Kapitalizm; para ve sermayeyi belli kişilerin elinde toplayarak sermayenin daha profesyonel bir şekilde üretim ve yatırıma aktarılması, geri kalan kısmın da ‘işçi’ statüsünde ve asgari standartlarda (asgari ücret) çalışarak ekonominin bir girdisi olması esasına dayanır. Bir başka deyişle her şeye para merkezli bakan kapitalizmde işveren bakımından işçi bir sarf malzemesi, bir maliyettir. Devlet korumasından yoksun oldukları zamanlarda 'tam köle' statüsünde çalışan işçi kesimi, devletin inisiyatifi ele almasıyla (sosyal devlet) bu statüden kurtulmuş, ancak ‘insani’ standartlara da terfi edememiştir. Zira kapitalist sistemlerde işçi hala bir ‘maliyet’tir.
Toplumun sermayedar-işçi şeklinde ayrıştırılmasının diğer bir sakıncası da işçi statüsüne indirgenen geniş halk kitlelerinin yeteneklerini ortaya koyma imkânının fiilen ortadan kaldırılmasıdır. Sosyalizmde devlet eliyle planlı bir şekilde bu statüye zorlanan işçi kapitalist sistemlerde profesyonelce ve htirilmekten yapılmaktadır. Bir başka deyişle evcilleştirilen ‘kazlar’ bağırtmadan yolunmaktadır.
İşçi-işveren arasında oluşan-oluşturulan bu 'bağımlılık' nedeniyle her iki taraf da diğerinin vazgeçilmezi haline gelmektedir: Bir tarafta işçinin geçimini sağlayan sermayedar, diğer tarafta onun varlığı için varlığını armağan eden işçi... Zira kendi kendine üretim yapamayacağı vehimine düşen (öğretilmiş çaresizlik) , bir başka deyişle kendisine güveni kalmayan-bırakılmayan işçi, işverenin varlığını kendi varlığının bir teminatı olarak kabul etmektedir.
Züğürt Ağa filminde de böyle değil midir... Ağa ile köylülerin bağımlılığı burada da vardır malum... Her şeyleri ağadır. Herkes onun için çalışır, onun varlığı ve devamı için çabalar. Zira ekmek kapılarıdır kurulu düzen… Ağa da durumdan memnundur. Ağanın güreşte yenilmesine bile hiç birinin tahammülü yoktur. Hatırlarsanız şehre göçüp özgürleşen ve kendi kendine düşünmeye başlayan başta kâhya olmak üzere ağanın adamları işlerini büyütmüş, hatta ‘züğürtleşen’ ağaya posta koymaya başlamışlardı. Aslında yukarıdaki cinsten patron-işçi ilişkisinin bir tür kölelik olduğu bile söylenebilir.
İddia edilebilir ki; devlet bunların emeklilik-sağlık başta olmak üzere sosyal güvenliğini sağlıyor. Dolayısıyla büsbütün işçinin inisiyatifine bırakmıyor. Evet böyle bir şey vardır ve yukarıda da ifade edildiği üzere bu durum, işçilerin büsbütün köle olmalarını ortadan kaldırmıştır. Ama o kadar… Zira asgari ücret, adından da anlaşıldığı üzere ‘karın tokluğuna’ çalışmanın diğer adıdır. Belli bir süre çalıştıktan sonra devletin emeklilik sağlamak suretiyle korumaya alması tam kölelik statüsünden kurtarsa da bu, bu sefer de toplum yeni bir sorunla karşı karşıya gelmektedir. Zira sürekli sayısı artan emekli kesimin finansmanı gitgide yeni güçlükleri beraberinde getirmektedir.
Avrupa’da durum ciddi sorunlara yol açmış, milyonlarca emeklinin sadece emeklilikleri değil, sağlık giderleri devletleri iflasın eşiğine getirmiştir. Mesela Avrupa Birliği içerisinde sadece 80 yaşın üzerinde olanların sayısı 20 milyondur. Elbette çalışanlar çalıştıkları esnada emeklilik için aidat yatırmaktadır. Ama mevcut haliyle emeklilikten sonra hiç çalışmasalar bile maişetleri devlet vasıtasıyla toplumdan çıkarılmaktadır. Toplumun sırtından kırk yıl yani…
Burada daha önemli olan şey, emekli olan geniş toplum yığınlarının topluma maliyetleri yanında ‘üretici’ birim olmaktan çıkmış olmasıdır. Köylerde bile insanlar bir an önce emekli olup çalışmaktan kurtulmayı hesaplamaktadır. Popülizme de alet edilen bu durum, Türkiye’de tarım üretiminin azalmasının da bir nedenidir. Yeni teşviklerle canlandırılmaya çalışılsa da, stratejik açıdan fevkalade önemli olan tarım ve hayvancılıkta ‘kendi kendine yeterli’ olmaktan çıkmış olmak başlı başına bir problemdir.