Bu yazıyı kaleme alırken değişik hisler yaşadım. Zira muhatabınız kartallar gibi olma hissini hiç yaşamamıştır. Malum; kartallar yüksekten uçarlar. Böylece kimsenin göremediğini görür... Üstelik özgürdür. Fakat başkalarının göremediğini görmek insana her zaman artı sağlamıyor. Tam tersine kimi zaman insanın ruhunu berbat ediyor. Zira dostların ‘softpower’ı kimi zaman düşmanın ‘hardpower’ından daha yıkıcı olabiliyor.
Bazen düşünürüm; fazla büyük şeylere mi talibim acaba diye... Zira talip olduğunuz şeyin size hadiselerin perde gerisini göstermiş olması sizi gerebiliyor. Birçoğu gibi oyunda eğlencede olamıyorsunuz… Herkesin sorunu sizi ilgilendiriyor ve perde gerisini görebilmiş olmak duruma göre uykunuzu kaçırıyor. Zira mes'uliyyet yüklüyor size; tam da insanda, illa da Müslümanda olması gerektiği şekilde... Ünlü Rus yazar Tolstoy’un tespitiyle; “acı duyabiliyorsan, canlısın, başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın...”
Tabi her zaman gereğini yapmış olmaktan emin olamıyorsunuz... Bu da bir açıdan ruh dünyanızdaki eksikliğe işaret ediyor... Nitekim Allah dinini kendisinin istediği şekilde hayatına aksettirene 'furkanı'', bir başka deyişle iyiyi kötüyü ayırt edecek bir anlayışı vereceğini ifade buyuruyor (8/29). Emin olamamak, ayetin muhatabı olmadığınıza da dalalet...
Şüphesiz bu durum size ağır mes’uliyyetler yüklüyor. Hayat sabırla şükür arasında bir denge aslında… Şükrü gerektiren şeylerin arzulanması asıldır ama, kimi zaman sabır gerektiren durumlarla da karşı karşıya kalırsınız. Sabır bir zaafiyet değil, bir mücadele şeklidir. Hangi adımı ne zaman atacağınıza karar vermektir. Bir başka deyişle sabırlı şekilde davrandığınızda atacağınız adımı karşı tarafın "tahriki" değil, siz belirlemiş olursunuz. Dolayısıyla sabır bir "sonuç alma" sanatıdır.
Sabır insanı "olgunlaştırdığından" zamanı geldiğinde yapacağınız hamle çok daha güçlü olacaktır. Zira hadiseleri geniş bir zaman dilimi içerisinde değerlendirme imkanınız olduğundan elinizde ileri sürebileceğiniz çok sayıda ve sağlam "done" vardır. Bu durum bütün cephanesini çoktan bitirmiş olan rakibe karşı son derece güçlü kılar sizi...
Pek çok kişinin önemsediği vizyoner bakış açısı gerçekte çok sınırlı bir arka plan gösteriyor. Zira vizyonla beş duyunun ötesine geçemezsiniz. Beş duyu da maddenin en basit boyutunu gösterir size... Şüphesiz hüsnüniyet önemli ve asıldır. Gelin görün ki; kimi zaman hüsnüniyetle ahmaklık birbirine karışıyor. Vizyoner bakış işte burada size hadise ve ilişkilerin perde gerisini göstererek ışık tutuyor... Bu da sizin adınıza iyiye işaret... Oysa beş duyuyu aşan basiret, feraset, hikmet, irfan gibi kavram ve kurumlara talip olursanız eğer, furkana giden yolun kapısını da aralamış olursunuz... Bence insanın kendine yaptığı en büyük kötülüklerden birisi, kendisini en basit ve düşük boyut olan beş duyu ile sınırlamasıdır.
Müslüman bir yandan vizyon sahibi iken, diğer bir yandan da basiret ve feraset sahibi olmanın talibi olmalıdır. Yalnızca bir tanesine sahip olmak tek kanatlı kuş gibidir. Tek kanatla da amaç hâsıl olmaz. Öngörüde bulunabilmek birisi somut, diğer ikisi de soyut olmak üzere üç durumda sağlıklı olabilir. Bunlardan somut olanının adı “vizyon”dur. Yani yeterince altyapı bilgisine sahip olmak ve bu bilgileri doğru zamanda doğru yere koymak... Bilginin kimden geldiği, hangi bağlamda ifade edildiği, tarafların pozisyonları, hayat algıları, durdukları yer... de diğer belirleyiciler.
Rol modellerimiz olması gereken peygamberleri düşünsenize... Hadisenin beş duyu ile ilgili olan-olmayan bütün perde gerisini görebiliyor ve mücadelesinden santim geri adım atmıyor... Hakikati gören beyin-kalp-gönül nasıl geri adım atabilir ki... Sahtesine nasıl sempati duyar, nasıl iç geçirir... Eğer böyle bir his yaşıyorsanız hayat planınızda rötuşun-makyajın ötesinde bir değişikliğe ihtiyaç var demektir. Hadiseye bir başka açıdan da bakarsanız; Allah'ın sizi büyük işlere muhatap kılmış olması, sevdiğine de işarettir. Zira en büyük işlere muhatap olan peygamberler O'nun (cc) aynı zamanda en sevdiği kulları idi...