Siyaset biliminde teorilerden birisi, aslında ülkeyi yönetenlerin gerçekte politikacılar olmadığını ileri sürer. Zira seçimi kazanabilmek için kapalı kapılar ardında etkili medya grupları ve sermaye kartellerinin desteğini almak gerekmektedir. Bunun şartı da bu çevrelerin isteklerine tatmin edici cevaplar verebilmektir. Aksi halde iktidar olma şansı yoktur. Bu cevaplar bazen bu çevrelerin toplum sağlığına zararlı kimi taleplere göz yummayı da gerektirebilmektedir. En son siyasi destek karşılığı ihalede kolaylık sağlayacağı pazarlıkları Avusturya'da deşifre olmuşsa da bu sadece bir istisnadır. Zira kalabalıklar yapılan pazarlıkları hiçbir zaman öğrenememektedir.
Türkiye’de de geçmişte bunun örnekleri olmuştur. Özellikle siyasi havanın puslu olduğu 1990’lı yıllarda bu çevrelerin hükümetler üzerinde ağır baskıları vardı. Başbakanı medya önünde küçük düşürmek, günlerce devam eden karalama kampanyaları, canlı yayınlarda başbakanların tehdit edilmesi… kudretli dördüncü (birinci) kuvvet medya patronlarının rutini idi. Hükümet kurmak-hükümet yıkmak da onlardan soruluyordu. Nitekim 28 Şubat sürecinde bu (silahsız) kuvvetler işçi-işveren sendikasıyla, MGK bildirileriyle, gensorularla, medya algısı ve dönemin cumhurbaşkanının da işbirliği ile hükümete iş yaptırılmadı. Mecliste milletvekilleri biraz korku, biraz tehdit, biraz da menfaatle parti değiştirmeye zorlandı. Paravan partiler kuruldu. Basında paralel hükümetler ve kabineler açıklandı. Ve izleri hala devam eden meşhur 28 Şubat süreci yaşandı. Sonrasında oluşturulan hükümetlerin yetkilileri teşekkür için basın patronlarının ayağına gitmekte herhangi bir beis görmediler.
Bu durum sadece üçüncü dünya ülkeleri için değil, ABD gibi global güçler için de söz konusudur. Aslında daha çok da bu ülkeler için geçerlidir. Bu da bu tür olayların sadece bizde değil, sanılanın aksine demokrasinin yayılması için (!) savaş bile ilan eden bu ülkeler için de geçerli olduğunu gösterir. Süreç çok profesyonelce yönetildiğinden geniş toplum kesimleri bunu hiç bir zaman öğrenememektedir. Örneğin 2000 yılındaki seçimlerde Amerika’da o Demokrat Al Gore daha yüksek oy almasına rağmen, değişik bileşimleri bir araya getirerek az farkla daha kolay çalışabileceklerini düşündükleri oğul Bush’un kazanmasını sağladılar. Üstelik seçim sonuçları aylar sonra açıklandı. Amerikan derin yapısının o gün Neo-Con, bugün de Evangelistler vasıtasıyla yürüttüğü politikaları kendilerinin tabiriyle ‘tanrıyı kıyamete zorlamak’ olarak isimlendirdikleri üçüncü dünya savaşını çıkarmaya dönük politikaları halen devam ediyor.
Bir de tabi işin siyasi ayağı var... Hükümetler, dolayısıyla da halk aslında birçok zaman zurnanın son deliğidir bu ülkelerde... Zira müesses nizam olarak isimlendirilen derin yapıya rağmen adım atılması söz konusu olamaz. Amerika gibi ülkelerde ise birden fazla müesses nizam vardır. Bunlar kendi aralarında mücadele ederler ama bu ülkelerde dışarıdan müdahale söz konusu değildir. Trump bu anlamda ezber bozmuş, hesabedilmedik bir şekilde devlet aklını temsil eden lobilere rağmen başkan olmuştur. Zira Amerikan derin devletinin görünen temsilcisi Rockfeller ailesi Trump’a şiddetle karşıydı. Gerçekte Trump’ı da destekleyen güçlü lobiler ve başta pentagon olmak üzere çeşitli hardpower'lar-şahinler ve sermaye çevreleri olsa da müesses nizamı aşabilmiş değildir. Bu da gerçekte devleti yönetenlerle sahne önündekilerin başkaları olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Direnmenin maliyetleri de var elbette... Zira aba altından sopa gösterilmiş, yargılanabileceği, görevden alınabileceği, hatta seçimde Rusya ile iş birliği yaptığı iddialarıyla hapse atılabileceği kendisine hatırlatılmıştır. Bütün yakın çevresi de istifa ettirilmiştir. Bu yüzden pek belli etmese de teslim bayrağını çekmiş gözükmektedir. Yoksa sonunun Kennedy gibi olma ihtimali bile vardır.
Netice şudur ki; Türkiye’deki pek çok örnekte de görüldüğü gibi demokrasi gerçekte çoğu zaman halkın gazını almanın ötesinde anlam ifade etmiyor. Gelişmiş ülkelerde bir şekilde, gelişme sürecindeki diğer bazı ülkelerde bir başka şekilde iktidarlar sürekli global güçlerin baskısı altındadır. Buna bir şekilde direnen; adı Kennedy de olsa, Özal da olsa, Saddam da olsa içerideki ve dışarıdaki kuvvetler harekete geçirilerek bertaraf edilmektedir. Şu anda Türkiye’nin üzerindeki ağır baskının nedeni de budur… Elbette başarılı olamayacakları bir gün de gelecek… Bize sefere talip olmak düşer.