu'da büyük katliamlar yapmışlardı. Bu bir gerçektir. Ermenistan bu gerçeklerin gün yüzüne çıkmasından endişe ettiğinden tarih komisyonu kurulmasına karşı çıkmaktadır. Zira konjonktür şu anda kesin bir şekilde lehlerine işlemektedir.
Başbakanın tabiri caizse bu 24 Nisan'da attığı "çalım" Ermenistan, Diaspora (daha çok ABD, Fransa, Rusya ve Kanada'da yaşayan Ermenileri ifade eder) ve Ermeni destekçilerinin açık düşmelerine yol açmıştır. Muhtemelen şimdi bu açığı telafi edecek kaşı hamle peşindeler, ama peşinen yaptıkları açıklamalar ikna edicilikten uzaktır. Eğer benzer bir hamle yapamazlarsa, dünya kamuoyundaki inandırıcılıkları iyiden iyiye azalacaktır. Zaten uluslar arası politikadan da amaç bu değil midir. Gerçeğin ne olduğundan ziyade algının ne olduğu... Haftaya 1915'te gerçekte ne olduğu üzerinde duracağız inşaallah...