Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
Köşe Yazarı
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR
 

ETİK ve ERDEM

Toplumda, daha çok mürekkep yalamış kesimlerde, sıklıkla kullanılan bir kavramdır “etik” terimi… Doğrusu biraz da entelektüel gözükme çabasının bir yansımasıdır. Zira avam pek bir şey anlamaz böyle şeylerden… Dürüstlüğü ve kişisel iç barışı esas alan ahlak kavramının bilimsel adı olan etik, temel kaynaklar gözardı edilerek insanın gözlem ve tecrübesiyle geliştirdiği ilkeleri ifade eder. Bir başka deyişle bedeli ödenerek öğrenilen doğruları anlatır. Ama bazen bu bedelin maliyeti çok yüksek hatta geri dönülmez olabilmektedir. Özgürlük, bilimsel düşünce ya da evrensel kural veya globalleşme-küreselleşme deyince, bir çok kişi için akan sular duruyor. Hani bilimsel düşünce tabuları yıkıyor ya… Aslında fark edilemeyen şey o ki; tabu olan bizatihi bilimsel düşüncenin kendisi… Zavallı demek geliyor içimden o insanlara… Kendisine verilmiş-sunulmuş hazır reçeteyi elinin tersiyle iterken, herşeyi sahip olduğunu düşündüğü zekasıyla keşfetmeye çalışıyor. Geçen hafta içerisinde “iş etiği” konulu bir sunuma katıldım. Doğrusu; semineri dinlerken, beynimin bir tarafından da sıralanan etik ilkelerin tamamının ve çok daha fazlasının aslında toplumsal değer haline gelmiş ancak sahip çıkılmadığı, hatta aşağılandığı için yozlaşmış “ahlaki değerlerden” bir parça olduğunu fark ettim. Hani şu sadece şekle indirgenen, “vurun kahpeye” muamelesine maruz bırakılan, kimisinin ismini-cismini bile duymaya tahammül edemediği, … değerlerden bahsediyorum. Sunumda dikkatimi çeken diğer bir husus ise, ticari etik ilkelerinin yine ticari nedenlere dayalı olarak kullanıldığı idi. Bir başka deyişle etik ilkeler bir erdem olduğu için değil, daha fazla para getirdiği için kabul edilmiş. Oysa, ahlaki kurallar etkin olarak işletilse, örneğin çalıştırılan işçinin bir maliyet unsuru değil, “insan” olduğu saikinden hareket edilecek. Ahlak; yaratılış-fıtrat anlamına gelen Arapça kökenli bir kelimeden türetilmiştir. Bir başka deyişle ahlaki davranış, insanın doğasına, dolayısıyla psikolojik ihtiyacına uygun davranış modelinin adıdır. Ahlak esaslarına, dolayısıyla insanın kendi tabiatına tezat teşkil eden bir yaşam biçimi hayatı heba ediyor aslında... Zira insanın kazanmaya çalıştığı şey her zaman farkında olmasa da hep aynıdır: Zengin olmak istediğinde de, makam-mevki sahibi olmak istediğinde de, itibar aradığında da bilinçaltındaki şey, huzuru yakalamaktır. Üniversitede kamu yönetimi okurken, bürokrat olmayı düşündüğümden, kendi kendime şöyle bir karar almıştım: “eğer bir gün bürokrat olursam kapıma; ‘hediye kabul edilmez’ yazacağım.” Zira hiç kimse size ‘rüşvet veriyorum, şu işimi yap’ demez kolay kolay… Ama hayat şu ana kadar bana bunu uygulama fırsatı vermedi. Ben bu kararı alırken henüz etik ilkeler oluşmamıştı. Fakat sahip olduğum ahlaki değerler vardı. Henüz, az bir kesimde de olsa varlığını devam ettiren “yozlaşmamış” ahlaki ilkeler… İlişkisini menfaat üzerine bina etmemiş, insanı bir ekonomik girdi-maliyet olarak görmeyen felsefeden bahsediyorum. Çiçeği burnunda başbakanımızın veciz bir şekilde ifade ettiği gibi; ‘denetime giden kimsenin işyerinden çay içmesi bile haramdır” felsefesinden… Elbette bu, ancak bir “zihniyet değişimi” ile sağlanabilir. Kurallar önemsiz değildir. Kurallarla değiştirebileceğiniz, dönüştürebileceğiniz şeyler vardır elbette... Kırmızı ışıkta geçen kimseyi ya da hız limitlerini ihlal edenleri cezalandırarak alacağınız sonuçlar vardır doğal olarak... Aynı şekilde sıkı bir denetimle vergi kaçırmayı da sınırlandırabilirsiniz. Ama verginin gerekliliğine inanmak-inandırmaktır erdem… Yine kural koyarak 17 Ağustos 1999’daki Marmara depremi sonrasında ortaya çıkan soygun olaylarının önüne geçemezsiniz. Hatırlıyorum; deprem sonrası evlere giren soyguncular kadınların ziynet eşyalarını almak için kollarını kesmişti de, jandarmaya vur emri verilmişti. Bakın kamu yönetimindeki etik ilkeler nelermiş: Doğruluk, halka hizmet bilinci, imtiyazsız kamu yönetimi, hesap verme sorumluluğu, çıkar çatışmasından kaçınmak, israf ve savurganlıktan kaçınmak, kamu mallarını korunak, hediye almamak, ayırımcılık yapmamak, nezaket ve saygı, dürüstlük ve tarafsızlık ve diğerleri… Şimdi soru zamanı geldi. Halihazırdaki kamu yönetimi anlayışında bunların hangisi var ya da ahlaki ilkelerde bunlar ve çok daha fazlasının hangisi yok…. Örneğin bir insanı yazılı kural koyarak nasıl “nezaket ve saygıya” zorlayabilirsiniz. Ya da ne kadar… Vergi bilinci olmayan bir işverenin fiş ya da fatura kesmesini kurallarla ne kadar etkin uygulayabilirsiniz. Bir doktorla hastası ya da bir avukatla müvekkili arasındaki gerçek parasal ilişkiyi kurallarla tesbit etmeniz mümkün müdür… Kısa ve uzun vadeli çözümler vardır. Hastaya pansuman yapmak önemlidir ama bu sadece ilk yardım amaçlıdır. Sürekli pansuman hastanın ölümüne dahi yol açar. Kurumsal tedbirler kısa vadede sonuç verse de, insanların sorumluluk bilinciyle perçinleşmediği sürece akamete uğrayacaktır. İşte son yaşadığımız iki örnek: Soma maden kazasında yüzlerce insanımızı kaybetmemize rağmen, insan odaklı düşünmeyen işadamı, keşfettiği bir başka boşluktan yararlanarak ailelere aynı acıyı yaşatabiliyor. Ya da polis-jandarma denetiminden geçtikten sonra kapasitesinin iki katı yolcu alan minibüs şoförü kendi ocağıyla birlikte onlarca ocağı söndürebiliyor. Sorunlar çıktıkça yeni bir kural getiriliyor ama bu, hukuk kitaplarının kalınlaşması ve karmaşıklaşmasından başka bir işe yaramıyor. Zira teşhis yanlış… Evrensel boyutu da olan ahlaki ilkeler kişisel erdem haline getirilmedikçe kısır döngüden çıkmamız mümkün gözükmüyor. En kötüsü ümidi yitirmek… Ümidimizi muhafaza etmek için her zaman bir neden vardır.
Ekleme Tarihi: 03 Kasım 2014 - Pazartesi
Prof. Dr. Kamil GÜNGÖR

ETİK ve ERDEM

Toplumda, daha çok mürekkep yalamış kesimlerde, sıklıkla kullanılan bir kavramdır “etik” terimi… Doğrusu biraz da entelektüel gözükme çabasının bir yansımasıdır. Zira avam pek bir şey anlamaz böyle şeylerden… Dürüstlüğü ve kişisel iç barışı esas alan ahlak kavramının bilimsel adı olan etik, temel kaynaklar gözardı edilerek insanın gözlem ve tecrübesiyle geliştirdiği ilkeleri ifade eder. Bir başka deyişle bedeli ödenerek öğrenilen doğruları anlatır. Ama bazen bu bedelin maliyeti çok yüksek hatta geri dönülmez olabilmektedir.

Özgürlük, bilimsel düşünce ya da evrensel kural veya globalleşme-küreselleşme deyince, bir çok kişi için akan sular duruyor. Hani bilimsel düşünce tabuları yıkıyor ya… Aslında fark edilemeyen şey o ki; tabu olan bizatihi bilimsel düşüncenin kendisi… Zavallı demek geliyor içimden o insanlara… Kendisine verilmiş-sunulmuş hazır reçeteyi elinin tersiyle iterken, herşeyi sahip olduğunu düşündüğü zekasıyla keşfetmeye çalışıyor.

Geçen hafta içerisinde “iş etiği” konulu bir sunuma katıldım. Doğrusu; semineri dinlerken, beynimin bir tarafından da sıralanan etik ilkelerin tamamının ve çok daha fazlasının aslında toplumsal değer haline gelmiş ancak sahip çıkılmadığı, hatta aşağılandığı için yozlaşmış “ahlaki değerlerden” bir parça olduğunu fark ettim. Hani şu sadece şekle indirgenen, “vurun kahpeye” muamelesine maruz bırakılan, kimisinin ismini-cismini bile duymaya tahammül edemediği, … değerlerden bahsediyorum.

Sunumda dikkatimi çeken diğer bir husus ise, ticari etik ilkelerinin yine ticari nedenlere dayalı olarak kullanıldığı idi. Bir başka deyişle etik ilkeler bir erdem olduğu için değil, daha fazla para getirdiği için kabul edilmiş. Oysa, ahlaki kurallar etkin olarak işletilse, örneğin çalıştırılan işçinin bir maliyet unsuru değil, “insan” olduğu saikinden hareket edilecek.

Ahlak; yaratılış-fıtrat anlamına gelen Arapça kökenli bir kelimeden türetilmiştir. Bir başka deyişle ahlaki davranış, insanın doğasına, dolayısıyla psikolojik ihtiyacına uygun davranış modelinin adıdır. Ahlak esaslarına, dolayısıyla insanın kendi tabiatına tezat teşkil eden bir yaşam biçimi hayatı heba ediyor aslında... Zira insanın kazanmaya çalıştığı şey her zaman farkında olmasa da hep aynıdır: Zengin olmak istediğinde de, makam-mevki sahibi olmak istediğinde de, itibar aradığında da bilinçaltındaki şey, huzuru yakalamaktır.

Üniversitede kamu yönetimi okurken, bürokrat olmayı düşündüğümden, kendi kendime şöyle bir karar almıştım: “eğer bir gün bürokrat olursam kapıma; ‘hediye kabul edilmez’ yazacağım.” Zira hiç kimse size ‘rüşvet veriyorum, şu işimi yap’ demez kolay kolay… Ama hayat şu ana kadar bana bunu uygulama fırsatı vermedi. Ben bu kararı alırken henüz etik ilkeler oluşmamıştı. Fakat sahip olduğum ahlaki değerler vardı. Henüz, az bir kesimde de olsa varlığını devam ettiren “yozlaşmamış” ahlaki ilkeler… İlişkisini menfaat üzerine bina etmemiş, insanı bir ekonomik girdi-maliyet olarak görmeyen felsefeden bahsediyorum. Çiçeği burnunda başbakanımızın veciz bir şekilde ifade ettiği gibi; ‘denetime giden kimsenin işyerinden çay içmesi bile haramdır” felsefesinden…

Elbette bu, ancak bir “zihniyet değişimi” ile sağlanabilir. Kurallar önemsiz değildir. Kurallarla değiştirebileceğiniz, dönüştürebileceğiniz şeyler vardır elbette... Kırmızı ışıkta geçen kimseyi ya da hız limitlerini ihlal edenleri cezalandırarak alacağınız sonuçlar vardır doğal olarak... Aynı şekilde sıkı bir denetimle vergi kaçırmayı da sınırlandırabilirsiniz. Ama verginin gerekliliğine inanmak-inandırmaktır erdem… Yine kural koyarak 17 Ağustos 1999’daki Marmara depremi sonrasında ortaya çıkan soygun olaylarının önüne geçemezsiniz. Hatırlıyorum; deprem sonrası evlere giren soyguncular kadınların ziynet eşyalarını almak için kollarını kesmişti de, jandarmaya vur emri verilmişti.

Bakın kamu yönetimindeki etik ilkeler nelermiş: Doğruluk, halka hizmet bilinci, imtiyazsız kamu yönetimi, hesap verme sorumluluğu, çıkar çatışmasından kaçınmak, israf ve savurganlıktan kaçınmak, kamu mallarını korunak, hediye almamak, ayırımcılık yapmamak, nezaket ve saygı, dürüstlük ve tarafsızlık ve diğerleri…

Şimdi soru zamanı geldi. Halihazırdaki kamu yönetimi anlayışında bunların hangisi var ya da ahlaki ilkelerde bunlar ve çok daha fazlasının hangisi yok…. Örneğin bir insanı yazılı kural koyarak nasıl “nezaket ve saygıya” zorlayabilirsiniz. Ya da ne kadar… Vergi bilinci olmayan bir işverenin fiş ya da fatura kesmesini kurallarla ne kadar etkin uygulayabilirsiniz. Bir doktorla hastası ya da bir avukatla müvekkili arasındaki gerçek parasal ilişkiyi kurallarla tesbit etmeniz mümkün müdür…

Kısa ve uzun vadeli çözümler vardır. Hastaya pansuman yapmak önemlidir ama bu sadece ilk yardım amaçlıdır. Sürekli pansuman hastanın ölümüne dahi yol açar. Kurumsal tedbirler kısa vadede sonuç verse de, insanların sorumluluk bilinciyle perçinleşmediği sürece akamete uğrayacaktır. İşte son yaşadığımız iki örnek: Soma maden kazasında yüzlerce insanımızı kaybetmemize rağmen, insan odaklı düşünmeyen işadamı, keşfettiği bir başka boşluktan yararlanarak ailelere aynı acıyı yaşatabiliyor. Ya da polis-jandarma denetiminden geçtikten sonra kapasitesinin iki katı yolcu alan minibüs şoförü kendi ocağıyla birlikte onlarca ocağı söndürebiliyor.

Sorunlar çıktıkça yeni bir kural getiriliyor ama bu, hukuk kitaplarının kalınlaşması ve karmaşıklaşmasından başka bir işe yaramıyor. Zira teşhis yanlış… Evrensel boyutu da olan ahlaki ilkeler kişisel erdem haline getirilmedikçe kısır döngüden çıkmamız mümkün gözükmüyor. En kötüsü ümidi yitirmek… Ümidimizi muhafaza etmek için her zaman bir neden vardır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve bugun15.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.