Siyaset zor iş… Zira kimi zaman inanmadığınızı savunmanızı, kimi zaman da bu inanmadığınız şeyi yapmanızı gerektirmektedir. Kimileri ilm-i siyaset dese de gerçek bundan biraz farklı… Belki siyaset var ama ilim kısmı kocaman bir soru işareti… Bu yüzüyle de şahsen bana uzak… Oysa öyle heyecan verir ki… Üstelik bir yandan da siyaset bilimi eğitimi almışken… Gerçekte talip olmadığım şeyin siyaset değil, politika yani parti angajmanı olduğunu da bildirmek isterim. Ama bugün biraz kıyısından köşesinden giriş yapacağım.
İçinde yaşadığımız memleket, biz evimizde mışıl mışıl uyurken, coğrafyanın kendisine yüklediği kaderin ve misyonunun da bir cilvesi olarak adeta yılanlarla dans ediyor. Geçmiş yüzyılın ilk çeyreğinde dizayna muhatap olması derin aklın (devletin) planlarını ertelemesine sebep olmuşsa da kendi yüz yıllık planını da yapmış gözüküyor. Kimler mi onlar… Püf nokta burası zaten… Ama tek bir eğilim değil sadece… Filmlerdeki remzedilen aksakallılar diyebilirsiniz onlara... Gerçek kimliklerini kimse bilmez. Öldükten sonra da yaşarken de… Devletin de üstündedirler onlar… Zira (görünen) devlet öyle ya da böyle çeşitli kısıtlara maruzdur. Ama siz ister derin devlet deyin, ister derin akıl deyin, isterse de devlet aklı deyin; onlar misyonu temsil eder. Kimi zaman 28 Şubat’ta olduğu gibi yanlış ellerde etkili olsa da genel olarak bu misyon, milletin misyonudur.
Şimdilerde bu derin aklı temsil eden; gerçekte birbiriyle dost da olmayan kimi çevreler, küresel dengeleri de hesabederek bir miktar bir araya gelmiş ve görünür hale gelmiş gözüküyor. Bu görünürlük güç ve mevzi kazanıldığını da gösterir. Zira, konjonktüre göre kimi zaman geriye çekilir, kimi zaman ileri bir adım atma ihtiyacı hisseder.
Bu görünür olma durumu 15 Temmuzdan sonra gibi gözükse de; süreci 2002’ye yani AK Partinin iktidar olduğu tarihe kadar geriye götürebiliriz. Zira öncesinde artık ümit vermekten ve misyondan eser kalmayan dönemin partileri ve parti liderleri fiilen tasfiye olmuşlardı zaten... Üstelik dünya kendisine yeni bir yön çizeli de on yıldan fazla olmuştu. İşte 28 Şubat milletten bu değerli yılları çaldı. Bir kez daha hortlayan bu mandacı zihniyet 15 Temmuzda başarısız kalınca, bu sefer planlarını ertelemek zorunda kalanlar küresel oyuncular oldu.
Hep öyle değil midir… Bir mücadeledir sürüp gidiyor. Son seçimde Amerika’da da küreselcilerle ulusalcılar kapıştı aslında… Ama Joe Biden’ın temsil ettiği bu küreselci akıl bizdekilerin aksine mandacı değil… Tam tersine müstemlekeci… Bizim küreselcilerin, yani dünya ile birlikte hareket edelim diyenlerin muhatapları da işte bunlar…
Bizde de ulusalcılar var elbette... Eğilimini temsil eden gazetenin aksine; pek de aydınlık olmayanlar bile ‘ulusalcı’ kimlikleri ile, konjonktürün bir gereği olsa gerek, misyona destek oluyormuş gibi gözüküyor. Gerçeğin böyle olduğu fevkalade tartışmalı olsa da; Perinçek’in temsil ettiği derin (ve karanlık) ayak anlaşılan bu desteği vermek zorunda kalmış…
Türkiye’deki, hatta dünyadaki siyaseti kendimi bildim bileli derinden ve sessiz bir şekilde takip eden ben, bu desteğe uzun süre bir türlü anlam verememiştim. Düşündükçe, bağlantıları analiz ettikçe, beyanatların satır aralarını okudukça puzzle’ın parçaları tamamlanmaya başladı kafamda…
Malum, Perinçek Maocu… Bir şey de eksilmiş değil Maoculuğundan… İkibine Doğru dergisini çıkarırken de Maocuydu, o zamanki derin yapı adına Bekaa’da Apo ile görüşürken de… Perinçek aynı zamanda Kapani ailesinin de üyesi… Kapani ailesi de mi kim… Her dönem Türk siyasetinde, bürokraside ya da iş dünyasında veya akademiyada etkili olmuş Sabetayist bir aile… Bakmayın siz, öyle ulusalcı-mulusalcı; kökü de düşüncesi de dışarıda… Ama gelin görün ki bugün Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği misyonun destekçisi…
Şimdi çemberi biraz genişletelim… Ulusalcı dedik, küreselci dedik, bir mücadeledir sürüp gidiyor dedik; hem Türkiye’de hem dünyada… Amerika’yı bu puzzle’dan çekip aldığınızda dünyanın dengesi bozulur. Jenga gibi yıkılır desek abarttığımızı düşünmeyin… Corona ile ilgili bir dünya komplo konuşuldu. Bunların birisi de; küreselci Amerikan medyasının itibarsızlaştırdığı ve bu yüzden kimsenin kaale almadığı Trump’ın iddiası idi; Çin virüsü… Hiç de yabana atılacak cinsten değil… Oyun öylesine büyük ki; savaşı kazanmak isteyenler bakımından; şu kadar Amerikalı ölmüş, bu kadar Çinli ölmüş, şöyle bir ekonomik maliyeti olmuş hiçbir önemi yok. İkinci Dünya Savaşında gücü elinde tutmak isteyenlerin neler yaptığını biliyorsunuzdur. Amerika keşfetti Amerika kullandı kitle imha silahını… Hitler keşfetseydi Hitler kullanacaktı ve belki de insanlığı bir bütün olarak yok edecekti. (Haşa elbette ama, ‘dünyayı Allah’a boş teslim edeceğim’ dediği rivayet edilir). Trump seçimleri nasıl kaybetti sanıyorsunuz… İlk seçimde de şans verilmeyen Trump söke söke alacaktı… Ama işte önüne coronayı koydular.
Bir türlü önlenemeyen Çin’in yükselişi aslında bir bakıma Trump’ın politikalarıyla dizginlenmek istendi. Ulusal demişse de büsbütün elini eteğini çekecek değil ya Amerika… Bu yüzden de Çin’i sıkıştıran politikaları öne aldı Trump… Küreselciler de Çin’e karşı ama kontrollü ilerlemek, bir gün bir boşluğa getirip ayağını kaydırmak istiyor. Bunu denemedi de değil… 1989’daki Tianenman gösterilerini düşünsenize… Başarılı olsa Çin mi kalırdı. En son Hong Kong gösterileriyle çıktılar karşısına… Bir yandan da Tayvan’ı demoklesin kılıcı olarak tutuyor tepesinde… Bu planı Çin de biliyor elbette… Zira, yaptığı ticaretle Çin’i kontrol altında tutmak, kendisine bağımlı hale getirmek istiyor. Bir gün talepte bulunduğunda Çin’in reddetme ihtimalini azaltmak ya da maliyeti artırmak için… Bunu Japonya’ya da yaptı nitekim… Bize, her birimize de yapıyor aslında… O teknoloji mucizesi Japonya 2000’li yıllardan bu yana büyümediğini ve dünyanın en borçlu ülkesi olduğunu biliyor musunuz. Dünya sıralamasındaki yeri sürekli geriye gidiyor. Bizi de sosyal medyaya alıştırmadılar mı… Bakın altımızdan çekip alınca neler oluyor. Sudan çıkmış balığa dönüyoruz. İpimiz ellerinde yani… Bu yüzden cumhurbaşkanının ‘siber vatan’ açıklaması fevkalade önemli… Zira bir şeylerin yapıldığının ve yapılacağının işareti…
İşte Perinçek burada giriyor devreye... Eti ne budu ne demeyin. Belki cumhurbaşkanı adayı olarak yüzbin imza toplayamamış olabilir ama siyasal-özgül ağırlığı var. FETÖ de öyle değil miydi. Toplasanız 1 etmez ama, yaptığı işi gördünüz. Türkiye’yi uçurumun kenarına getirdi. Kısaca Perinçek bir kısım derin aklın temsilcisi… Ve Çin’in dünyada temsil ettiği misyonun da Türkiye’deki uzantısı… Şimdilerde Çin ile ilişkiler global büyük oyunun bir parçası olarak dengeli yürütülmesi gerekiyor. Burada da kısa dönemde Perinçek’in temsil ettiği derin aklın bileşkede yer alması gerekiyor. Bu işbirliğinin bir gereği olarak Çin’in bize füze teknolojisini aktardığını da hatırlatmak isterim. Bu konuda Perinçek’in katkısı olmuş mudur bilinmez ama şimdiki konjonktür her iki tarafı da işbirliği yapmaya zorluyor. Yoksa Perinçek’le Cüppeli aynı yerde birleşir miydi hiç…