Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

YERLİ-MİLLİ

Geçtiğimiz ay içerisinde bir önceki ay (Ağustos) meydana gelen dalgalanmalar nedeniyle Yeni Ekonomik Program (YEP) ilan edildi. Bu program dövizdeki dalgalanmalar nedeniyle oluşan yeni durumu dengelemeye dönük Orta Vadeli Programın (OVP) da bir parçasıydı. Önceden öngörülmesi mümkün olmayan ve ekonominin rutin işleyişinin bir parçası olmadığı, Türkiye’nin bölge politikaları ile küresel haydutun bu bölgeye ilişkin politikaları arasındaki çatışmanın bir ürünü olduğu aşikâr olan süreç; geleceğe dönük büyüme, enflasyon, işsizlik, cari açık gibi tahminlerin güncellenmesini gerektirdi.   Diğer taraftan, Amerika’dakiler de dahil olmak üzere, dünya çapında trilyon dolarları yöneten şirketlerle görüşülmüş ve Türkiye’ye yatırım yapmaları yönünde kendilerine çeşitli güvenceler verilmiştir. Buradaki yatırım reel yatırım değil portföy yatırımıdır. Bir başka deyişle bu şirketler Türkiye’ye gelip fabrika filan kurmayacaklar. Ellerindeki fonları Türkiye’de değerlendirecekler ve tasarrufta meydana gelen açık kapatılacak… Elbette bir bedel karşılığı… Buna faiz dendiğini biliyorsunuz. Türkiye’de zaten yüksek olan faizlerin Merkez Bankası tarafından daha da yükseltilmesi muhtemelen bu fonların Türkiye’ye gelmesine yardımcı olacaktır. McKinsey adlı yatırım danışmanlık firması ile yapılan ve toplumda birçoğu haklı olan tepkilere neden olan anlaşmanın nedeni de bu olsa gerek… Daha açık yazmak gerekirse, bu çevrelerin ekonomik operasyondan amaçladıkları sonuca uygun gelen en azından bazı amaçlara ulaştıkları yorumu yapılabilir. Ancak, bir geri vites olduğunu kabul etmekle birlikte, IMF’ye teslim edildiği, Amerika’ya teslim edildiği gibi absürd değerlendirmelere itibar etmemek gerekir.   Geçen haftaki değerlendirmemizde küresel aktörlerin operasyonel kabiliyet konusunda ne kadar güçlü oldukları üzerinde durmuştuk. Esasen iç kaynaklardan beslenmek ekonomik ve siyasal güvence bakımından son derece önemli olmakla birlikte, bunu kapalı bir ekonomi anlayışı ile yürütmek bir o kadar sakıncalıdır. Yoksa Almanya Mercedes üretirken siz Murat 124 üretmek gibi anormal bir noktaya gelirsiniz. Tersi de bütün piyasaları yabancılara açarak, Yunanistan gibi bir süre sonra ülkeyi küresel güç dengelerinin inisiyatifine terk etmektir. Yine geçen hafta üzerinde durduğumuz şey; mümkün olan şeylerin içeride bir ‘muadilinin’ yani rekabet edebilir bir örneğinin geliştirilmesidir.   Türkiye’de son dönemlerde ilgi görmeye başlayan ‘yerli ve milli’ söylemi halk tabanında karşılık bulmuştur. Bu karşılığın ekonomik anlamı sadece ‘savunma sanayii’ olmamalıdır. 1980 sonrası ekonomilerin küreselleşmesi sonucu ülkemize birçok tüketim maddesi girmiştir. Ancak rekabet koşulları nedeniyle iç üretimde yeterli bir karşılığın verildiği söylenemez. Olağanüstü dönemleri de dikkate alarak başta savunma-enerji gibi stratejik sektörlerde yerli kaynakları etkin bir şekilde kullanmak önemli olmakla birlikte, özellikle döviz çıkışının yüksek olduğu sektörlerde yatırımların teşvik edilmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda hali hazırda çeşitli teşvikler söz konusudur. Ancak gelinen noktada yeni önlemlerin alınması gereği ortaya çıkmıştır.   Günümüz koşullarında her ülkenin bütün ihtiyaçlarını iç kaynaklardan karşılaması mümkün gözükmemektedir. Ancak mümkün olduğu ölçüde iç kaynakların kullanımı yoluna gidilmelidir. Örneğin bütün ülkelerin petrol kaynakları yoktur. Bugün hala enerji deyince ilk akla gelen şey petrol olduğundan kaynakları yetersiz olan ülkelerin bu ürünü kullanmaması söz konusu olamaz. Bu yüzden ithalat bir zorunluluktur. Ancak enerjiye ilişkin yerel kaynakların da maksimum seviyede kullanılması gerekir. Bu anlamda Türkiye’nin son yıllarda rüzgâr, güneş, biokütle enerjisi (hayvan gübresi ve çöp sağlarında oluşan metan gazı), hidroelektrik gibi potansiyeller üzerinde yoğunlaşılması son derece önemlidir. Bunlar yerli olmasının yanında yenilenebilir, yan, hiç tükenmeyen cinsten olması nedeniyle aynı zamanda çevrecidir. Avrupa Birliği genel olarak enerji fakiri olmasına rağmen enerji ihtiyaçlarının yarısına yakınını ( 48) yerel kaynaklardan ve önemli ölçüde yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılamaktadır.   Enerji sektörü stratejik bir sektör olması nedeniyle öncelikli olması önemli olmakla birlikte, savunma sanayiinde olduğu gibi diğer sektörlerde de dünya ile rekabet edebilir markaların oluşturulması mümkündür. Bunun cep telefonundan otomobile bütün sektörlere yayılması devlet politikası olmalıdır. Ayrıca sadece ürün bazında değil, yazılım sektöründe de aynı hassasiyeti göstermek gerekmektedir. Bu konuda Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkeler özel hassasiyet göstermekte ve uzun vadede ülke güvenliği bakımından sorun olabilecek bu alanlara iç yatırımları teşvik etmektedir. Bu süreçte Türkiye’nin toplumsal bir karşılığı da olan yerli ve milli üretim düşüncesini güçlendirmesi ve kriz söylemini fırsata çevirmesi mümkündür. Bu politikaların hayata geçirilmesi temel bir makroekonomik sorun olan cari açığı ortadan kaldırması, en azından sorun olmaktan çımasına yardımcı olması mümkündür.   Yeni Ekonomik Program bir bütün olarak incelendiğinde ekonomiye ilişkin öngörülerin genellikle kabul edilebilir seviyelerde olduğu, öngörülebilir koşullarda gerçekleşmesinin beklendiği söylenebilir. Ancak dövizdeki yükselişin geriye çevrilememesi durumunda Türkiye’nin dolar cinsinden 2023 hedeflerine ulaşması bu koşullar altında olası gözükmemektedir.  
Ekleme Tarihi: 01 Ekim 2018 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

YERLİ-MİLLİ

Geçtiğimiz ay içerisinde bir önceki ay (Ağustos) meydana gelen dalgalanmalar nedeniyle Yeni Ekonomik Program (YEP) ilan edildi. Bu program dövizdeki dalgalanmalar nedeniyle oluşan yeni durumu dengelemeye dönük Orta Vadeli Programın (OVP) da bir parçasıydı. Önceden öngörülmesi mümkün olmayan ve ekonominin rutin işleyişinin bir parçası olmadığı, Türkiye’nin bölge politikaları ile küresel haydutun bu bölgeye ilişkin politikaları arasındaki çatışmanın bir ürünü olduğu aşikâr olan süreç; geleceğe dönük büyüme, enflasyon, işsizlik, cari açık gibi tahminlerin güncellenmesini gerektirdi.

 

Diğer taraftan, Amerika’dakiler de dahil olmak üzere, dünya çapında trilyon dolarları yöneten şirketlerle görüşülmüş ve Türkiye’ye yatırım yapmaları yönünde kendilerine çeşitli güvenceler verilmiştir. Buradaki yatırım reel yatırım değil portföy yatırımıdır. Bir başka deyişle bu şirketler Türkiye’ye gelip fabrika filan kurmayacaklar. Ellerindeki fonları Türkiye’de değerlendirecekler ve tasarrufta meydana gelen açık kapatılacak… Elbette bir bedel karşılığı… Buna faiz dendiğini biliyorsunuz. Türkiye’de zaten yüksek olan faizlerin Merkez Bankası tarafından daha da yükseltilmesi muhtemelen bu fonların Türkiye’ye gelmesine yardımcı olacaktır. McKinsey adlı yatırım danışmanlık firması ile yapılan ve toplumda birçoğu haklı olan tepkilere neden olan anlaşmanın nedeni de bu olsa gerek… Daha açık yazmak gerekirse, bu çevrelerin ekonomik operasyondan amaçladıkları sonuca uygun gelen en azından bazı amaçlara ulaştıkları yorumu yapılabilir. Ancak, bir geri vites olduğunu kabul etmekle birlikte, IMF’ye teslim edildiği, Amerika’ya teslim edildiği gibi absürd değerlendirmelere itibar etmemek gerekir.

 

Geçen haftaki değerlendirmemizde küresel aktörlerin operasyonel kabiliyet konusunda ne kadar güçlü oldukları üzerinde durmuştuk. Esasen iç kaynaklardan beslenmek ekonomik ve siyasal güvence bakımından son derece önemli olmakla birlikte, bunu kapalı bir ekonomi anlayışı ile yürütmek bir o kadar sakıncalıdır. Yoksa Almanya Mercedes üretirken siz Murat 124 üretmek gibi anormal bir noktaya gelirsiniz. Tersi de bütün piyasaları yabancılara açarak, Yunanistan gibi bir süre sonra ülkeyi küresel güç dengelerinin inisiyatifine terk etmektir. Yine geçen hafta üzerinde durduğumuz şey; mümkün olan şeylerin içeride bir ‘muadilinin’ yani rekabet edebilir bir örneğinin geliştirilmesidir.

 

Türkiye’de son dönemlerde ilgi görmeye başlayan ‘yerli ve milli’ söylemi halk tabanında karşılık bulmuştur. Bu karşılığın ekonomik anlamı sadece ‘savunma sanayii’ olmamalıdır. 1980 sonrası ekonomilerin küreselleşmesi sonucu ülkemize birçok tüketim maddesi girmiştir. Ancak rekabet koşulları nedeniyle iç üretimde yeterli bir karşılığın verildiği söylenemez. Olağanüstü dönemleri de dikkate alarak başta savunma-enerji gibi stratejik sektörlerde yerli kaynakları etkin bir şekilde kullanmak önemli olmakla birlikte, özellikle döviz çıkışının yüksek olduğu sektörlerde yatırımların teşvik edilmesi bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamda hali hazırda çeşitli teşvikler söz konusudur. Ancak gelinen noktada yeni önlemlerin alınması gereği ortaya çıkmıştır.

 

Günümüz koşullarında her ülkenin bütün ihtiyaçlarını iç kaynaklardan karşılaması mümkün gözükmemektedir. Ancak mümkün olduğu ölçüde iç kaynakların kullanımı yoluna gidilmelidir. Örneğin bütün ülkelerin petrol kaynakları yoktur. Bugün hala enerji deyince ilk akla gelen şey petrol olduğundan kaynakları yetersiz olan ülkelerin bu ürünü kullanmaması söz konusu olamaz. Bu yüzden ithalat bir zorunluluktur. Ancak enerjiye ilişkin yerel kaynakların da maksimum seviyede kullanılması gerekir. Bu anlamda Türkiye’nin son yıllarda rüzgâr, güneş, biokütle enerjisi (hayvan gübresi ve çöp sağlarında oluşan metan gazı), hidroelektrik gibi potansiyeller üzerinde yoğunlaşılması son derece önemlidir. Bunlar yerli olmasının yanında yenilenebilir, yan, hiç tükenmeyen cinsten olması nedeniyle aynı zamanda çevrecidir. Avrupa Birliği genel olarak enerji fakiri olmasına rağmen enerji ihtiyaçlarının yarısına yakınını ( 48) yerel kaynaklardan ve önemli ölçüde yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılamaktadır.

 

Enerji sektörü stratejik bir sektör olması nedeniyle öncelikli olması önemli olmakla birlikte, savunma sanayiinde olduğu gibi diğer sektörlerde de dünya ile rekabet edebilir markaların oluşturulması mümkündür. Bunun cep telefonundan otomobile bütün sektörlere yayılması devlet politikası olmalıdır. Ayrıca sadece ürün bazında değil, yazılım sektöründe de aynı hassasiyeti göstermek gerekmektedir. Bu konuda Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkeler özel hassasiyet göstermekte ve uzun vadede ülke güvenliği bakımından sorun olabilecek bu alanlara iç yatırımları teşvik etmektedir. Bu süreçte Türkiye’nin toplumsal bir karşılığı da olan yerli ve milli üretim düşüncesini güçlendirmesi ve kriz söylemini fırsata çevirmesi mümkündür. Bu politikaların hayata geçirilmesi temel bir makroekonomik sorun olan cari açığı ortadan kaldırması, en azından sorun olmaktan çımasına yardımcı olması mümkündür.

 

Yeni Ekonomik Program bir bütün olarak incelendiğinde ekonomiye ilişkin öngörülerin genellikle kabul edilebilir seviyelerde olduğu, öngörülebilir koşullarda gerçekleşmesinin beklendiği söylenebilir. Ancak dövizdeki yükselişin geriye çevrilememesi durumunda Türkiye’nin dolar cinsinden 2023 hedeflerine ulaşması bu koşullar altında olası gözükmemektedir.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.